Perakende sektöründe yıllardır onlarca yazıda yer verdiğim, enflasyona katkısı olan eylemleri, değerli Mahfi Eğilmez hoca küresel kabul görmüş orijinal adları ile sınıflandırmaya başlayınca, çoğunluk tarafından yeni ortaya çıkmış gibi algılandı. Öncelikle hocaya bu önemli konuya dikkat çektiği için teşekkür etmek, sonra da bu hilelerin geçmişinden biraz bahsetmek lazım…
- Skimpflasyon: İçeriği değiştirerek (taklit tağşiş) enflasyona etki etmek anlamı taşır. Bu konu hakkında sadece 2017 yılından bu yana tam 30 adet yazı kaleme almış, sonuncusunu da “Gıda denetim sonuçları açıklanmalı” başlığı ile aktarmıştım.
- Shrinkflasyon: Miktarı azaltarak (fiyat ve ambalajı değiştirmeden) enflasyona etki etmek anlamındadır. En az 30 seneden beri süren bu etik dışı davranışa birçok yazımın içinde yer vermekle birlikte müstakil bir yazı halinde de 3 yıl önce “Shrinkflasyon tehdidi” başlığı ile sunmuştum.
- Greedflasyon: Zaten yüksek olan enflasyonun da üzerinde açgözlü fiyatlandırma yaparak mevcut ortamdan faydalanmayı tarif eder. Eski yıllarda ürünü saklayarak oluşturulan karaborsa fiyatları saymazsak, bu eylem yüksek enflasyon yaşadığımız son senelerin hastalığı olarak öne çıkar. Böyle dönemlerde makul kârın üstüne çıkarak fahiş fiyat yapanın ve bir de stoğu artırarak kazancı katlayanın kendine göre geçerli bir sebebi vardır. “Malı sattığım fiyata yerine koyamam” bahanesi en yaygın olanıdır.
Bu konuda da 9 adet yazımın sonuncusunu 2 yıl önce “Fahiş fiyatın ölçüsü nedir?” başlığı ile sektöre aktarmıştım.
Yukardaki üç eylemin de ortak sonucu haksız kazançtır. Sağlıkla ilgili olumsuz yönleri vardır, gayriahlaki boyutu vardır, enflasyona yaptığı katkı ise hiç inkar edilemez. Dolayısıyla çok geniş haliyle ele almak gerekir. Dünyada literatüre girmiş olsa da bizim direkt hayatımıza girmiş bulunmaktadır.
Zira dünyada bu kadar yüksek enflasyon olmadığından kötü niyetliler için en uygun hazır alt yapı sadece bizde bulunmaktadır. Bu konudaki yaratıcı ve cesaretli girişimci örnekleri de hayli fazladır. Nasıl olsa “kavgada yumruk sayılmaz”, “bizim de bu çorbada tuzumuz olsun” diyerek enflasyona katkıdan geri kalmazlar. Elbette kendi paylarını ayırmayı da ihmal etmezler.
Cezalar ödenir ve aynı şekilde yola devam edilir. İfşa mekanizması son 2 yıldır devre dışı bırakıldığı için biz bir kısım kabahatleri ancak yurt dışındaki kaynaklardan, en fazla da RASFF (Gıda ve yem için hızlı uyarı sistemi) bildirimlerinden öğreniyoruz. Oysa hile yapanı ifşa etmek tek çözümdür.
“İki ülkede iki alışveriş” yazı dizimizde onlarca ülke ile fiyat kıyaslamaları yaptım. Bizde döviz bazında bile pahalı olan birçok ürüne dikkat çektim. Daha fenası kişi başı geliri bizden en az 3-4 kat fazla olan ülkelerdeki ithal muz fiyatının bizim yerli muz fiyatından ucuz olduğunu ortaya koydum.
