“Operasyon çeken dış güçler” savı, eğer dış sermaye çevrelerini kastediyorsa, geçerliliği yok, çünkü bu çevreler sadece kendi çıkarlarını dikkate alır. Kurlarda ortaya çıkan yükselme eğilimi uluslararası sermaye çevrelerinin Türkiye’ye karşı iştahını daha da azalttı. Finans kapitalin kârını yükselen kur değil, azalan kur artırır. Kısacası, bu kriz zaten, er ya da geç sermaye kaçışı ile döviz kuru yükselecekti.
Döviz piyasasında spekülatif atak bir ülke parasının bu parayı ellerinde tutan yerli ve yabancı yatırımcılar tarafından hızla ve yüksek miktarlardaki satışını ifade eder. Burada satıştan kastettiğim şey yerel paranın yabancı paralarla değiştirilmesi eylemidir. Özellikle sabit kur rejiminde kurun düşük kalması sonucu yerel paranın yabancı paralar karşısında aşırı değerlenmesinde spekülatif atak sık görülen bir reaksiyondur.
Dalgalı kur rejimi uygulayan bir ülkenin parasına karşı teorik olarak spekülatif atak olmaz. Çünkü her döviz talebinde kur değişir ve yeni bir denge düzeyine gelir. Bir başka ifadeyle sabit kur rejiminde arada bir yapılan devalüasyon, dalgalı kur rejiminde “değer kaybı” adı altında herhangi bir otoritenin onayına gerek kalmaksızın sürekli ve otomatik olarak olur. Buna karşılık ekonomik göstergelerin bozulduğu veya ülkenin aldığı borcu geri ödemesinde sıkıntı yaşayabileceği veya alınması gereken gerekli önlemlerin alınmadığı hallerde dalgalı döviz kuru rejimi de olsa, yerli paradan kaçış ve dövize talep artışı söz konusu olabilir. Burada yabancı yatırımcının amacı sabit kur rejimindeki durumdan farklı olarak para kazanmak değil ülkeye veya ülke değerlerine yatırdığı parasını kurtarmaktır. Yabancı param batmasın yerli param değer kaybetmesin diye dolara yönelirse dolar artar bu güven kaybının sonucu piyasaya panik yaşanırsa olursa olur.
Kayıt dışı gelen sermaye de durdu. Ödemeler bilançosunun “net hata noksan” kalemi, yapılan küçük hatalar gösterir ve genellikle düşük bir miktara eşittir. Daha önceki yıllarda bu kalem 11 milyar dolar gibi akıl almaz bir miktara çıktı. Trump’ın bize değil herkese karşı bir savaş açtığı anlaşılıyor, Çin’e, Rusya’ya ve İran’a da savaş açmış durumda. Onlar az etkilenirken bizim ekonomimiz ciddi tahrip olması ekonomik yapının sağlam olmaması kırılgan ve müdahaleye açık olmasından ileri gelmiştir. Trump ekonomik savaşı Çin Avrupa BAU Suud Katar Rusya İran herkese karşı kullandı ama en büyük zararı Türkiye gördü sebebi ekonomi güçlü değil kırılgan olması.
Türkiye faiz lobisinin yüksek faiz- düşük kur politikasına teslim olduğu dönemlerde sıcak para akışı ihracata yönelik mallara yatırım yapmadı. İşte bu nedenle Güneydoğu Anadolu Projesi’ni(GAP), Konya Ovası Sulama Projesi’ni bitirmek yerine lüks konut, lüks lokanta, lüks AVM ve lüks otomobile kaynaklarını yatırdı. Bu arada siyasi iktidar İstanbul’da iki tane popülist projeye yani köprü ve havaalanı inşaatına takılıp kaldı. Oysa GAP ve Konya Ovası sulaması bitirilseydi şimdi Türkiye’nin yıllık tarımsal üretimi 65 milyar dolar yerine 200 milyar dolar olacağından kendi gıda talebini karşılayabilirdik. Yıllarca ülke dışından sağlanan finansmanla büyüyen, mali olduğu kadar üretim açısından da büyük ölçüde dışa bağımlı olan bir ekonomide, “milli ve yerli” olmak zor tarım ve hayvancılıkta bile kendine yeterli değilsin ithal ediyorsun nohut mercimek bile ithal inek ithal saman ithal hatta çoban ithal.
