Güncel konumuz ve önemli sorunumuz olduğu için ilgisiz kalamazdık. Sadece gelir dağılımını değil, ticari hayatı ve ekonomik düzeni de olumsuz etkilemesi muhtemel olduğundan üzerinde durmaya değer buldum…
Dolaylı vergiler; vatandaşın ödeme gücünü dikkate almadan, herkesten tükettikçe eşit oranda alınan vergilerdir. Bu nedenle uygulamada bu tarafa ağırlık vermek, gelir grupları arasında zaten var olan gelir dağılımı eşitsizliğini daha da artırır. ‘Adaletsiz’ sayılmasının nedeni budur…
Örneğin, gelir vergisi en adil sayılan dolaysız vergidir. Zira daha fazla ödeme gücüne sahip vatandaşların, daha az ödeme gücüne sahip olanlara nispetle fazla ödedikleri vergidir.
Tüketirken ödenen dolaylı vergilerin başlıcaları KDV ve ÖTV’dir. Bunlardaki oransal artış; harcamalarında önceliği gıda ve temel ihtiyaç maddelerine vermek zorunda olan alt gelir grubu için daha fazla yoksullaşmak demektir.
Kaldı ki, kayıt içinde olan ücretliler, bir taraftan yüksek paylı dolaylı vergileri öderken, diğer taraftan dolaysız vergileri de (gelir vergisi, emlak vergisi gibi) ödemek zorundalar…
Dolayısıyla vergi sisteminin, sadece toplamak üzerine değil, zengin ve fakir arasındaki eşitsizliği gidermek üzerine de yoğunlaşması beklenir.
Türkiye’de toplam vergi gelirleri içindeki dolaylı vergilerin payı yıldan yıla küçük değişiklikler gösterse de ortalama yüzde 65’tir. Hatta daha da yükselme ihtimali vardır. Oysa beklenen bunun tam tersidir.
Bunu sadece gelir dağılımındaki adalet için söylediğim zannedilmesin. Denge bozulduğu zaman bunun zincirleme etkisi durgunluk yaratacağından, bütün meslek gruplarını da olumsuz etkileyecektir. Zira en çok üzerinde durulan fiyat seviyelerini ve de enflasyonu artırıcı etkisi hiç unutulmamalıdır. Örneğin, sadece akaryakıt tüketiminden elde edilecek ÖTV’nin yüzde 200’ü aşan oranda artırılması bile önümüzdeki sürede ülkeyi yeni bir enflasyon bulutunun kaplamasına neden olacaktır.
İşin matematiği ortadayken, ufukta değil rüyada bile tek haneli enflasyon görmek olası değildir. Satın alma gücündeki düşüşün kaynağı budur.
Stagflasyon beklentisi de aynı sebepten oluşmaktadır. Kur artışı sürdükçe, vergiden kaynaklı yansımalar geldikçe fiyatlar artacak, yatırım ve üretimdeki düşüşle birlikte durgunluk yaşanacaktır. İşte zincirleme etki dediğim budur.
Bu kadarla kalsa iyi. Stagflasyon ihracatı düşürecek, dış ticaret açığını artıracak ve doğal sonuç olarak işsizlik de artacaktır.
Son günlerde yaşadıklarımız, asgari ücretliye ve emekliye yapılan maaş zamlarını henüz ele geçmeden eritmiştir. Dolayısıyla oradan gelmesini beklediğimiz talep artışları da başka bir bahara kalmıştır.
Nitekim dört sene önce kaleme aldığım, “Dolaylı vergilerin perakendeye etkisi” başlıklı yazımda Laffer eğrisi üzerinden; vergi oranını artırmakla, vergi gelirinin beklenen kadar artmayabileceğini örneklerle açıklamıştım. Tüketicilerin de bu vergi yükünden kaçınmak üzere çareler üreteceği (alkol örneğinde olduğu gibi) her zaman ihtimal dahilindedir. Elbette burada kaçak içkinin can kayıplarına yol açan zincirleme etkisini de unutmamalıyız.
Dolaylı vergilere ağırlık verilmesinin sebepleri bellidir. Yüklenici sayısının çok fazla olması, toplumsal tepkinin az olması (vergi fiyatın içinde gizli olduğu için), tahsilatının kolay olması nedenleriyle alt gelir gruplarının aleyhine gelişen tablo, muhalefet de kayıtsız kalınca fazla sorun teşkil etmemiştir !
Gelişmiş ülkelerde daha çok vatandaşların servet, gelir ve kazançları üzerinden alınan dolaysız vergiler öne çıkmaktadır. Hatta tüketim üzerinden alınan dolaylı vergilerde bile daha çok lüks tüketim mallarının vergilendirilmesi esas alınmaktadır. Avrupa Birliği’nde dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki ortalama payı yüzde 35 civarındadır. Dolaylı vergi payının düşük tutulma gerekçesi de; “vergi mükellefi (satıcı) ile vergi yüklenicisinin (tüketici) farklı kişiler olması” şeklinde açıklanmaktadır. Yani daha adaletli bir vergileme politikası için dolaysız vergilerin ağırlıklı olması bekleniyor. Nitekim OECD ülkelerinde bile dolaylı vergilerin, vergi gelirleri içindeki ortalama payı da yüzde 44 civarındadır.
İşte benzer şekilde vergide adalet istiyorsak; bizde de yüzde 65 orana sahip olan dolaylı vergi payının mutlaka düşürülmesi gerekmektedir.
Elbette çözüm yolları vardır. Sadece kayıt dışı ekonominin ve kayıt dışı istihdamın kayda alınması bile vergi tabanını genişleteceğinden, dolaysız vergi gelirlerini artıracaktır. Bu sayede de “çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi alınması” sağlanabilecektir.
Kaldı ki, Anayasamızın 73. Maddesindeki, “Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır” ifadesi, hükümetlere vergi dağılımının adil yapılması görevini vermiştir.
Sonuç olarak; ülkemizin en kronik ekonomik sorunu cari işlemler dengesinin açık vermesidir. Bu durumda ilk akla gelen; yetersiz ihracat rakamlarımız nedeniyle, ithal mallara olan talebin de kısılmasıdır. O zaman yüksek ÖTV oranları sayesinde tüketici fiyatlarını artırmak ve böylece talebi düşürmek en pratik yol gibi gözükmektedir. Oysa bizim esas sorunumuz, daha çok ara malı ithalatıdır. Ancak bunu azaltacak şartları zorlamak yerine, içerde gerçekleşemeyen üretimin faturası vatandaşa çıkartılmaktadır. Bu yolun sonu yoktur. Zira yük artık taşınamayacak hale gelmiştir. Bunun zincirleme etkisi esnafı da, şirketleri de sıkıntıya sokacaktır.
Topyekun boşvermişlik hali de sorunu kalıcı hale getirmektedir. Ana muhalefet partisinin bu konulara ilgisizliği oldukça şaşırtıcıdır. Zam tufanının yarattığı torba yasa görüşmelerine, vekillerinden 69’u katılmamışken, tatile giren meclisi olağanüstü toplantıya çağırmaları ise çok yaman bir çelişkidir. Dolayısıyla, “dostlar alışverişte görsün” hali de vatandaşı umutsuzluğa götüren bir başka önemli husustur…