GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ...
Suya sabuna dokunmadan bir yazı sunsam ister misiniz? Buyurun, size “Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer..” gibisinden anı kırıntıları.. İzmir’den ve basın mesleğinden kırıntılar.
1964 yılı Nisan’ında İzmir’e geldim. Bir kimsenin bir kentte gazeteci olarak çalışabilmesi için o kenti tanıması gerek. Ben İzmir’i göreve başladığım sabah gördüm.
Ve öylesine komik olaylar yaşadım ki, şimdi şaşmaya devam ediyorum. O haber kaynağım kimseler ne sabırlı insanlarmış ki, bana katlanmışlar. Sözgelimi bana görev alanı olarak Zeytincilik Enstitüsü’nü vermişler. Ben zeytini sofrada görmüş biriyim.
Ve Enstitünün bahçesinde Müdür Süleyman Beye soruyorum.
“Yakınımızda zeytin ağacı var mı? Ben zeytin ağacını görünce tanımak isterim.”
Müdür bey gülmüyor. “Şu çevremizde yerden bir karıştan daha fazla ne görüyorsan, bil ki o ya zeytin fidanıdır, ya da zeytin ağacıdır.”
“Haaa, öyle mi? Hay Allah..”
Zirai Fimügatuvar Müdürlüğü’ne gidiyorum. Bu yabancı lafın ne anlama geldiğini yıllarca anlattılar, ben de yıllarca anlamış gibi yaptım. Kuru inciri bir şeyden geçiriyorlar, onun adına bunu diyorlar da benim cumhuriyetimin kurucusu “Dilimizi yabancı diller boyunduruğundan kurtarma” yı buyurmuş. Bu lafın boyunduruktan ne farkı var, aklım ermedi gitti.
Ahmet Alp vardı, rahmetli. Bana ille de bir şey içirmenin her gidişimde savaşımını verirdi. Ve ısrar ederken biricik lafı “Ölümü öp bir şey iç,” derdi. Bana karşı öylesine sevgi doluydu ki, unutamıyorum. Teknik Ziraat Müdürlüğünde yakın dostlarım vardı.
Bir Sabahat Hanım vardı. Bağcı üzümcü idi ve doktorası da vardı.
Bir gün odasında yoktu, arkadaşları “konuğun var,” diye çağırmışlardı. Beni görünce “Hay Allah sen miydin, ben de önemli biri geldi sanmıştım,” demişti de ben alınmamıştım ama arkadaşları onu ayıplamışlardı.
Ben şunun için alınmamıştım. Aslında ben gerçekte önemli biriydim. Türkiye çapında roman yarışması kazanmıştım. Radyolarda oyunlarım yayınlanıyordu. İzmir’in Kahramanı Gazeteci Hasan Tahsin Bey hakkında “Anıt Adam” adlı kitabı yazmıştım.
Ama, o arkadaşlar kendi işlerinin dışında dünya ile pek ilgilenmediklerinden benim çapımı görebilmekten uzak kişilerdi. Ben de onları hoş görüyordum. Yoksa, bütün bü niteliklerim olmasa bile bir Anadolu Ajansı Muhabiri haftada üç gün gelip senden haber soruyor, bu kişi önemli değilse, kimdir önemli olan? Belki yanlıştır ama, ben böyle düşünürdüm.
Ziraat Fakültesinde Bayraktar hoca vardı. Her yıl serada ilk domates yetiştirildiğinde haber yapmam için beni çağırtırdı. Haberi yazardım. Bana da iki ya da üç domates verirdi. Bir keresinde Orhan Rahmi Gökçe Müdürüme bir domates verdim. Dili tutuldu.
Ocak ayı başında domates.. O günlerde aydan getirilmiş bir taş kadar ender bir şeydi.
Sonra sonra turfanda sözcüğü dilimizden kalktı.
Şimdi ayak üstü aklıma geliveren kırıntılar bunlar. Bir de suya sabuna dokunmadan dedim ya, ona dikkat ediyorum. Ölmüşleri rahatsız etmemek adına.. Hayattakileri celallendirmemek adına.. Ancak bunları yazabiliyorum.
Bu yazımı bir olayla bitireceğim. Anadolu Ajansı Halim Alanyalı Pasajının dördüncü katındaydı. Bizden yukarıda, çatıda çoluk çocuğu ile bir İbrahim amca otururdu. Dünya namuslusu bir insan.. Aramızdan birinin de babası. Şimdi uzman doktor bir değerli kişi var, onun da babası.. Pek çok varlıklı kişinin çocukları serseri olurken, oncağız çocuklarını pırlanta etti. Bir kızı vardı, o da sağlıkçı oldu.
Derken sabahlardan bir sabah İbrahim amcayı dört büklüm olmuş halde temizlik yaptığı sırada gördüm. Güzelim dimdik ve sağlıklı adam ayaklarının üstüne basamaz haldeydi ve yıkılmamak için zor ayakta duruyordu.
“Hayrola, İbrahim amca?” dedim.
“Sorma, dedi, sorma…”
Neden sonra anlattı. O gece pasajın ön yüzünde dükkanlardan birine hırsız girmiş. Polisimiz “Bu işte parmağı var mı,yok mu” olduğunu belirleyebilmek için gece yarısından sabaha kadar ayaklarının altında kırk sopa kırmış. Adamı haşat edinceye kadar değneklemişler. Onun temiz biri olduğuna ondan sonra karar vermişler.
Rahmetli aylarca kendine gelememişti. Oysa İzmir Valiliği binası ve de Emniyet Müdürlüğü yirmi, ya da kırk metre ötedeydi. İzmir İkinci Şube Müdürlüğü Halim Alanyalı Pasajı’nın arka yüzündeydi. O gün İbrahim Amca’ya kim el kaldırdıysa “Eli kırılsın,” diye hep beddua ettim.
Acaba haksızlık mı etmiştim?