Öğretmenlik görevine başladığım ilk yıllarda (79), öğretmenlerde idealizm, heyecan, sevgi ve saygı sınırsız olduğu gibi, çoğunda tavizsiz kişilik ve gerçek bir kimlik vardı. Özellikle, abilerimiz ve ablalarımız olan tecrübeli öğretmenlerden çok olumlu şeyler öğrendiğime inanıyorum.
Ne olduysa 12 Eylül, anayasa referandumu ve ilerleyen süreçlerdeki sürgünler, görevden uzaklaştırmalar ile görev yeri değişikliklerinden sonra oldu. Öğretmenlerin, bir çoğunda kişilik değişimi yaşanmaya başladı. İktidarlar değiştikçe ve yeni makamların verildikçe, yeni çevreler oluşmakla birlikte, sendikaların açılması ile bu defa öğretmenlik kişiliklileri değişiklik göstermeye başladı. İktidara yakın olmayan sendika üyelerinin sayısı, parmak sayısı kadar az iken, iktidarlara yakın sendikaların üye sayıları sürekli artmaya başladı.
Önceleri suç işlenmemişse, okul müdürleri ile sendikalar ve siyasi iktidarlar çok ilgilenmezdi. İl, ilçe ve şube müdürlüklerinin atamalarında çoğu zaman siyasiler, bazende hatır gönül atamaları yapılırdı. Maalesef 12 Eylül sadece demokrasiye değil, eğitim camiasındaki bazı arızalı genleri de ortaya çıkardı. Elbette böyle masumane kalmayacaktı. Üniversiteler, müdürler, öğretmenler derken, yeni nesil onlarca farklı mesleklerle birlikte, öğretmen olarakta yetişmiş oldu. Bu arada, fırsattan yararlanan bazı siyasi oluşumlar ile cemaatler de (malum cemaatler gibi) kendi fikir ve ideoloji dünyalarına göre öğretmenleri yetiştirmiş oldular.
Aradan geçen yaklaşık 30 yıllık sürede, öylesine bir karışıklık yaşandı ki. Sanki eğitimin yerini, eğitimsizlik ve kıyım ordusu sarmaya başladı. 2003-2010 yılları aasında, AB kriterlerine uygun, UNİCEF’in 10 yıl gibi uzun süre katıldığı müfredat ve demokratik programların güncellendiği, merkezi yönetimin gücü ile büyük hamleler, yenilikler yapılarak bir sistemin oluşturulması İçin çalışıldı. Öğretmenler ve okul müdürleri adi bir suç (taciz, hırsızlık, ahlaki) işlemedikleri sürece, özelikle okul müdürlerine kolay kolay dokunulmazdı.
Ne olduysa, 2012 yılında MEB’de ateşlenen fitil ve fitildilerin varlığı ile okul müdürleri üzerinde entrikalar, pazarlıklar ve kıyımlar başladı. Bu kıyımlar, adaletsizlikler, hukuksuz puanlama ve mülakatlar haksızlığı meşrulaştırdı. Bu durum, elbette ki öğretmen, öğrenci ve okulların iklimini de olumsuz yönde etkilemeye başladı. Sadece bununla kalmadı, müfredat programları, ders programları ve işleyiş alt üst oldu. Göze çarpan, başarılı, kimlik ve mesleki kişilik sahibi müdürler, pazarlıkları kabul etmeyince görevlerinden alınmaya başladılar. Artık hükmü, Ankara’da bir kaç boş kişi ile ilgili sendika veriyordu.
Buraya kadar biraz normal diyenler olabilir. İşte öyle olmadı. Her ildeki veya bölgedeki dik duruşlu, kişilikli ve kimlik sahibi artist müdürleri görevden aldılar ya... Ha!.. İşte, “suçsuz, adil, tertemiz, çalışkan ve bu kadar güçlü müdürleri görevden alabiliyor ve aldırabiliyoruz! Sizi sabah alırız.” havası estirilir, korku mesajı verilince; nerdeyse müdürlerin çoğunluğu ilgili sendikaya üye olmaya ve öğretmenlerini üye yaptırarak, yetkili ve etkili sendikaya şirin görünmeye başladılar. Sendika şirin görünmekle değil, yetkili olmak ve tüm gücü elinde tutmakla ilgileniyordu. Küçük düşünen eğitim müdürcükleri ise, minik koltuklar ve etraflarındaki yağdanlık öğretmenler ile veliler tarafından pofpoflanmak.
