Yaşadığımız salgın sürecinde gözlem, deneyim ve yapılanlardan yola çıkarak bir analiz yapmanın zamanı geldi. Sitem, iktidar, bürokrasi, toplum ve hakkında.
Toplumların ve devletin yapısı düşünürler tarafından uzun yıllar önce tasarlanmaya başlamış, zaman içinde günümüzdeki halini almıştır. Platon devletin “akıl ve elitlerin (makam sahiplerinin) işbirliği ile yönetilmesi” gerekliliğinin altını çizerken Max Weber; “devlet içinde mutlak bürokrasi olması gerektiği, ancak bürokrasinin diğer yanıyla insanın kendisini içine kapattığı demir bir kafes” olduğunu ifade eder. Durkheim; “toplumun ve devletin sağlıklı yürümesi için organik iş bölümü (branşlaşma ve çizilmiş yetki alanlarının koordineli kullanılması) ihtiyacını belirtir. Durkheim’ın teorisi günümüzde geliştirilmiş ve organik iş bölümünden, mikro-organik iş bölümüne (örneğin tekstil sektöründe her bir makine için ayrı ayrı uzmanlaşma) geçilmiştir. Tarih içinde deneme yanılma yöntemiyle devlet ve toplum yapıları günümüze ulaşmış ve yukarıda saydığım düşünürler önemli çerçeveyi çizmiştir.
Salgına ülkemiz özelinde bakarak iktidarın doğrularını takdir etmemiz, yanlışları da ifade edip uyarı görevimizi yerine getirmemiz gerekiyor.
- Sağlık sisteminin iyi planlanmış ve işlevsel olduğunu görüyoruz. Avrupa’da ve Amerika’da bu sistemler çöktü. Tedavi ücretli ve ücretler fahiş. Yoğun bakım kapasitesi aşılmış halde, insanlar koridorlarda yatıyor. Bizde tedavi ücretsiz, uzmanlarımız ve yoğun bakım yataklarımız yeterli. Yurt dışında tedavi göremeyen vatandaşlarımızın ülkemize getirilmesini de doğru buluyorum. İki ayrı bilim kurulu kurulması da önemli. Uzaktan eğitime hızlı geçildi.
- Maske dağıtımı tam bir kaos oldu ve halen çözülemedi. İki aydır!
- Ekonomi salgından önce de iyi yönetilememiş, rant ve beton ekonomisi üretim ekonomisinin yerini almıştı. Bunun sonucu ihtiyat akçesi harcandı, kaynaklar doğru yönetilemedi. Şu anda vatandaşlara yeterli para ödenemiyor, “kredi” olarak verilen parayla da ileriye dönük borçlandırılıyor.
- Millet ittifakı belediyeleri “düşman” gibi görülüyor. Hatta iş “paralel devlet” olarak nitelendirilmelerine kadar vardı. Bağış toplamaları anayasal hak olmasına rağmen yasaklandı, toplanan bağış hesapları bloke edildi. Belediyeler “paralel devlet” değil, devlet mekanizmasının çarklarından biridir. Devlete dâhildir. Yerel yönetimler kapsadıkları bölgenin sorunlarına merkeze göre daha hâkimdir. İhtiyaç sahiplerine dağıtılmak üzere bağış kabul etmek muhtelif cemaatlere ve iktidar belediyelerine “hak” iken muhalif belediyelere yasaklanması halka sunulacak yardımın kısıtlanması anlamına gelir. Bu, yukarıda saydığım Platon, Weber, Durkheim’ın çizdiği çerçeveyle de çelişiyor.
- Eskişehir Belediyesi’nin kadim aşevi kapatıldı ve buna anlamlı bir açıklama getirilmedi. 26 Nisan 2020 (dün) CNN Türk kanalında bir tartışma programında bu konuya değinildi. İktidara yakınlığıyla bilinen bir gazetenin Ankara temsilcisi; “İktidar bu yasağı halkın sağlığı için aldı. Aşevinde sosyal mesafe kuralı ihlal ediliyordu” yorumunu getirdi. Birincisi; aşevinin fonksiyonu lokanta gibi hizmet etmekten ibaret değildir. İhtiyaç sahiplerinin ve yaşlıların evlerine ücretsiz yemek servisi yaparlar. İkincisi; İktidar neden sadece Eskişehir halkının "sağlığını düşünerek (!)” aşevini kapatır? Bu mantıkla diğer illerin aşevlerinin kapatılmamasını nasıl açıklayacağız?
