Öyle kötü bir dönemden geçiyoruz ki kesilen ağaçları, kaybolan su kaynaklarını, iklim değişikliğini, virüs salgınları, taşkınları, kuraklığı, yokluğu ile bir alt üst oluş yaşanıyor. Çevreye o kadar çok zarar verdik ki onun sonucunda büyük felaketler yaşanıyor. Korona hiç ayırım yapmıyor; zengin, fakir, ünlü, ünsüz, beyaz, kara. İnsan nüfusunun hızlı artışı, ormanların madenler, konutlar için kesilmesi, endüstriyel hayvancılığın giderek yoğunlaşması gibi etkenler mikropların evrimleşmesi, ortaya çıkması için çok uygun bir ortam sağlıyor. İklim krizine, hava kirliliğine karşı mücadele etmek ve okyanuslarımızı korumak sağlıklı bir gezegen için salgın hastalıklarla mücadele etmek kadar önemli.
Dünyamız zor günlerden geçiyor ve küresel bir etkileşim söz konusu. Afrika’da kanat çırpan bir kelebeğin batıda fırtına yarattığı; Asya’da yarasa yiyen bir Çinli’nin bütün bir insanlığı hasta ettiği bir çağdayız.
Salgınlar türümüzün, felaketler karşısında ne kadar hassas olduğunu, çevrenin önemini görmek açısından pek çok ders içeriyor. Virüs nedeni ile sokağa çıkma yasağı sonrası Çin’in sisli puslu semasının aydınlandığını gördük. İnsanlık korona virüsü ile savaşırken doğa kendini yenilemeye başladı. Havadaki kirlilik oranı azaldı, boşalan yollar, caddeler çöplerden arındı, trafiğin korkunç gürültüsü yerini tenhaya bıraktı. İtalya’da turist akınına uğrayan Venedik’de çamura dönen su berraklaştı, balıklar su yüzeyinde görülmeye başladı. Haliç daha temiz, balık çeşidi ve sayısı arttı.
Herkes önce temel yaşam malzemelerine yöneldi. Gereksiz yere aldığımız teknolojik ürünlerin yüzüne bakan yok, tüketim şeklimizi değiştirdi. Herkesin stok listesinde un, makarna, şeker, yağ, bakliyat ve su gibi temel ihtiyaç malzemeleri var. Yani ihtiyaç fazlası tüketim veya ihtiyaçmış gibi algıladığımız her türlü ürün, bir anda hayatımızdan çıkıverdi. İnsan ilişkileri normale dönmeye başladı. Görsele dayalı yaşam, hayatta kalmaya ve yakınındakilerin önemini kavramaya, aile ilişkilerinde ve akrabalıklarda kaynaşma canlandı.
‘Sokağa çıkmayın’ uyarısından sonra dizilerden filmlere daha önce izleyemediklerimizi izlemeye başladık, eskiden oynadığımız oyunları yeniden oynamaya başlayacağız. Evde ‘iskambil oyunu’ ile ‘al kızı ver papazı’ oyunu oynamayalım, karantinada kumarbaz olmayalım. ‘Bul karayı al parayı’ sokaktan eve taşınmasın. Onun yerine Pandemi diye bir oyun var; bu türe işbirliği oyunları diyorlar. Oyuncular ortak bir hedefe ulaşabilmek için işbirliği yapıyor, ortak stratejiler geliştiriyor. Sonra hep birlikte oyunu kazanıyor ya da kaybediyoruz. Bulmaca çözmek, isim şehir oyunu ve tabu oyunu ile eğlenerek öğrenebiliriz. Evde vakit geçirirken en iyi değerlendirme kitap okuma, belgesel seyretme, müzik dinlemenin yanında film seyretmeye başlayacağız.
Eskiden büyük felaketler sonrası suyun ekmeğin, paradan ve petrolden daha değerli olduğunu anlatan filmleri izlerken, şu an dejavu yaşıyoruz. Maymunlar Cehennemi‘nde insan türünün virüs ile yok oluşunu izlemiştik, kurtulanların tek dertlerinin hayatta kalmak olduğunu sanal izlemiştik, şimdi gerçeğe döndü. 12 Maymun filminde dünyada tehlikeli olan bir virüs, yaklaşık beş milyar kişinin ölümüne yol açmıştı. Geriye kalan az sayıdaki insan yer altlarına kurdukları barınaklarda yaşamlarını sürdürebilmekteydi. Bu esnada virüsün yok olması için bir çözüm yolu bulan insanlar, zamanda geriye gidebilecekleri bir zaman makinesi yaparlar. İlk test sürüşü içinse eski bir mahkûm olan James Cole gönüllü olur. James kendisini yedi yıl geride, bir akıl hastanesinde bulur. Akıl hastanesi gibi bir ortamda gelecekten geldiğini ve misyonunu anlattığında ise gerçek anlamda akıl hastası etiketi yemesine neden olur. Bugünlerin olacağını bilim kurgudan seyretmiştik, başımıza geleceğini düşünmemiştik, anlatanları deli veya komplocu diye küçümsemiştik. Contagion (2011) Bulaşma isimli film, bir virüs salgınını anlatıyordu. Dünyayı saran bir salgına karşı mücadele eden insanların hastalığı yenme çabalarına değiniyordu, şimdi o filmi yaşıyor gibiyiz. İnsanoğlunun afetlere karşı mücadelesini eskiden filmlerden sanal olarak izlerdik, şimdi gerçek hayatta benzerini yaşıyoruz.
Batı kaynaklı bilim kurgu filmlerinin ortak özelliği, sular çekilmiş, kıtlık boy göstermiş, teknolojiler ve ekonomiler çökmüş ya da ölümcül bir virüs neredeyse dünyanın tamamını yok etmiş, medeniyetlerin çöküşünü konu almışlardır.
Korkusuzlar (2017) adlı yabancı filmde, bir hikâyeden esinlenen filmde bir itfaiye ekibinin çok büyük bir yangını söndürme mücadelesi anlatılıyordu. Bizde ise salgına rağmen görevini bırakmayan, sağlık çalışanlarının özverili çalışmaları bu filme çok benziyor. Önceden dövülen, sövülen, hakaret edilen sağlıkçıların kıymeti koronavirüsü salgınına karşı gösterdikleri örnek mücadele sonrası alkışla ödüllendirildi. O filmden daha gerçek bir korkusuzluk, cesaret ve erdemlilik örneğidir bugün ülkemizdeki gerçek kahramanlar; sağlık çalışanlarıdır.