Fırsatçılık bir meslek hastalığıdır

Ercüment TUNÇALP

Ticari hayat yüksek enflasyon iklimine maruz kalınca, ortamın yarattığı kolay kazanç alışkanlığı fırsatçılığı kalıcı hale getiriyor.

Hani çocuklar hastalandığında eskilerin çok kullandığı bir söz vardır; “hastalandığına değil, huyunun değiştiğine yanarım” diye…  

Çünkü hastalık geçicidir ama huy kalıcıdır. Aynı durum burada da geçerlidir. Yüksek enflasyon geçicidir ancak fırsatçılık bünyeye yerleşmiştir bir kere…

Bu kişiler enflasyonsuz ortamı sevmezler. Zira ek kazanç yolu tıkanır, çabuk afişe olurlar. Ancak bu sefer de başka yollar ararlar. Örneğin kaliteden tavizi kazanca çevirmek gibi…

Fırsatçılık sebep değil sonuçtur. Zira yüksek enflasyonun rüzgarı ile daha kolay vücut bulur. Ancak bulaşıcı tarafı ihmal edilirse gelecekte enflasyonun ana sebepleri arasına da dahil olabilir. Maliyet artışına göre zam yapmak yerine ‘biraz daha fazlasını münasip görmek’ şeklinde gelişir. Bu kadarla kalsa yine iyidir, sürekli daha fazlası talep edilir hale gelir.

Fiyatlama davranışları bir kere bozulunca; sapla samanı ayırmak da kolay olmaz. Hem fırsatçılık yapıp hem de yanıltıcı kampanyaları (indirimleri) sanatsal kabiliyetle sahneye koymak da her zaman mümkündür. “Cambaza bak” durumuna takılı kalan tüketici de çoğu zaman esas ayrıntıyı kaçırabilir.

Talep gören, stok devir hızı yüksek ürünler fiyat artış dönemlerinde çok kazandırdığı gibi yemleme indirimlerle şaşırtmanın en kullanışlı aracı olabilir. Bu örnekleri çok verdiğim için fırsatçının aynı ürünü indirimde bile rakiplerinden yüzde 30 pahalıya satabildiğini hatırlatarak bu kısmı geçelim.   

Et gibi istisnai kategorileri de ayrı değerlendiriyoruz zaten. Evet arz eksiği olan kırmızı etin fiyatı tüketici alım gücünün çok üstüne çıktığında talep de sınırlı olarak düşüyor. Üstelik hükümette bunun için ithalat kanalını açık tutuyor. Ancak kırmızı etten tamamen vazgeçmenin mümkün olmadığını çok iyi bilen bazı fırsatçılar fiyatları tırmandırma faaliyetine hiç ara vermiyorlar.

Örneğin et piyasasının hem karkas olarak toptan fiyatında hem de parçalanmış olarak perakende fiyatında euro ve dolar bazında dünyanın en pahalı fiyatlarına sahip olduğumuzu sık sık tekrar ediyorum. Ancak hâlâ bu kategoriye ait bir meslek kuruluşunun başındaki muhtereme mikrofonu uzatıp, kendisine ait gerekçeleri sıralamasını istiyorlar ve sabırla da dinliyorlar. Zira hükümetin hayvancılıkla ilgili yanlış politikalarını yetkili bir ağızdan duyurmak kullanışlı bulunuyor. O da büyük bir  coşkuyla, “hâlâ fiyatların yetersizliğinden, maliyetlerin yüksekliğinden” şikayetle faturayı sisteme çıkartarak daha fazlasını talep ediyor. Aşırı fiyat artışlarının üzerinden çok kısa bir zaman geçiyor, aynı muhterem, “bunun da yetmediğini ve artışların sürmesi gerektiğini” ifade edebiliyor. Bu arada birileri de çıkıp (bizim dışımızda), dünyanın her yerinden daha pahalı olan fiyatlarımızın nedenini kendisine sormuyorlar. Öyle ya eğer bir ürün fiyatında döviz bazında dünya şampiyonu iseniz sizin ne maliyet gerekçeniz ne de makul kâr iddianız dinlenmez, aksine sorgulanır.

