Ezan baraj altına gömüyor zina ihya ediyor; bu ne yaman çelişkidir
İçinden "Ezan Türkçe okunabilir" diyen birisi çıktı diye mensup olduğu partiyi barajın altına gömen, yine bir başkası "Türkçe ibadet"den bahsetti diye partisinden ihraç edilmesi zorunluluğunu dayatan "Müslüman aklına" isyan ediyorum.
Benim böyle söylememe neden olan gerekçem çok kuvvetli ama bana itiraz edenin gerekçesi yoktur. Çünkü ben Allah'a teslimim onlar ise siyasal İslamcı liderlerine teslimler.
İslam'ın; inanç temelinde Müslümanının işini kolaylaştırmanın dışında farz derecesinde bir hükmü olmayan Ezan'a bu kadar değer atfeden Müslüman zekası; niçin kaçınılması farz olan, yapılması haram olan "Zinanın serbest bırakılması"na gönlü razı olmuştur. Ezan meselesinde olduğu gibi bunun müsebbibi olanı bırakalım barajın altına gömmeyi, sürekli iktidarda tutarak ihya etmesinde iman-i anlamda ne gibi mantık olabilir.
Gün içerinde gözlem ve tespitler yapmak adına bir iki TV programını izliyorum. Yukarıda dile getirmeye çalıştığım husus da bu gözlemime dayanıyor.
Bir hafta boyunca aynı konu başlıklı üç olayı ve kahramanlarını izledim. Olayların ortak özelliği; güya Müslüman toplum olarak dinen zina olduğunu bildiğimiz, evli çiftlerin yaşadıkları çarpık ilişkiler.
Üç evli kadın ikişer, üçer çocuklarını yanlarına alıp yine evli aynı erkeğin evinde kalıyorlar. iki çocuklu bir kadın çocukluk aşkına gidiyor, imam nikahlı yaşıyorlar. Bir başka evli adam komşusunun gelinini kaçırıyor, karısına kuma yapıyor. Kadın hamile, kimden olduğunu o da bilmiyor. Bir hafta boyunca bu olayın kahramanları ile dönüşümlü olarak program yapılıyor. Sonra bu programlar reklam geliri için youtube'a yükleniyor.
Yaşanan bu olayların ortak özelliği; zina halidir. Mağdurlar, çarpık ilişki yaşayan eşlerinin kimlerle zina halinde olduklarını biliyorlar ama şikayetçi olamıyorlar. Çünkü sözde muhafazakar ve de dindar iktidar zinayı suç olmaktan çıkardı da ondan.
Bu yaşanan ve iktidarın zina yasası ile meşrulaştırdığı gayri-meşru ilişkilerin mağdurları hep tarafların çocukları oluyor. Çocuklar götürüldükleri yerde mağdur, kaldıkları yerde yetim olarak perişan halde anne-babalarının birbirlerine hakaretlerini toplum ile beraber bir hafta boyunca TV'den izlemek zorunda kalıyorlar. Bu çocukların ortak sorunları insanı kahrediyor. İşin garibi bu programları yapan TV'ler de muhafazakar ve yandaş kanallar.
Kısaca demem o ki; o.rspluğu ve pe.zvliği kolaylaştıran zina yasası ile eskiden önce resmi boşanma sonra beraber olma söz konusu idi. Şimdi ise; resmi boşanmaya delil olsun diye önce beraber yaşam, sonra resmi boşanma.
Şimdi ben sözde Müslüman olan bu toplumun aklına isyan ederek diyorum ki; sen nasıl Müslümansın ki; ezan Türkçe okunabilir diyeni sandığa gömersin de, bu çarpık ilişkileri kolaylaştırıp, meşrulaştıran bir iktidarı sandığa gömmezsin. Bu durumda akla gelen tek cevap; samimi duygularla iman ettiğiniz şey aslında Allah değil, siyasal güç tür. Bu çelişkilerle yoğrulmuş sözde Müslüman aklı ile bir toplumun âbâd olması mümkün değil, hâttâ batması bile haktır.
Sizlerin iradesi ile şekillenen siyasetin şerrinden, her türlü menfaat ilişkisinden âri olarak iman ettiğim Allah'a sığınırım.
Fetö'nün AKP ile işbirliği yaptı kesin diğer partilere sızdığı ise muhtemeldir
Bunların (AKP de diyebiliriz, siyasal İslamcılar da) en büyük projeleri neydi; önce siyasi olarak iktidara gelmek, sonra da nerede ne kadar güçleri ile varlıklarını bildikleri "Cemaat" sayesinde muktedir olmaktı.
