"Petrolü kontrol edersen ulusları kontrol edersin" demiş Henry Kissinger. Noam Chomsky, Amerika’nın küresel enerji sistemini kontrol edebilmeyi hedeflediğini, bu yüzden Ortadoğu’daki petrol hatlarını ve enerjinin transferini güvenlik altına almak zorunda olduğunu söylemişti. Sömürgeciliğin doğuşundan bu güne kadar, zengin enerji kaynaklarına sahip topraklarda hep bir güç savaşı yaşanmıştır. Orta Doğu’da yaşanan savaşların sebebi halen petrol kaynaklarına ulaşım olsa da, bu kaynakların kontrolü de önemlidir. Petrolden sonra günümüzde tercih edilen diğer bir enerji kaynağı doğalgazdır. Doğalgaz rezervleri içinde en çok paya sahip olan ülkelerin yine Orta Doğu ülkelerinin olması, ne yazık ki buradaki sömürge savaşlarının yakın bir zaman içinde bitmeyeceğini gösteriyor. MIT’nin yaptığı bir araştırmada dünya enerji talebinin 2050 yılına kadar günümüzdekinin üç katına çıkabileceği sonucuna ulaşılmış. Tüm bu araştırmalar günlük yaşantımızda enerjinin giderek daha vazgeçilemez temel ihtiyacımız olacağına işaret ediyor.
Dünyanın bu yeni ekonomik sisteminin gücü sanayilerin kurulması ve bu sanayilerde üretimin sürmesi için gereken hammaddenin yanında makinelerin çalışması için gerekli olan enerji kaynaklarına dayanmaktaydı. Bu bağlamda Batı için sanayileşme; kömür, petrol, doğal gaz gibi temel enerji kaynaklarına sahip olmak güçlü ve zengin bir ülke olmanın önkoşulu olarak görülmektedir. Buradaki en derin çelişki ise bu kaynaklara sahip yoksul, gelişmemiş ve zayıf ülkelerin bu nedenle saldırıya, savaşa ve işgale uğrayarak gelişememesi ve kendi kaynaklarını üretim için kullanamamasında yatmaktadır. Sanayi Devrimi'nden bugüne kadar hiç değişmeyen şey ise enerji kaynaklarınca zengin olunan bölgelerde çok yoğun yaşanan savaş, çatışma ve krizlerin hiç bitmeden yenilenerek sürmesidir. Çünkü sanayileşmiş Batılı ülkeler dünyada var olan enerji kaynaklarına sahip olabilmek için kıyasıya rekabet içine girmişlerdir. Bu rekabet pek çok durumda Batılı ülkelerin hem kendi aralarında hem de başka ülkelerle çatışmasına neden olmuştur. Aslında bakılınca bu savaşların asıl amacının enerji kaynaklarına sahip olarak ya da bu kaynakları kontrol ederek, dünyanın güçlü ve lider ülkesi ya da lideri olmak anlamına geldiği de görülmektedir.
Dünya enerji (petrol-doğalgaz) üretiminin yüzde 27’sini tek başına karşılayan ABD, dünyanın en büyük üçüncü üreticisidir. Buna karşın ABD’nin dünyanın en çok petrol tüketen ülkesi olması, bu ülkenin en büyük petrol ithalatçısı olmasını da beraberinde getirmektedir. ABD’nin petrol tüketimi günlük 20 milyon varil civarındadır ki, bu rakam dünya toplam tüketiminin yüzde 25’ine denk düşmektedir. Üretim, tüketim ve ithalat rakamlarının getirdiği en önemli gerçek, ABD’nin petrole olan bağımlılığıdır. ABD, doğalgaz üretiminde yıllık 550 milyon ton üretimi ile Rusya’dan sonra dünya ikincisidir.
ABD'deki kaya petrolü devrimi sayesinde ülkenin günlük petrol üretimi 2008'de 5 milyon varil seviyelerindeyken, geçen hafta bu miktar günlük 13,1 milyon varile yükselerek rekor kırdı. Suudi Arabistan ve Rusya'nın petrol üretimini kesmesiyle fiyatlar 50 doların üstüne çıkarken, bu iki ülkenin pazar paylarının önemli kısmını ele geçiren ABD, Kasım 2018'de bu ülkeleri geride bırakarak dünyanın en büyük ham petrol üreticisi konumuna yükseldi.
Orta Asya’dan Güney Amerika’ya, Kafkasya’dan Orta Doğu’ya kadar uzanan Rusya-ABD mücadelesinin önemli alanlarından birini de enerji konusu oluşturuyor. İki yüz milyon varillik petrol rezerviyle Hazar Denizi Bölgesi, dünyanın gelecekteki artan enerji talebini karşılamada önemli bir rol oynamayı sürdürecektir. Bu gelişmeyi aklımızda tutarken; küresel petrol pazarının hala bağımlı olduğu ve petrol rezervlerinin çoğunluğunu içinde barındıran Ortadoğu’nun önemi Amerika Birleşik Devletlerin yaşamsal çıkarlarından biridir. Körfez petrol üreticilerinin dünya petrol ihtiyacının yüzde 65’ini sağlayacağını öngörmektedir. Bu nedenle dünya çapında ekonomi, özellikle Petrol İhraç Eden Ülkeler Birliği (OPEC) tarafından sağlanan petrole bağlı olarak devam edecektir. Bu bölgenin, bu nedenle ABD ilgisi için hayatta kalmaya devam edeceği öngörülmektedir.