- Özelleştirme politikaları günümüz iktidarı döneminde başlamadı, Özal döneminde başladı. Ancak stratejik kurumların özelleştirmesi AKP iktidarı döneminde yapıldı. Bankalar, enerji sektörü, telekomünikasyon rahmetli Unakıtan’ın tabiriyle “babalar gibi” satıldı. Elbette %100 devletçilik günümüz dünyasında olanaksız ancak stratejik kurumların devletin elinde olmasının ne kadar yaşamsal olduğunu günümüzde görüyoruz.
Bu noktada özel sektöre söylenecek çok söz var. Yıllardır bu halkın sırtından para kazandılar. Bankalar kar rekorları kırdı. Telekomünikasyon şirketleri açma kapama işlemi için fahiş ücretler alıyor. Bugünlerde hemen hepsi televizyon reklamlarında “evde kal Türkiye, bu günler geçecek, ne lazımsa eve getirelim kapıda satalım” diyorlar. Özel bankalar kredi vermemek için bin dereden su getiriyor. Cep telefonlarına mesaj atıp “işlemleri telefon veya internet bankacılığıyla yapabilirsiniz” diyorlar. Hiçbiri kredi taksitlerini ertelemiyor. GSM şirketleri borcunu ödeyemeyenin telefonunu kesiyor. Cumhurbaşkanı’nın beyanına rağmen doğalgaz saati sökülenler, elektriği kesilenler var. Kimse reklamlarda ya da telefon mesajlarında “fatura ve kredi borcunuzu bir ay erteledik” demiyor. Salgından sonra en az sistem ve iktidarlar kadar özelleştirilen bu kurumlar ve uygulamaları mercek altına alınmalı ve bu süreçte halka çektirdiklerinin hesabı sorulmalı.
Sokağa çıkma yasağı uygulamalarının sonuç verdiğini düşünmüyorum. İçişleri Bakanının istifasına neden olan uygulama öncesi marketlere yığılımın sosyal mesafeyi nasıl yerle bir ettiğini gördük. Daha önceki yazılarımda ifade etmiştim. Doğu kültürümüz bizi her şeyi son güne bırakacak kadar “rahat” yaparken Akdeniz kültürümüz telaşlı, aceleci ve kurallara isyankâr kılıyor. Sokağa çıkma yasağı yerine (elbette 65 yaş üzeri, 20 yaş altı ve kronik hastalıkları olanlar hariç) insanların sosyal mesafe ve maske kurallarına uyarak hayatlarına devam etmelerinin doğru olduğunu düşünüyorum. Yasak olduğu sürece insanlar bir gün öncesinde marketlere yığılmaya, yasak bitince halay çekmeye, uzuneşek oynamaya, sokakta topluca göbek atmaya (haber bültenleriyle sabittir) devam edecekler ve yasağın olumlu bir sonucu olmayacak. Eğer yasaklar devam edecekse 65 yaş üstü için yasak süresinde sokağa çıkma hakkı tanınmalı. Kırk günü aşkın süredir evden çıkamıyorlar ve psikolojik sağlıkları tehdit altında. Boş sokaklarda kurallara uyarak yürüyüş yapmalarının zararı olmayacağını düşünüyorum.
Ve sıra geldi kahramanlara.
Bu ülkenin ve bu toprakların en çok ürettiği şey kahramanlardır. Savaş ya da çatışma söz konusu olduğunda silahlı kuvvetlerimizin her bir ferdinin gözünü budaktan sakınmadığına defalarca şahit olduk. Deprem felaketlerinde kurtarma görevlilerinin canlarını hiçe sayarak enkaz altına girip bebekleri, yaralıları kurtardığını gördük. Şu anda da sağlık çalışanlarımızın ölüm tehlikesine rağmen hastalarını tedavi etmeye çalıştıklarını izliyoruz. Ailelerine bulaştırmamak için evlerine gitmiyor, evlatlarını göremiyorlar. Alkıştan fazlasını hak ediyorlar. Tıpkı polisler, kuryeler, ürün servis elemanları gibi.
Bugünler gelip geçecek ancak sonrasında iktidarlar, sistemler, özel kuruluşlar tartıya çıkarılacaklar. Doğru analizleri yapmak için her şeye olabildiğince tarafsız bakmak gerekiyor. Doğruya doğru, yanlışa yanlış diyecek, kahramanlara da hak ettikleri övgüyü sunacağız. Bu bizleri ideolojik körlükten uzak tutacak ve sağlıklı sonuçlara ulaşmamızı sağlayacak.