Buradaki sözlerim sendikadan çok, o sendikaya o kadar hızlı üye olan ve sendika dışındaki bazı insan kılıklı yöneticilerin isteklerini hemen kabullenen okul müdürleri veya usulsüz atanan binlerce müdür ile göreve gitmeyen, derse girmeyen muhterem öğretmenler. Sendika bir STK olmakla birlikte, fikrine yakın olduğu siyasi iktidardan önce, 20 bin civarında üyesi olan, legal bir sivil bir örgüttür. Esas mesele, kurulduğu günden 2002’ye kadar 20 bin, 2002 yılından 2010 yılına kadar 150-200 bin civarında üyesi var iken, 2012-2016 yılları arasında yarım milyonu, 500 bini aşmasıdır. (Sayılarda standart yüzde 4-6 şaşma olabilir)
Geçmişte, sendikaların bazılarından üyelik ile birlikte karşılıksız, il ve ilçe müdürlüğü gibi teklifler aldım. Nezaketlerine teşekkür ediyorum. Özelikle STK temsilciliklerinde arkadaşlarım olduğu gibi, eğitim sendikalarının tümünde arkadaşlarım, dostlarım ve görevdaşlarım bulunmaktadır. SöZüm kişilere, muhalefete, geçmiş iktidar veya şimdiki iktidara DEĞİL... insanların siyasi düşünceleri, inandıkları veya görüşleri değil. İktidarlara, sendikalara, yönetenlere ve güce taparak, değişim ve başkalaşım (kurbağa) geçiren eğitimci ve akademisyenlerin bedbaht halidir. Hadi bunlara da razı olalım. Şimdi yeni bir moda oluşmuş.
Sendika, güç, yönetim ve iktidarların emrinde yıllarca çalıştıktan sonra, emekli zamanı gelenler, iki üç ay önceden kullanmadıkları izinleri kullanarak ve rapor alarak günlerini ayrılacakları günü beklerken, sosyal çevrelerinde bulunanlardan rest yememek için “beni görevden aldılar” veya emekliye ayrılınca “düşüncelerimden taviz ve kimseye hesap vermeden emekliye ayrılıyorum” diye, itibar kazanmaya çalışıyorlar. Gülüyorum....
Açıkçası, “bir yerlere yamandık ve görevimiz bitti, bizi içinize kabul edin” demek yerine, yaranmak İçin yıllarca birlikte hareket ettikleri, üye oldukları ve söylenen tüm emirleri yerine getirenler, emekliye ayrılınca ezikliklerini göstermektedirler. “İstediler gittik, yaptık, emir aldık ve şimdi yuvamıza döndük. Aslında biz sosyaliz, şuyuz, buyuz” diyerek, net şekilde satılık olduklarını, yıllardır menfaat İçin üye oldukları sendikayı emekli oldukları sabah sattıkları görünmektedir. Sendikalara gönül vermiş, inançları ve düşünceleri gereği orada bulunan, tüm riskleri alan sendika veya iktidara yöneticileri; emekliye ayrılınca sizi satanlar, kırk yıllık arkadaşlarını, dostlarını, inandıkları davalarını ve her şeylerini satmışlardı zaten.
Toplum iki şeyi öğrenemedi. Dost ile postu. “Dost zor gününde yanında, post hava şartlarında üstünde bulunur.”
“Ey güçlüler; korkunuza, kokunuza ve postunuza gelenler ile her söylediğinize evet diyenlere değil, eyvallahsız, dik duruşlu, cesur, risk alan ve gerçekleri konuşanlara yaklaşınız.”
Sevgiyle...