Muktedir olmayı nasıl başardılar. Yine nerede, hangi nitelikte, kaç adamla varlığını bildikleri "Cemaat mensupları"na ilaveten, eksik olan yerleri de tayın ve terfi yolu ile tamamlayıp Ergenekon ve Balyoz kumpaslarını devreye sokarak Cumhuriyet; O'nun değer ve kazanımlarına yönelik olarak hala devam ermekte olan değişim ve dönüşüm sürecini başlattılar.
Dolayısıyla onların "Kandırıldık" mazeretine sığınmaktan ziyade "Biz onları siyasal iktidarımızı güçlü ve kalıcı kılmak için kullandık. Kendimizi yeterince güçlü hissedince de iktidar gücümüzü paylaşmak istemeyip, başımızdan def etmek istedik" demeleri daha namusluca olurdu.
Yani demem o ki; AKP'nin en büyük projesi "Cemaat" ile devletimizi değiştirme ve dönüştürme değilmiydi. Bu AKP-Cemaat prosesi ile devlet ve millet olarak bugün nereye evrilmiş-sek "Kanal İstanbul" gibi devasa bir projesi ile de akibetimizin ne olabileceğini tahmin edebiliriz. Hemen söyleyeyim; Möntro sözleşmesinin tarafımızca delinmesi veya "By pass" edilmesi bahanesi ile taraf ülkeler kendi haklarını koruma adına başımıza işgal de dahil her türlü belayı açabilirler.
Velhasıl kelam "Cemaat"i fetö ihanet sürecine taşıyan "Siyasal İslamcı" akıl fikir ve zekanın ürünü "Kanal İstanbul projesi" beni korkutuyor, güvenmiyorum. Arkasında yine birilerinin "Sokma aklın"nın olabileceğini düşünüyorum. Çünkü aynı akıl ve zeka bizi Suriye bataklığına da 15 Temmuz ihanet sürecine de sürükleyen değil miydi?
2010-2015 ÖSYM sınavlarında çalınan ve sızdırılan sorulara ilişkin bu hileyi FETÖ düşünmüş hükumet de yol vermiştir. Bunun aksini düşünmeyi kimse bize dayatamaz da yutturamaz da.
İşte bu ve başka hileler üzerine yapılmış AKP-FETÖ mühendislik çalışmaları deşifre olmasın diye FETÖ'nün siyasî ayağının ortaya çıkarılmasına mani olmak üzere Cumhur İttifakı elinden geleni yapıyor.
İYİ Parti'nin FETÖ'nün siyasi ayağının açığa çıkarılması için verdiği önergelerde ısrarcı olunca; Meral Hanım'ı FETÖ sopası ile yıldırmak için hakkında gizli oturumlu dava açtılar ama hala bir kere olsun duruşmaya çağırmadılar. Meral Hanım hodri meydan diyor, Cumhur İttifakı tırsıyor.
"Made in Türkiye"
Tanıtımı yapılar arabanın iki modeli de harika. Çok beğendim. Ama öte yandan geçmişte milleti buna benzer görüntülerle mutlu edip sonra da hayal kırıklığına uğratan siyasiler yüzünden yine benzerini yaşama endişesindeyim.
Ben gene de her ihtimale karşı nasıl ki bugün otomobilin tanıtımında olduğu gibi "Seri üretim bandı"nın da tanıtımına kadar ihtiyatlı olmaya devam edeceğim.
İnşallah İHA ve SIHA'larda olduğu gibi somut seri üretimlere de şahit oluruz. Hayırlı olsun. Emeği geçen herkese teşekkür ederiz.
Gezi olaylarında; arkasında emperyalistler var dedik veryansın ettik.
Peki bizim Suriye'de, Libya'da ne işimiz var? Neymiş efendim; davet olursa gidermişiz. Kim kimi davet ediyor peki? Hangi Libyalı'yı hangi Libyalı'ya karşı savunacağız peki? Yani kardeş kardeşi vururken biz taraf mı olacağız?
Libya işgal edilirse tamam orada olalım da; bir ülkenin kendi iç sorunu gereği demokrasisini olgunlaştırma sürecine dışarıdan müdahale edildiği zaman doğal sürece müdahale olacağından sonuçları hiç de o ülkenin hayrına olmaz. Afganistan'da olduğu gibi Irak'da, Suriye'de olduğu gibi.
Libya'ya sivil unsurlarımızla destek olmamız hem ülkemiz için hem de Libya için daha hayırlı olacaktır.
