En son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim; piyasada düşük faiz yoktur!
Mevduat faizi yüzde 28’i aşmış durumdadır. Buna rağmen yeterli midir?
Değildir. Zira resmi enflasyonun bile yüzde 50.51 düzeyinde olduğu bir dönemde, rekor sayılabilecek bir eksi reel faiz seviyesinde, kimse parasını kolay kolay bankaya teslim etmez. Alternatif yatırım araçlarına (Altın, gümüş, döviz, gayrimenkul vb) yönelim artar.
Peki bu durumda banka krediye hangi faizi uygular?
Elbette mevduat faizinin üzerinde bir oran uygular ama o da havuzda kaynağı varsa…
Şimdi tablo böyleyken, düşük faizi nerede görüyoruz?
Merkez Bankası’nın yüzde 8.5 seviyesinde olan politika faizinde…
Peki bu oran mevduat sahibini veya kredi müşterisini ilgilendiriyor mu?
İlgilendirmiyor, zira hayatın gerçekleri onlar için başka işliyor.
Şimdi nasıl işlediğine bakalım...
Para piyasalarında geçerli olan cari faiz oranı ‘piyasa faiz oranı’ olarak adlandırılır ve para piyasasındaki etkileşime göre belirlenir. Yani en azından son yıllarda TCMB’nın düşük belirlenen politika faizinin buraya herhangi bir etkisinin olamadığını yaşayarak görüyoruz.
Enflasyon, faiz oranlarının belirlenmesinde etkili olan temel değişkenlerden biridir. Çünkü enflasyon, paranın satınalma gücünü azaltır. Dolayısıyla parasını kiraya verenler (ister banka, isterse mevduat sahibi olsun); kiralama dönemi sonunda ana paraya eklenecek olan faizin en az vade boyunca, bekledikleri enflasyon payı kadar artırılmasını arzu ederler.
Şimdi resme bir kere daha bakalım...
Politika faizi yüzde 8.5 iken, vatandaş bankadan bulabilirse yüzde 30’un üzerinde faizle kredi kullanabiliyor, parası varsa mevduata da yüzde 28-29 faiz alabiliyor. Yani Merkez Bankası’nın faiz indirimleri piyasaya genişletici bir etki yapmadığı gibi tam tersine piyasa faizlerinin yükselmesine yol açmaktadır.
Böylece faiz indirimleriyle enflasyonda da tarihi yükselişe neden olmaktadır.
Düşük politika faizi enflasyonu olduğu kadar dolarizasyonu da tetiklemektedir. Dolarizasyonun kurdaki istikrarı da bozması sonucu, kuru tutabilmek için rezerv satmak gerekiyor. Harcanan dövizi yerine koyacak bir döviz girişi yaratılamadığı için de merkez bankasının net döviz rezervlerinin eksi 47 milyar dolar seviyelerine gerilediği izleniyor.
Neticede, değil vatandaşın gözüyle, iktisatçı gözüyle bile baktığımızda; döviz rezervine bu kadar ihtiyacımız olduğu bir durumda bu düşük faiz ısrarının nedenini anlamak mümkün olamıyor.
Gelişmiş ülkelerin merkez bankaları, bizimle kıyaslanamayacak kadar düşük enflasyon oranlarını bile dert edinmelerine rağmen, “vatandaşı enflasyona ezdirmeyelim” diyerek faiz artırırlarken, bizde de hiç değilse politika faizi ile piyasa faizleri arasındaki kopan ilişkiye bir an önce çare bulunmalıdır...
Eski Fed Başkanı Bernanke’nin etkili bir sözü var; "Para politikasının yüzde 98’i iletişim, yüzde 2’si eylemden ibarettir" diye...
Nitekim dünyanın ilgiyle izlenen merkez bankaları (FED, ECB, BoE gibi) iletişim politikalarını verimli kullanırlar ve alacakları aksiyonlar konusunda piyasayı önceden hazırlarlar. "Ben yaptım oldu" demek yerine, faiz kararı tarihinden haftalar önce karara dair sinyali verip, tepkileri ve tahminleri öğrenerek nasıl bir aksiyon alınacağını belirlemiş olurlar.
Son günlerde Kapalıçarşı’da döviz işlemlerinde önemli artış olduğunu ve Türk Lirası'ndan kaçış yaşandığını izliyoruz. Kurun gideceği yön belliyken buna kayıtsız kalınması hayli şaşırtıcıdır. Sadece rezerv eriterek uzun süre kuru sabit tutabilmenin imkansızlığı ortadadır. Zira ülkenin döviz ihtiyacı var ve bankalar ile Kapalıçarşı arasında büyük farklılıklar oluşmuştur. Alış ve satış kurları arasındaki fark da büyümüştür. Bu durum döviz işlemlerinde kayıt dışılığı artırdığı gibi dövize erişimi de zorlaştırmaktadır.
Peki önlemek için eksik kalan nedir?
İstikrar sağlayan politikalar...
Bu da asla faizi yüzde 8.5’ta tutarak ve kredi faizlerinde bankaları baskılayarak gerçekleşemez…
Bankalara döviz satım limitleri getirmek de paralel piyasaları (Kapalıçarşı örneğinde olduğu gibi) canlandırır. Normal kurun 1 lira üzerindeki fiyat karaborsa olarak değerlendirilse de, gerçek piyasa fiyatının bu olduğunu da kabul etmek zorundayız. Zira fiyattan önce döviz ihtiyacının karşılanması öncelikli hale gelmiştir.
Bir de "Kur Korumalı Vadeli TL Mevduat” modeli var ki; faiz adının anılmadığı ama örtülü şekilde yukarıda belirttiğim oranların çok üzerinde getiriler sağlayan bir uygulama olduğunu kabul etmeliyiz. Gelir dağılımını daha da bozduğunu ve yoksulluğu artırıcı katkı yaptığını da ilave etmeliyim.
Sonuç olarak; ekonomi dinamiklerine göre, beklenen enflasyon düşmeden politika faizi düşse bile piyasada faizler düşmez. Zira piyasa faizleri oluşurken, sadece TCMB’nın belirlediği politika faizinden etkilenmez.
Bir banka için kredi fiyatı yanında mevduat faizi bir maliyet unsurudur. Mevduat faizi yükseldikçe kredi faizi de yükselir. Dolayısıyla ekonomideki büyük faiz maliyetine rağmen hâlâ vitrindeki düşük oranlı politika faizine takılı kalmanın bir anlamı yoktur.