Ülkede ki cevizin yüzde 72’si, bademin yüzde 80’ini ABD'den ithal ediyoruz. En önemlisi pamuk tekstil sektörünün temel ham maddesi dahi ABD den ithal ediliyor. Soya ve soya yağı ithal ediyoruz. Bursa'da Cargil nişasta bazlı şeker fabrikası çalışıyor kota artırıldı. Sadece Iphone değil ithal ettiğimiz tarım ürünleri hatta et canlı hayvan da ithal ediyoruz.
Önce yerli ve milli ne varsa yok pahasına sat; özelleştir. Devlet üretimden çekilsin küçülsün diye sanayi kuruluşları KİT en son kalan şeker fabrikalarına kadar özelleştir. Sonra da "yerli ve milli ürün satın al" de. Cumhuriyetin tüm varlıkları satıldı, fabrikalar satıldı KİT kapatıldı, TEKEL gitti et kombinaları Et Balık Kurumu kapatıldı. Önce tüketen değil üreten bir modele geçmeliyiz. Türk parası ile alış veriş, kira ödenmesi sağlanmalı. Tarımı ve hayvancılığı üretici destekleyerek üretime teşvik etmeliyiz.
Bu borcun 325.1 milyar doları özel sektörün ve özel sektör kısa vadede 98.1 milyar dolar ödemek zorunda. Borcu borçla kapatmanın artık sürdürülemeyeceğini fark eden finans yatırımcıları Türkiye’nin uluslararası piyasalarındaki varlıklarına yatırımı terk etti. Ülke olarak borç batağına batmış durumdayız. Bütün bunlar ödemeler bilançosunda açık olarak ortaya çıkıyor. Yakın geçmişteki çok hızlı büyüme performanslarının altının boş olduğu böylece anlaşılıyor. Aslında, ekonominin sürekli açık üreten bu yapısı yeni değil. Yıllardan beri cari açık veriliyordu, ama dışarıdan gelen iki tür sermaye girişiyle bu açık kapatılıyordu: Kaynağı belli olan Batı’dan gelen ile kaynağı belli olmayan, söylentilere göre, Ortadoğudan gelen sermaye. Şimdi her iki tür sermaye akışı da kesildi. Bunu faizlerin artırılması konusunda gösterilen direnç merkez bankasının bağımsızlığının zedelenmesi zamanında müdahale edememesi ve hazinenin başına damat’ın atanması güven kaybına sebep oldu sermaye ürkektir güvenli olmayan limanı terk eder.
Borcu borçla kapatma sürecinin tıkanma noktasına geldi, ülke ekonomisini bir aileye benzetilirse aile gelirinden fazla harcama yaparsa, açık verir; bu açığı kapatmak için borçlanır. Gelirinden az harcama yapıp borcunu ödemek yerine borcunu, yeni borçlarla kapatıp daha çok harcamaya devam ederse, bu sürecin bir noktada tıkanacağı aşikârdır. O noktadayız.
Çünkü bu özel şirketler kamu bankalarından borç almış. Büyük altyapı ve enerji gibi işler yapan bazıları da devlet garantisiyle uluslararası finans kurumlarından borç almış. Şu an borçlarını çeviremez durumda olan, başta enerji ve inşaat şirketleri olmak üzere birçok büyük ölçekli şirket var.
Devletin de kamu harcamaları ve teşviklerini ihracata dayalı sektörlerin büyümesine kaydırarak, sistemi üretim ekonomisine dönük değiştirmesi gerekiyor ki, böylece yüksek cari açık oluşmasını engellemesi yerli üretimi desteklenmesi ara malı ithal etmek yerine kendimiz üretme yoluna gitmemiz gerekiyor. Çünkü yüksek cari açık oluşursa, bunu dışarıdan borç alarak kapatmak zorundayız.
Ekonomideki eski alışkanlıklar terk edilmeli akılcı rasyonel davranılması gerekir. Uzun vadede, bu politika tasarımından vazgeçilmeli, ekonominin biraz frenine basılarak, borçlar ödendikten sonra, sermaye kontrolü içeren, borç alınmış ucuz döviz bolluğuna dayanmayan, kendi iç dinamiklerini harekete geçiren üreten ülke olmalıyız. Ekonomik krizden çıkmanın ve yeniden zenginlik yaratmanın tek yolu, henüz geç kalmadan; aklı, bilimi ve yüksek teknolojik üretimi esas alacak eğitimi, içte ve dışta ortak aklı egemen kılacak bir uzlaşma kültürünü ve hukukun üstünlüğüne dayalı piyasa güvenliğini sağlamaktır.