Temmuz ayındaki G-20 Maliye Bakanları ve Merkez Bankaları Başkanları Toplantısında; “Küresel tehdit oluşturmaya başlayan enflasyon baskısı” na dikkat çekmişiz.
Oysa pandemi nedeniyle küresel ortamda 1-2 puanlık enflasyon artışlarını bizim yüksek ve kronik enflasyonumuza gerekçe gibi okumak gerçekçi değildir.
2019 ve 2020 yıllarında birçok ülkede 1 yıl boyunca değişmeyen fiyatları listeler eşliğinde aktarmıştım. O senelerde de bizde enflasyon oranları çift haneliydi.
Şimdi de G-20 ülkelerindeki son yıllık enflasyon oranlarına bakalım:
Arjantin (% 50.2), Türkiye (% 18.9), Brezilya (% 8.3), Rusya (% 6.5), Hindistan (% 6.3), Meksika (% 5.9), Suudi Arabistan (% 6.2), Güney Afrika (% 4.9), ABD (% 5.4), Kanada (% 3.1), Güney Kore (% 2.6), Almanya (% 3.8), AB (% 2.2),İngiltere (% 2.5), Fransa (% 1.2), İtalya (1.8), Endonezya (% 1.5), Çin (1.1), Avustralya (% 3.8), Japonya (% 0.2).
. Görüldüğü gibi G-20 ülkeleri içinde Arjantin ve Türkiye dışında çift haneli enflasyon oranı yoktur.
. 12 Ülkenin (AB dahil) enflasyon oranı yüzde 5’in altındadır.
. 8 Ülkenin enflasyon oranı yüzde 3’ün altındadır.
. 4 Ülkenin enflasyon oranı yüzde 1 civarındadır.
. Japonya’nın enflasyon oranı ise daha yeni eksiden sıfıra ulaşmıştır.
. Çıkan sonuç; yüksek enflasyon ortak derdimiz değil, özel problemimizdir.
Uzunca bir süre enflasyonun sebebi olarak yüksek faiz gösterildi. Ancak faiz düşünce de enflasyonun düşmeyebileceği yaşanarak görüldü.
Hep yapısal reformlardan söz edildi ama bir türlü eyleme geçilemedi. Önemli kurumların tam bağımsızlığı (MB, TÜİK) sağlanamadı. Kuvvetler ayrılığı (yasama, yargı, yürütme) ilkesi gerilerde kaldı. Bu eksiklerimiz yabancı yatırımcıya güven vermediği için uygun yatırım ortamı oluşamadı.
Kamu harcamaları kısılamadı, tasarruf vatandaştan beklendi.
Esas görevi fiyat istikrarını sağlamak olan MB uygulayacağı para politikasını ve kullanacağı araçları özgürce kendisi belirleyemedi. ‘Sıkı para politikası’ uygulandığını söylemde değil eylemde göstermek gerekiyor. Zira piyasa gördüğüne inanıyor. Böyle olunca da para politikasının devamlı gevşeme riski fiyatlamalara yansıyor.
Türkiye’de işsizliğin temel nedeni üretimin ithal girdiye bağımlı olmasıdır. Çünkü kendi ülkemizin değil, ara malı ithal ettiğimiz ülkelerin istihdamını artırmış oluyoruz.
Son 12-13 yıldır MB’nın hiçbir enflasyon hedefi tutmadı. Güven sarsıcı olan bu durum yukarı yönlü harekete katkı yapıyor.
İhracat artış oranı ile övünüyoruz, ithalat artış oranına fazla bakmıyoruz. Oysa ihracat üretimi içindeki ithal girdi oranı yüzde 70 olduğu için dış ticaret açığı yaratıyor. Bu bir kısır döngü olup, döviz ihtiyacını artırıyor, yükselen kur da enflasyonu tetikliyor.
Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu geçen hafta yılın üçüncü enflasyon raporunu açıkladı.
. “Politika faizinin güçlü dezenflasyonist etkiyi muhafaza edecek şekilde enflasyonun üzerinde bir düzeyde oluşturulmaya devam edileceği” belirtildi. Yani Başkan reel faiz oluştuğunu ifade ediyor ki; ben bu hesabın gerçekçi olmadığını, reel faizin ekside olduğunu sık sık beyan ediyorum.
Çünkü; reel faiz hesabı mevcut yıllık enflasyona göre değil, vade sonundaki beklenen enflasyon oranına göre yapılır. Nitekim politika faizi dördüncü defa yüzde 19’da sabit tutulurken, TÜFE yıllık olarak Mayıs sonunda yüzde 16.59, Haziran sonunda yüzde 17.53, Temmuz sonunda ise yüzde 18.95 olarak gerçekleşmiştir. Artış trendinin devam edeceğini de yıllık Yİ-ÜFE oranına (yüzde 44.92) bakarak rahatça öngörebiliriz.
Bitmedi. Reel faiz hesabı nominal faize göre değil net nominal faize göre hesaplanır. Zira getiri stopaj kesintisinden sonraki elde kalandır.
TL mevduata uygulanan stopaj desteğinin uzatılması olumlu bir gelişmedir. Ancak buna rağmen, TL mevduata ödenen faizlerden; 6 aya kadar vadeli hesaplar için yüzde 5, 1 yıla kadar vadeli hesaplar için yüzde 3 kesinti uygulanmaktadır. Bankaların TL mevduata uyguladıkları en yüksek faizi yüzde 19 olarak dikkate alırsak, net nominal faizin enflasyon oranı altında kaldığını ve reel faizin eksi olduğunu kolayca görürüz. Kafaları karıştırmamak için daha ince hesaba dair formülü uygulamıyorum.
Reel faizin olmadığı böyle durumlarda; tasarruflar dövize kayar. Artan döviz talebi kuru yükseltirken, enflasyon artışına da katkı yapar. Zaman zaman kurun durağan veya aşağı yönlü olması bu gerçeği değiştirmez.
. Sayın Kavcıoğlu, “2021 yıl sonu için yüzde 12.2 olan enflasyon tahminimizi 1.9 puanlık güncellemeyle yüzde 14.1’e yükselttik” diye açıklamış. Daha iyi anlaşılması için tahmindeki değişimin yüzde 15.5’e denk geldiğini ve önemli bir yanılma içerdiğini hatırlatayım. Yılın birinci raporunda bu tahmin yüzde 9.4 idi. Buna göre de güncellemedeki sapma yüzde 50’dir. Bilmem daha önceki tahmini (yüzde 5.4) yorumlamaya gerek kaldı mı?
. Peki bu yeni tahmin tutar mı?
Bana göre tutmaz. Zira hem ÜFE’deki 26 puanlık birikime hem de matematiğe ters düşer. Çünkü; yılın ilk yarısında yüzde 8.45 çıkan enflasyonun, yılın ikinci yarısında yüzde 5.21’de kalması gerekiyor ki, bu hayatın gerçeklerine uymaz.
Sayın Kavcıoğlu buna da açıklama getirmiş; “Yılın son çeyreğinde enflasyonun belirgin şekilde düşüşe geçeceğini düşünüyoruz” dedikten sonra “Dünyada ise son çeyrekte biraz daha yükselme eğiliminde olacağını” ilave etmiş. Bu son söylediğine katılmakla birlikte ülkemize pozitif ayrımcılık yapmasına şaşırdım. Zira fiyat artışı bekleyen yüzlerce temel tüketim ürününü yakından takip ediyoruz. Sonra bizi dünyadan olumlu yönde ayıracak bir avantajımız yok ki... Tam tersine sürekli belirttiğimiz kırılganlıklarımız mevcuttur.