Döviz kurları nereye koşuyor?

Ercüment TUNÇALP

Bir Merkez Bankası Başkanı’nın sözleri döviz kurlarını etkiler mi ?

Elbette neler söylediğine bağlı olarak belirleyici olabilir. O zaman TCMB Başkanı Kavcıoğlu’na kulak verelim.   

TBMM sunumunda; "Enflasyondaki yükseliş geçicidir. Dolar dünyada güçleniyor. Kurdaki yükselişin faiz indirimi ile alakası yoktur” demişti…

Şimdi bu birkaç cümlenin ne kadar gerçeklerle bağdaştığına bakalım.

- Enflasyonun kalıcı olduğunun birinci işareti; Eylül ayına ait yüzde 43.96’lık ÜFE’nin, yüzde 19.58’lik TÜFE’ye bir kısmının mutlaka yansıyacağıdır. Kesin olarak bilemediğimiz tarafı, ne kadarının hangi hızla yansıyacağıdır.

- Kurdaki yükselişin faiz indirimi ile çok yakından alakası vardır. Son faiz kararından önce (aradan 30 gün geçti), ‘manşet enflasyon yerine çekirdek enflasyona bakarak faiz kararı vermenin’ kur artışına yol açacağını “Çekirdek enflasyon üzerine” başlıklı yazımda ayrıntılı olarak açıklamıştım. Hatta ‘kur alır başını gider’ vurgusu da yapmıştım. Nitekim yazımın yayımlandığı 21 Eylül’de 8.64 TL olan dolar kurunun tam 1 ay sonra bu günlerde yüzde 8 artışla 9.33 TL’ye yükseldiğini görmüş olduk. Yani bizim için sürpriz yoktur.   

- Doların dünyada güçlenmesi ile bizdeki kur hareketi arasında bir benzerlik yoktur. Dolar/TL paritesi son beş yılda yüzde 205 artmıştır. Buna bağlı olarak artan yıllık enflasyonumuz yüzde 19.58 iken, dünya ortalaması sadece yüzde 3.5’tir. Bazı çevrelerin küresel dert ilan ettiği enflasyonun Avrupa ortalaması ise yüzde 2.2’den yüzde 3’e henüz yeni çıkmıştır. Bizdeki durum böyle mi?

Dünya bunu 2021’e özel yaşarken, biz Aralık 2018’de de yıllık yüzde 20.30’luk TÜFE ile karşılaşmadık mı?    

Dolayısıyla bu gelişmelerin son 2 yıldır yaşanan pandemi şartlarına  bağlanamayacak kadar kronik dertlerimiz olduğu açıktır. Çözümün ilk şartı önce bunun kabul edilmesidir. Görmezden gelinmesi ise yarattığı güven sorunu nedeniyle piyasaları ikna etmeye yetmeyebilir.

- MB Başkanı, rezervlerin 123.5 milyar dolara ulaştığını belirtiyor. Doğrudur ama sadece kağıt üzerinde. Noksan bilgiyi tamamlayalım; 145.7 milyar dolar da (1 Ekim itibariyle) yükümlülükler vardır. Yani net rezerv eksidir.

Rezerv böyle olağanüstü günler içindir, peki kullanılmaması normal midir?

Bir de kur artışına şaşıranlar var!

Bir MB yönetimi, aylarca “manşet enflasyonu dikkate alarak politika faizi belirleyeceğini” ilan etmişken, bir anda nirengi noktası olarak çekirdek enflasyonu gündeme getirmiş. Böylece faiz manşet enflasyonun altında kalmış.

Ve yükselişini sürdüren enflasyona rağmen, 1 ay sonraki toplantıda yine faiz indirimi ihtimali belirmişse bunda şaşılacak bir durum olmasa gerek.

Bazı görüşlerin tersine, bunun özellikle tercih edildiğini zannetmiyorum. Çünkü ‘düşük faiz, yüksek kur’ politikası sadece ihracatçıya ve döviz sahibine yarar. Nüfusun büyük kısmı da fakirleşmeye devam eder. Sakın bunun sadece orta ve alt gelir grupları için geçerli olacağı sanılmasın. Döviz açık pozisyonu olan şirketleri de (döviz borçları, döviz alacaklarından fazla) zora sokar. İthalatçı veya ithal girdi oranı yüksek mal satıcısı da, sattığı malı aynı kaynakla yerine koyamaz.      

Daha önceki haftalarda ihracatçı bir arkadaşım, "kur artışı ihracatçıya yarar" sözüme itiraz etmişti. Yurt dışı alıcıların bizim ülkemizdeki döviz kuru artışlarını; alım fiyatını düşürmek için kullandığını ifade etmişti. Yani ihracatçıların tamamı için de dikensiz gül bahçesinin geçerli olmadığını bir tarafa not edelim. Neticede bu sahnenin siyasi bir getirisi olamayacağı için de tercih edilmesi anlamlı değildir.  

Perakende sektörünü ilgilendiren tarafına gelirsek…

Giderek orta gelir grubu eriyor. Yakında satış yapılabilecek 2 grup müşteri kalacak; üst gelir grubu ve alt gelir grubu olarak…

Sonuçta da; bütün CRM (Müşteri İlişkileri Yönetimi) stratejileri yeniden kurgulanacak. Bu güne kadar ‘ortalama bir yol tutturmak’ yeterli olabilirken, artık bundan sonra birbirine benzemeyen 2 ayrı sayfa açmak gerekecek!

Az şey mi?

Evet faizlerin düşmesi ülke için hayırlıdır ama normal zamanda…

Peki normal zamanda mıyız?

Ki, kredi maliyetlerini düşürünce üretim maliyetleri de düşsün ve piyasalar coşsun!

Yine bir PPK toplantısının 2 gün öncesindeyiz ve bir uyarının daha zamanıdır.

Önce “faiz inerse enflasyon düşer” yanlış inanışını terketmek gerekiyor. Çünkü faiz, onlarca maliyet kaleminden sadece biridir. Diğerlerini sayalım mı?

Personel, kira, elektrik, doğalgaz, akaryakıt, su, nakliye, hammaliye, temizlik, güvenlik, ambalaj, reklam, depo işletme, mekanizasyon, tamir ve onarım, vergi, resim,harç ve iletişim giderleri…

En önemlisini sona bıraktım; kur farkı maliyeti!

Kur artışı sadece yoksulluğu artırmaz, ülke ekonomisini de riskli hale getirir. Ölçüsü; ülkemizin risk priminin (CDS) 440 baz puan seviyesine gelmesidir. Ülkeler için hesaplanan her 100 CDS baz puanı için yüzde 1 maliyet söz konusudur. Bizim gibi CDS primi yüksek ülkeler ve hatta ülke içindeki kurumlar borçlanma ihtiyaçlarını karşılamak için daha yüksek maliyetlere katlanmak zorunda kalırlar. Dolayısıyla bu önemli gösterge yanında 2 puanlık faiz indirimi nedir ki?

Acilen bu dış borç temerrüt riskini de ortadan kaldıracak tedbirlere ihtiyaç vardır.

Sonuç olarak; bir ilacın faydasından çok yan tesiri varsa, o ilaç kullanılmaz. Önce o ilacı yan tesirlerini azaltacak şekilde geliştirmek, sonra hastaya güvenli şekilde sunmak gerekir. Negatif reel faiz; ‘faiz-döviz’ dengesini bozmaktadır. Bu da daha yüksek enflasyon demektir.

İşte acil tedavi gerektiren husus budur...