Yüce yaratıcı insanları sosyal varlıklar olarak yaratmış ve bu yaratılış çerçevesinde ona toplumsal yaşam alanı ile ilgili olarak bazı bağlantıların içinde olması imkanını vermiştir. Her insan içine doğduğu toplumun genel anlamda etkisinde kalarak bu toplum içinde varlığını sürdüren din, tarikat, cemaat, siyasi görüş ve sosyal grup gibi oluşumlar ile düşünsel, inanç ve aidiyet bağı kurar.
Bu durum tabi bir haldir. Toplumun inkişafını, insanın gelişimini ve uyumunu kolaylaştırır. Aslında bu nevi farklılıklar tabiat hayatında var olan farklılıkların ekolojik dengeye hizmet etmesi gibi toplumsal dengeye hizmet ederler.
Doğanın dengesi bir canlı lehine haddinden fazla değişirse başka canlılar ve doğanın dengesi aleyhine de değişim söz konusu olacaktır. Yani aşırılık yaşamı tehdit eder.
Toplumun dengesi de toplumsal bağlılıkların aşırılığı sayesinde aynı tehdit altında kalır.
Sözlerimizle kastımız, bağlılıklarında haklı olduklarını düşünenlerin bu haklılıklarındaki aşırı bağlılığı tenkit etmek değildir. Bu bağlılıkta gerekli ve sağlıklıdır. Bizim kastımız bireyin bahse konu olan bağlılıklarında ölçüyü ve adaleti kaçırması sağduyulu, sorgulayıcı, açık fikirli ve hoşgörülü olma özelliğini kaybetmesi ile ilgilidir.
Bakın bu durumu İbn Haldun yüzlerce yıl öncesinden nasıl haber vermiş;
“Bir devlet haksızlıktan, kötülüğe meyletmekten, yolsuzluktan ve keyfilikten kendini uzak tutarsa, itidal yoluna girer ve doğru yoldan ayrılmazsa, ilim ve sanat pazarında halis altın ve saf gümüş biter. Şayet devlet kin ve garazla idare edilir, yalancı simsarlar, azgın aracılar orada kaynaşırsa, devlet pazarında kalp ve bozuk paralar geçerli olur. Basiretli ve tenkitçi bir kimse düşüncesinin kıstası, araştırmasının ölçüsü ve takipçisidir.” (Mukaddime / İbn Haldun - Süleyman ULUDAĞ tercümesi sayfa 233, 1. Paragraf)
“Bir görüşe ve bir inanca bağlılık ve taraftarlık insanın ruhuna işledi mi, nefsine uygun düşen haberleri işitir işitmez hemen kabul eder. Bu temayül ve taraftarlık insanın basiret gözünü örter, tenkit ve tetkikte bulunmasını engeller, yalan haberi kabul ve nakletme durumunda kalmasına sebep olur.” (Mukaddime / İbn Haldun) / Süleyman ULUDAĞ tercümesi sayfa 254, 1. Paragraf)
Şimdi İbn Haldun’a kulak verelim ve zamanda yolculuk yaparak 21. Yüzyıla gelelim.
Evet, kin ve garazla idare edilebiliriz,
Yalancı simsarlar, azgın aracılar kaynaşabilir.
Ancak biz eğer bunlara isyan ediyorsak, biz eğer ülkücüysek adaletle hükmedeceğimize inanıyorsak, zinhar tenkit ettiğimiz yolda olmamalıyız. Başkalarını körü körüne biatçılıkla, yalancılıkla, basiretsizlikle, sorgulamamakla, tenkitçi olmamakla yani körü körüne biat etmekle itham ediyorsak, işine geleni işine geldiği gibi yorumlayanlardan bıktıysak öncelikle biz kendimiz bu yollara sapmamalıyız ki düşüncemizde, siyasi meşrebimizde her daim haklı olalım ve haklı kalalım.
Hal böyleyken ülkücü kamuoyuna yönelik olarak yayın yapan haber siteleri ve bireysel paylaşımcıların yalan haberlere, iftiralara, karalama kampanyalarına yönelmesi bizim eleştirdiklerimizin yanında haşredilmemize sebep verecek, onlardan bir farkımız kalmamasını sağlayacaktır.
MHP’nin içinde girdiği Genel Merkez ve Genel Başkan sorgulaması sürecinde MHP Genel BaşkanıNIN hakkında eleştiri sınırlarını aşan “ajan, hain, işbirlikçi vb.” gibi yaftalarla yaftalanmasını, kendisine hakaretler edilmesini doğru bulabilir miyiz?
Öte yandan kendisi hakkında üstümüzde olan başımızın üstünde olarak uğurlansın diyerek demokratik haklarını kullananların “kötü, dış bağlantılı, işbirlikçi, kadın, cemaatin ajanı” gibi yaftalarla yaftalanmasını, hain sayılmasını onaylayabilir miyiz?
Bu çerçevede lider adaylarından herhangi birinin başka siyasi figürlerle beraber çekilmiş resimlerinin yayımlanması gibi tamamen karalama kampanyası nevinden bir davranış olduğu gün gibi açık olarak ortadadır. Zira hepimiz herhangi bir siyasi figürle arkadaşlık yapabileceğimiz gibi siyasiler zaten birbirleri ile ortak zemin bulup devleti yönetmek zorunda olacaklardır. Bir eski MHP milletvekilinin Deniz BAYKAL ile aynı karede resmedilmesi, bir eski MHP milletvekilinin eski cumhurbaşkanı ile aynı karede resmedilmesi doğal bir durumdur. Hatta daha önce başka partide olan bir kişinin eski partisi ve daha önce içinde olabileceği oluşumlarla yargılanması doğru bir davranış değildir.
Çünkü biz bir siyasi parti ve bir siyasi görüş olarak toplumumuzun diğer fertlerini içimize dahil etme amacında olduğumuza göre bize intikal eden bizdendir düsturuna göre hareket etmeliyiz. Eğer bu şekilde davranmaz isek kapalı bir cemaat olabiliriz. Halbuki biz toplumun renklerine açık olmalı, topluma kendi düşüncemizi benimsetip, bireyleri aramıza katmalıyız. Bu çerçevede “eski DYP’li, eski ANAP’lı” gibi nitelemelerde doğru değildir. Aramızda “eski ateist” çok iyi ülkücü olanlar yok mu?
Ülkücü hassasiyet, eleştiride objektif olmak zorundadır. Yanlışı, bağnazlığı, körü körüne bağlılığı, “lider-doktrin-teşkilat” gibi sığınılan kavramları istismar edenleri eleştirmesi ülkücü duruşun gereğidir. Eleştiri, ister MHP yönetimi ve lideri hakkında olsun isterse Genel Merkezi eleştirenlerin bakışında olsun bu kişiler hakaret, yaftalama gibi nitelemelere giriyorsa ülkücü hassasiyetleri yok demektir. İki yanlıştan bir doğrunun çıkmayacağını unutmalayım.
Bir de bütün bu yapılanların “lider-teşkilat-doktrin” üçlemesine sığınılarak icra edildiğini düşündüğümüzde garabet daha çok dışa vurmaktadır. Çünkü bizim kurucu liderimiz Alpaslan TÜRKEŞ'tir. Onun dışında kimse vazgeçilmez değildir. Kaldı ki, Türkeş demokrasilerde saltanat olamayacağını söyleyerek kendisinden sonrası için parti içi demokrasiyi işaret etmişken bugün “lider-teşkilat doktrin” üçlemesinin arkasına sığınmanın anlamı olabilir mi?
VESSELAM