Ayrılıkçılık genellikle kimlik siyasetinin bir sonucu olup, sosyal grupların ve siyasi örgütlerin haksızlığa uğradığı söylemleri ile şekillenir. Bu gruplar sıklıkla kendi kimliklerinin korunmasını ve geleceklerinin tayin haklarının kendilerine verilmesini isterler. Tüm bunlarla birlikte ekonomik ve siyasi talepler öne sürerler. Dünyanın hemen her bölgesinde etnik azınlık olarak tanımlanabilecek grupların varlığı, özellikle 1900’lü yılların ikinci yarısından itibaren etnik temele dayalı terör olaylarının artmasına neden olmuştur.
Etnik ayrılıkçı terör özünde mağduriyetten yola çıkarak, bunu istismar ederek kendi milli devletini kurmak için şiddete başvurmaktadır. Etnik sorun çok boyutlu karmaşık bir meseledir. Meselenin temelinde nedenlerini sıralarsak bunlar; demokrasi eksikliği, ekonomik yetersizlik (geri kalmışlık), uluslaşma, devlet düşmanlığı ve milliyetçiliktir. Bizde ve Batıda örneklerden yola çıkarak ekonomi ile ilişkisini ortaya koymaya çalışacağım.
Doğu ve Güneydoğu, en fazla terör olaylarının yaşandığı Kürt etnik nüfusun yoğunluklu olduğu bölgemizdir. Bölgenin geri kalmışlığının sebebi olarak çatışma ortamı olarak görülmüş. Etnik çatışmalarda ekonomik gelişmişlik düzeyi arasında negatif bir ilişkinin olduğu, barışın korunması ve tesisi için ekonomik kalkınma etkin bir yol olduğu kabul ediliyor. Günümüzde, ekonomik çarpıklıklar söz konusu edilirken okulların yakılması, devletin yaptığı alt yapı tesislerinin yok edilmesi, yatırımların engellenmesi, iş araçlarının kundaklanması nedeniyle aksamıştır. Devletin bilinçli olarak bölgeyi geri bıraktığı, yatırım yapmadığı iddiası ise yalandır. 1983-1992 döneminde kişi başı yatırım endeksi tüm ülkede 100 kabul edildiğinde, Karadeniz Bölgesinde 36, en fazla gelişmiş olan Marmara Bölgesinde 71, Güneydoğu Anadolu’da 256’dır. 1986-1990 arası destekli bütçe harcamalarının bütçe gelirlerine göre oranı ise şu şekilde gerçekleşmiştir; Doğu ve Güneydoğu 3,0, Ege 0,7, Karadeniz 1,2, İç Anadolu 0,7, Marmara 0,3, Akdeniz 0,7’dir. Kişi başına düşen yatırım miktarı ise Doğu ve Güneydoğu için 303,0, Ege 145,0, Karadeniz 36,0, Marmara 71,0, Akdeniz 60,0’dır. Görüldüğü gibi devlet harcamalarının önemli bir kısmı Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerine yönelmiştir. 1986-1990 Yılları arasında ulusal bütçeden bu bölgeye ayrılan pay, bu bölgeden toplanan devlet gelirlerinden fazladır. Dönemin kamu gelirlerinden oluşan bütçesinden, 1,37’lik ülke ortalamasının yaklaşık 6 kat fazlası bu bölgelere ayrılmıştır. En büyük teşvikler bu bölgeye verilmiştir. Terör eylemleri bu yatırımların aksamasına sebep olmuştur. 1970’li yıllardan itibaren geri kalmışlığın sebebi devletin bölgeyi ihmal etmesi değil, terör örgütünün engelleyici faaliyetleridir. Bölgenin şu anki sorunları, tüm ülkenin sorunları ile aynıdır, yollar yapılmış, barajlar kurulmuş, sulama kanalları ile toprak suya kavuşmuştur. Benim izlenimim; eskiye göre bölge pozitif bir ayrımcılık uygulanarak kalkınmıştır. Hala ayrılıkçı taleplerin varlığı, ekonomi ve geri kalmışlık değildir.
Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP)’nde Fırat (SAZLI) ve Dicle (NAZLI) nehirleri üzerinde barajların inşa edilmesinin yanı sıra, hidroelektrik santralleri ve sulama tesisleri de kurulmuş. Hem elektrik enerjisi üretilmiş, hem de bereketli hilalin kavruk kurak suya hasret toprağına can suyu olmuş. Toprak sulanınca mahsul artmış, tarımsal üretim artınca nüfus artışını beraberinde getirmiş. Adana’ya tarım işçisi olarak çalışan halk kendi memleketinde çalışmaya, ekmeye, üretmeye başlamış. Hem batıya göç frenlenmiş, Adana’ya göçenler de kendi memleketlerine geri dönmüş, tersine göç başlamış. Diyarbakır ile Şanlıurfa’da tarlalar ekili pamuk ile dolmuş, mısır, arpa, buğday, kavun, karpuz, sebze ve meyve yetiştiriliyor. Kentsel ve kırsal ulaştırmanın, sanayi, eğitim, sağlık ve diğer sektörlerin gelişmesini ve bölgenin gelir düzeyinin yükselmesini sağlamıştır. Diyarbakır Sur dışında büyük yeni lüks binalar, lüks zengin mahalleler kurulmuş, trilyonluk akıllı evler, lüks konut, AVM ve rezidans ile dolmuş. Yollar, tüneller ve her büyük şehirde havaalanı ile kalkınma sorunu halledilmiş ama kimlik temelli ayrılıkçılık talepleri ve siyasal tercih devam ediyor.
İspanya örneğine bakıldığında, ayrılıkçı harekette motivasyon milliyetçilik ve kimliktir, ekonomi değildir. Endüstriyel gelişme, birçok ülkede olanın aksine İspanya’da Katalonya ve Bask gibi etnik yapısı farklı bölgelerde gelişmiştir. Bu da bölgesel taleplerin artmasına sebep olmuştur. Ekonominin ayrılmaya en fazla katkısı olan ülkelere örnek Norveç’tir. Norveç’in İsveç’ten ayrılmasını kolaylaştıran Norveç’teki petrol yatakları olmuştur. 1960 yılında kuzey denizi petrollerinin bulunması İskoç milliyetçiliğini artıran etki yapmıştır, İskoç milliyetçileri Britanya ile bunu paylaşmayı reddetmişlerdir.
Aynı etki Katalonya milliyetçiliği için de geçerlidir. Barselona, sahip olduğu Akdeniz iklimi, zengin mutfağı, mimarisi ile en fazla turist çeken bölgelerden biridir. İspanya’nın gayrı safi milli hâsılanın yüzde 20’sini Katalonya sağlamaktadır. Ekonomisi en iyi bölge de burasıdır; işsizlik oranı ve gelir dengesizliğinin en az olduğu bölgedir. İspanya’da toplanan vergilerin yüzde 25’i, ihracatın üçte biri yine bu bölgeden temin edilmektedir. İspanya’nın kamu harcaması az, elde edilen vergi geliri daha fazladır. Katalonya zenginliğini korumuş, merkezi hükümetten vergiler üzerindeki kontrolü yüzünden ürettiği zenginliğin büyük kısmını merkezi hükümetle paylaşmaktadır. Ekonomik kriz öncesi ayrılma isteyen oran yüzde 20 iken, krizden sonra son halk oylamasında bu oran yüzde 80’lere çıkmıştır.
Siyaset bilim kuramcısı Gelner’e göre her milliyetçiliğin hedefi devlet kurmak ve onu yaşatmaktır. Bu amaçla milliyetçilik etnik veya dini cemaatten ulus formasyonuna ve sonra da devlet talebine doğru seyir izler. Devlet kurmamış toplumların milliyetçiliği ayrılıkçıdır. Anti demokratik uygulamaları, ekonomik çarpıklıkları ve çeşitli sosyal, siyasal sorunları işleyerek bunu milli bir talebe dönüştüren milliyetçiliktir. Bizim ayrılıkçılarımızın batıdakilerden farkı, fakir olduğunu ileri sürerek ayrılmak istemesidir. Ekonomik sebep o nedenle tek belirleyici ayrılma sebebi değildir.
NOT: Bu makaledeki veriler, “Self-Determinasyon Ayrılma Girişimleri Ve Kürtler” – Dr.İrfan Sönmez kitabından alınmıştır.