Böylece bizde enflasyonla mücadelede netice alınamamasının ilk sebebi olarak toplumsal bölünmüşlük, ikinci sebep olarak da boşvermişlik seviyemiz öne çıkıyor. Bunları aşamadığımız sürece bu mücadeleyi kazanma ihtimalimiz yoktur. Ancak birçok fırsatçı zengin yaratma kapasitemiz vardır.

“Türkiye’de yüksek enflasyonla birlikte ticari ahlakın dozu kaçtı. Maalesef birçok şeyi bahane edip zam yapan insanlar var” sözünü reel sektör içinden işadamlarının toplandığı bir derneğin başkanından duyuyoruz. Daha ne olsun ? 

Ölçünün kaçtığı kategorilerden biri de kafe ve restoranlardır. Bazıları 10 ay içinde fiyatları dolar bazında ikiye katlayabiliyorlar. Yukarda da belirttiğim gibi bu ülkede her yapılanı, “yüksek enflasyona bağlamak” gibi bir alışkanlık peydah olmuştur. “Maliyetlerimiz elvermiyor”,  “Sattığımız fiyattan yerine koyamıyoruz.” Bitti !

Bu sağlam gerekçelerle fiyatları coşturmak legal hale geliyor !  

Geçtiğimiz günlerde Cüneyt Özdemir programında ; İstanbul Havalimanı ile Londra Heathrow Havalimanı içinde yer alan aynı kafe zincirlerinin fiyat kıyaslamalarını yayımladı. Elbette yine euro bazında biz daha pahalıyız. Artık TL değerleriyle fahiş fiyat aramıyoruz. O aşamaları çoktan geçtik, dolar-euro değerleriyle de fahiş fiyatlarımız mevcuttur.     

Piyasada 110 TL’lik tek kurabiye fiyatı sebebiyle yapılan boykot çağrıları buz dağının sadece görünen kısmıdır. Bayram tatilinde Yunan adalarına geçenlerin, yemek fiyatlarında bizimle kıyaslanamayacak euro bazındaki ucuz fiyatları  sosyal medyada sergilemeleri de aynı fasıldandır…   

Konaklama fiyatlarındaki rezalete en taze örnek ise Antalya’da bir otelden geldi. Bir Türk vatandaşından “milliyet farkı” gerekçesi ile 120 euro fazla ücret alınması fırsatçılığın da ötesinde bir durumdur. Gözü kara bu işletmenin adını vermiyorum. “Bize bir şey olmaz” özgüvenine sahip olmasalar, fatura üzerine açık açık “120 euro milliyet farkı karşılığında tahsil edildi” açıklamasını bu kadar rahat koyamazlardı. Yıllardır aynı uygulama var ama itiraf yeni gelmiş…

Şimdiye kadar yaptığım küresel fiyat kıyaslamalarında dövize endeksli fahiş fiyatlarımızı aktarmaktan ben bıktım. Artık bu kabul gören gerçek durumu daha fazla örnekle beslemek gereksizdir.   

Sonuç olarak; yüksek enflasyonla mücadele sadece devletten beklenmez. Fırsatçıların bu yola mayın döşemesi de engellenmelidir. Yoksa halkın bir kısmı enflasyonu sadece yönetimsel hatalara bağlar, halkın diğer kısmı da sadece fırsatçıları tek suçlu ilan ederse bu işten hayırlı bir sonuç çıkmaz.

Kafe ve restoranların tamamını boykot etmek hatalı bir davranıştır. Mesleğini düzgün yapanları ve sadece enflasyonu fiyatlara yansıtanları ayırmak gerekir.

Bu mücadele her türlü önyargılardan kurtularak yapılırsa netice verir. Yoksa problemler önümüze hep ortaya karışık gelmeye devam eder ki; sadece  fırsatçılar doyarken, vatandaşın çoğunluğu da o sofradan aç kalkar.