Dünle bugünün karşılaştırılması
Atatürk’ün ölümü üzerine Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucu Felsefesi üzerinde önemli sapmalar yaşanmaya başlandı. Kurucu Felsefe nedir? Bağımsızlık üzerine oturan felsefedir. Yöneticilerin Türk olduğu, kendini yöneten bir Türk yönetimi altında Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmak ve yaşatmak üzerine kuruldu. O günlerin Türk unsurlarının yerini günümüzdeki iktidar ve muhalefette Türklükle hiç ilgisi olmayan farklı unsurların yer aldığını görüyoruz. Bunun adı da Türk Tipi Demokrasidir?
Atatürk’ün Partisi nasıl bir parti idi sorusuna gelince: Milli değerlere sahip, milli devlet yapısını benimsemiş, Türkiye coğrafyası içinde ülke yapısını güçlendirmeyi hedeflemiş, Yurtta Sulh Cihanda Sulh düsturu ile Türkiye’yi geleceğe hazırlayan bir parti idi.
Lozan anlaşmasını hezimet sayan günümüz görüşü, temelsiz bir görüştür. Olayları o günlerin konjektörü altında değerlendirdiğimizde Atatürk’e büyük haksızlık edildiği görülecektir. Hoş haksızlık ise bir başarı olarak kabul edilmektedir. Hatay sorununu çözen kim? Diye bir soru sorulduğunda, Atatürk derken rahatsız olanların varlığı ayrı bir hüzündür.
Atatürk’ün ölümü sonrası İsmet İnönü tamamen farklı politikalara yöneldi. ‘’Sıfır Risk’’ politikası ile kendi görüş ve uygulamalarını gündeme getirdi. O günden bugüne değişen ne oldu? Günümüz siyasi iktidarı ‘’Komşularla sıfır sorun’’ politikası diyerek ortaya çıkmadı mı? Sonucu malum.
Halk bütün olan bitenlerden haberdar mı idi? Diye bir soru sorarsak: yanıtımız kesinlikle hayırdır. İnönü döneminde Marshall Yardımı gündeme gelmiş, alt yapısı hazırlanmış ama yardımın faturası o günkü Demokrat Partiye çıkarılmıştır. Demokrat Partide aynı politikaları sürdürerek Türkiye’yi daha çok dışa bağımlı hale getirmiştir. Gelelim bugüne. Siyasi iktidar İsrail, Rusya, Amerika ile anlaşmalar yapıyor. Halkın haberi oluyor mu? Hayır. CHP döneminde Marshall yardımının halk arasında coşkuyla karşılanmış olması tamamen o günlerin gazetelerinin desteği ile sağlanmıştır. Aynı durum bugünde siyasi iktidarın havuz medyası tarafından ifa edilmektedir. İsrail, Rus ,Amerika anlaşmaları birer zafer olarak halka sunulmaktadır.
Marshall Yardımını almakla Türkiye’nin bağımsızlığına darbe vurulmuştur. Günümüzde ise Sudi ve Küveyt dolarlarını almakla Türkiye’nin demokrasisine, laikliğine, milli bütünlüğüne darbe vurulmuştur. Atatürk: Türkiye’nin öncülüğünde çevre ülkelerle sağlayacağı işbirliği sonucunda bölgesel güç sonrada dünya gücü haline gelmeyi hedeflemiştir. Abdulhamit’te aynı düşüncelere sahipti. Pantürkizm, Panislamizm düşünceleri bu dönemlerde ortaya çıktı. Bugün ise aynı tezler Ümmet kavramıyla pişirilerek önümüze getirilmiştir. İçinde Türklük olmayan ümmet, içi boş cevize benzer. İşte burada hata yapılmaktadır. Ne Abdulhamit, nede Atatürk dönemi yapılarını, güçlerini koruyabilmiştir. Tarih tekerrürden ibaret, bölünmeyle karşı karşıya olan Türkiye gücünü koruyabilecek mi? Çok şüpheli.
Acı fatura önümüze konduğunda ne yapacağız? İşte halkın düşündüğü, tedirgin olduğu konu bu. Türkiye işgale uğrayıp, işgal orduları topraklarımızı işgal ettiğinde gözümüz açılacak ama iş işten geçecek. İşgal ordusu ne demek? Katliam demek, sürgün demek, esaret ve ölüm demek. Halkımız bugün bunu fark etmiyor, daha doğrusu algı yanılması ile ettirilmiyor. Önemli bir millet ve devlet konumuna yükselmek için bunları aşmamız gerekiyor. İçte birliği, dışta dengeyi sağlamamız gerekiyor.
Hangi Millette Oğuz Kagan, Metehan, Alparslan, Fatih ve Atatürk gibi liderler var? Diğer ülke tarihlerinde bu değerde insanlara çok az rastlanıyor. Biz ne yapıyoruz? Kahramanlarımızı ve kahramanlıklarımızı yok sayıyor, eserlerini kökten söküp atıyoruz. Ne yapıyoruz? Türk Milletinde ilk kırılmayı meydana getiren Yavuz’u ilahlaştırıyoruz. Neden? Siyasetçiyi ilahlaştırıyor halife yerine koyuyoruz. Çünkü Türk Milletini bölen ve kendinden olmayanı katleden Yavuz’u ön plana çıkarmaya çalışıyoruz. Adını dağa taşa veriyoruz. Aynı zihniyet günümüzde de geçerli. Yandaş, taraf, bitaraf sözcüklerini duymayanımız kalmadı.