Ortadoğu’da şu anki durum şudur: ABD; Ortadoğu’dan çıkmayacağını, kukla uydu garnizon devleti kuracağını, enerji koridoru Akdeniz’e açacağını ilan ediyor. Rusya, Doğu Akdeniz’de olacağı ve doğal gaza dayanan tekelini koruyacağını, Suriye’den çekilmeyeceğini söylüyor. Üslerini kuruyor, kurduklarını genişletiyor ve bölgeye kalıcı biçimde yerleşiyor. Ortadoğu’da savaşlar bu nedenle hiç bitmiyor.
ABD ile Rusya arasında enerji alanındaki mücadelenin en büyüğü Avrupa’da yaşanıyor. Bilindiği üzere AB enerji alanında yüzde 40 oranında Rusya’ya bağımlı (bazı ülkelerse Ukrayna üzerinden gelen Rus gazına tamamen bağımlı). Bu husus Rusya’ya hem önemli miktarda gelir getiriyor hem de Avrupa ülkelerinin Rusya’yla Batı arasında yaşanan gerginlik sürecinde dahi Moskova ile ilişkileri tamamen kesmemelerini sağlıyor. Nitekim Rusya’nın Kırım’ı ilhakından sonra Rusya’ya çok yönlü bir yaptırım uygulanmaya başlansa da, taraflar arasında enerji alanındaki işbirliği azalmadığı gibi (ve böylelikle Rusya, ABD’nin istediği şekilde cezalandırılmadığı gibi) tam tersine, yeni projeler dahi geliştirilmeye çalışılıyor.
Rus gazı Avrupa’ya Ukrayna üzerinden Batı Hattı, Belarus üzerinden Yamal-Avrupa Hattı ve Kuzey Akım Hattı ile ihraç ediyor. Özellikle Ukrayna’yla yaşanan gerginlik ve enerji alanındaki sorunlar dolayısıyla, Rusya iki önemli boru hattını daha hayata geçirmek istiyor: Kuzey Akım-2 ve Türk Akımı. ABD’nin ısrarıyla şimdiye kadar Rusya’dan gaz alımını bırakmayı kabul eden tek ülke, ABD’nin Avrupa’daki “Truva atı” olan Polonya. Tarihî sebeplerden ötürü (örneğin Ukrayna toprakları için verilen mücadele) Rusya ile sorun yaşayan Polonya, 2022’den itibaren ABD’den sıkıştırılmış gaz almaya başlayacak (Polonya’nın Gazprom ile anlaşmasının süresi bu tarihte bitecek). ABD sıkıştırılmış gazı diğer ülkelere de aktif olarak teklif ediyor. Böylece Rusya’nın gelirlerini azaltmaya, kendisi için yeni pazarlar elde etmeye, AB ülkelerinin Rusya’ya enerji bağımlılığını azaltmaya ve böylece onların Rusya’ya karşı daha sert bir siyaset izlemelerini sağlamaya çalışıyor.
Suudi Arabistan bir varil petrolü 14 dolara çıkarırken İran'ın üretim maliyeti 30 doları buluyor.
Rusya'da ise varil maliyeti 22 dolar biraz daha yüksek . Berlinli İran uzmanı Zammirirad, “Suudi Arabistan yaptırımlardan kurtulan İran'ın siyasi ve ekonomik bakımlardan güçlenmesini önlemeye çalışıyor. İran'a göre Suudi Arabistan petrolü ucuzlatmak için elinden geleni yapıyor”, dedi. Petrol fiyatlarının son 4 yılın en düşük seviyesine gerilemesi en fazla Suudi Arabistan, Amerika ve Rusya ekonomisine zarar verecek. Petrol fiyatlarının düşük kalmaya devam etmesi durumunda, Rusya ve Suudi Arabistan'ın petrol gelirleri ve bütçelerinde milyarlarca dolar açık oluşacağı tahmin ediliyor. Petrol fiyatlarındaki sert düşüşün en çok Suudi Arabistan ekonomisine zarar vermesi bekleniyor. Ekonomisinin yüzde 90'ı petrol üretimi ve ihracatına bağlı olan Riyad hükümetinin bütçesini dengeleyebilmesi için petrolün varil fiyatının yaklaşık 80-85 dolar arasında olması gerekiyor. Öte yandan Rusya ise bütçe dengesini sağlayabilmek için petrol fiyatlarının ortalama 42-45 dolar arasında olmasına ihtiyaç duyuyor.
Petrol fiyatlarının düşük kalmaya devam etmesi durumunda, her iki ülkenin petrol gelirleri ve bütçelerinde milyarlarca dolar açık oluşacağı tahmin ediliyor. Suud’lar açtıkları petrol kuyularını kapatmadığı için üretime devam edecek, Rusya da üretime devam ederse, virüs nedeniyle çökmüş üretim petrol ihtiyacı azalması nedeniyle petrol fiyatları arz talep kanununa göre mecbur düşecek. Arz azaltılmıyor. Ekonomik gelişme elvermediği için talep de artmıyor. Bu iki unsur değişikliğe uğramadığı sürece yüzü gülen taraf tüketici olacaktır. Enerjide dışa bağımlı olan ülkemiz petrol fiyatlarında düşmeden faydalanacaktır. Kafkasya ve Orta Doğu petrollerinin Batı’ya taşınması konusunda kritik bir yere sahip olan Türkiye, enerji havzalarına yakın olup, sadece taşıma üzerinden bir pay alan durumundan daha ileriye gidebilmelidir.