Et fiyatlarının hem karkas hem de kg olarak en uçuk fiyatlarla yine döviz bazında bizim bazı satış noktalarında satılmasının ne mazot ne de yem maliyetiyle izah edilemeyeceğini örneklerle ve matematik olarak, “Kırmızı et sorunu ne olacak?” başlıklı yazımda açıklamaya çalıştım.
O günler geçti ve fırsatçılık bütün hızıyla devam ediyor. Asla genelleme yapmıyorum. Her meslek grubu içindeki bir kısım azınlığın açgözlü fiyatlandırma yapmasından ve piyasayı bozmasından bahsediyorum.
Ve de bütün tüketicilere soruyorum;
- Restoran ve kafe işletmecileri arasında böyle örnekler yok mu?
- İthal markalarda diğer ithalatçı ülkelerden daha yüksek dövize endeksli etiketlere rastlamıyor muyuz?
- Bazı özel okul fiyatlarında enflasyonu kat be kat aşan fahiş fiyat artışlarına tanık olmuyor muyuz?
Cevaplar belli olduğuna göre bu tuzaklardan korunacak dikkati göstermeye mecburuz.
Sonuç olarak; market raflarında rastlanan en yaygın hile kalitesi ile oynanan ürünlerdir. Şu anda zeytinyağ, bal, süt ürünleri, et ürünleri, atıştırmalıklar rekor kıran kategorilerdir. Gözünü iyice karartanlar arasından; üzerine salep yazdıkları ambalajın içine salep koymayanlar, limonata yazdıkları ambalajın içine limon suyu ilave etmeyenler, bal kavanozuna arı ile temas etmemiş yapay bal koyanlar ilk akla gelenlerdir. Bu örnekleri artırmaya kalkarsak sayfalar yetmez. Tüketicinin içerikleri dikkatle incelemesinden başka çaresi yoktur. Alışverişe giderken yanlarında büyüteç taşımalarını tavsiye ederim.
Fiyat ve ambalajı değiştirilmeden miktarı azaltılan ürünler için de tüketiciler dikkatli olmak zorundalar. Yoksa 250 gr tereyağ aldım zannederek 225 gr tereyağ ile eve dönebilirler. Veya 500 gr yerine 450 gr ile yetinmek zorunda kalabilirler. Aynı teşebbüsler karton meyve sularında, kare çikolatalarda ve şampuanlarda da geçerlidir. Havlu ve tuvalet kağıtlarında ruloların kısalması da aynı fasıldandır. Burada da kategori bazlı gramaj standardı tek çözümdür.
Ne üretim eksikliği ne de üretim maliyeti sebeplerine dayandırılamayacak kadar fahiş fiyatlandırmalar vardır. En canlı örnek; üretim fazlamız olan ve bazı bölgelerde bahçede kalan narenciye (portakal, mandalina, greyfurt, limon) çeşitlerimizin, ithalatçı ülkelerle eşitlenen fiyatları fırsatçılık değil midir ?
Artık teknoloji yardımıyla dünyanın her yerindeki raf fiyatlarına ulaşmak beş dakikamızı alıyor. İşte bizde üreticide 4 TL olan ama bazı tezgahlarda 35-45 TL arasında satılan Washington portakalın, İngiltere marketlerinde 1-1.20 sterlin (38-45 TL) olması normal karşılanabilir mi ?
Ülke genelinde aynı kalibrajdaki mandalina murcott bazı market zincirlerinde 16 TL’ye, bazı market zincirlerinde ise 35 TL’ye satılabiliyor. Böyle bir fiyat aralığı olabilir mi? 16 liraya satan da para kazanmıyor mu ?
Ahlaki sorumluluk; Bireyin veya kurumun eylemleri esnasında, topluma karşı kendini zorunlu hissettiği yükümlülüklerdir. Bir kere terkedildiğinde tekrar kazanılması zor olduğundan, sadece enflasyon için değil her türlü riske karşı da mücadeleyi zorlaştırır...