Esad yönetimini resmi yönetim olarak tanıyan Birleşmiş Milletler'in yanında değil karşısında yer alıp "Katil Esed" demeye ve adeta iş birliği yapmamak üzere ant içmeye devam eden o akıl; bu sefer Libya'ya asker gönderme gerekçemizi Birleşmiş Milletler'in tanıdığı yönetimin yanında olmamız gerekliliğine dayandırıyor. Peki aynı gerekçeyi bir an için Suriye üzerine düşünsek ne kaybederiz ki?
Libya'nın sadece yüzde 20'sinde otorite kurabilmiş bir inisiyatife bel bağlayarak politika belirlemek ülkemiz adına oynanan bir kumardır. İnşallah Suriye bataklığına girip de çıkamadığınız gibi Libya'da da aynı akıbet bizi beklemiyordur.
Ülkücülük kurumsal aidiyet değildir
Neymiş efendim; ülkücülük ancak orada olurmuş, burada olurmuş, şurada olurmuş. Bu diplomayı kimler veriyormuş bilemem ama benim diplomam ahanda evimin duvarında.
İmzanın sahibi; Türklük gurur ve şuuru, Türk İmam Maturidi İslâm anlayışı ve yaşayışı.
Bir insanın geçmişi ile çelişkiye düşmesi
Bugün 50 milyon dolar için milli silah fabrikamızı Katar'a peşkeş çekmek zorunda kalmışsak şayet; peki hangi "Hötle" Kanal İstanbul gibi devasa bir projeye kalkışabiliriz.
Bakın Devlet Bahçeli bile geçmişte lânetlediği bu projeyi, bugün karşı çıkanları lanetleme durumuna gelmişse; demek ki cumhur ittifakı açısından her türlü şekilde geçmişi inkar etme gibi bir iflâsı bile kabullenecek haller söz konusu. İşte bu hallerin ne olabileceğini bulmak lazım.
Meselenin aslı şu da olabilir. Ekonomik yıkımın neden olabileceği sosyal patlamaları tetikleyebilecek akıl yürütmeler, sosyal etkinlikler ve tartışmalardan milleti uzak tutarak, zihinleri riski az tartışmalarla meşgul etmektir. Bakın işte; ekonomik kriz hiç konuşulmadığı için kurlarda da fazla oynama olmuyor.
Bunun dışında ille de Kanal İstanbul Projesi hayata sokulacaksa bunun tek izahı; bu projeye bizlerin değil, başkalarının karar vermiş olmasıdır. Aksi durumda evde yangın varken ayna karşısında kaş almaya benzer.
Mehdi safsatası
Mehdi yalanı; az okuyan, az düşünüp, az muhakeme eden; ortalama algı düzeyi çok düşük, öz güven eksikliği yaşayan ve aynı zamanda birilerine tabi olup onların azatlık kabul etmeyen kölesi olmayı kabul etmiş sünepe ve aciz toplumlar için uydurulmuş avuntuya binaen beyhude bir bekleyişin adıdır.
Türk ordusundan emekli bir subay bile bu avuntuya sığınarak beklentiye girmişse, ve de; devletin en tepe noktasındaki insana baş danışmanlık yapıyorsa; içinde bulunduğumuz ahvalin vahametini düşünebiliyormuşsunuz.
Tanrı Türkü korusun ve yüceltsin.
Aksiyoner bir hareketi bağımlı hale getirmek
Kahrolmamak mümkün değil. Aksiyoner, fikri bir hareket; düşünüyor, yazıyor, eyleme dönüştürüyor. Yetmiyor gerekirse inanmışlığı ve adanmışlığı uğruna sonunda ölüm dahil her türlü riski göze alarak devasa güçlere karşı savaşıyor. Yani; haklılığı tescil edilmiş nitelikli nesil yetiştirmiş aksiyoner bir hareket.
Dolayısıyla "Hak mı ulan!... Bedel ödeyenlerin; meşin topa kafa çıkmaktan başka bir meziyeti, bilgi ve birikimi olmayan alaylı birisinin etrafında onun emirlerine ve kullanımına amade olmak" diyerek arş-ı inleten isyanımı herkes duysun istiyorum.
Sizlere bir sırrımın müjdesini vermeyim mi; sanki bu irade teslimiyetine ve gasbına dahil olmamanın üzerimde kahramanlığını hissediyorum. O topa kafa çıkana sunulan "Paketlenmiş irade teslimiyetine" itiraz etmiş olmamın derin hazzını yaşıyorum.
"Öyleyse daha ne diyon?" denebilir. Ancak "Teslimiyete" dahil olmamak elbette vazgeçmek değildir. Gözlerimizi açtığımız yerde aslımızın hala mührü var; dolayısıyla hakkımız da elbette bakidir...