Geçmişte yaşadıklarımla övünmem. Ancak, kimi olaylar var ki, geçmişte yaşadıklarımı çağrıştırıyor. O nedenle de yazmaktan geri duramıyorum. Kaan Biçkin adını taşıyan on dört yaşında torunumun sergilediği bir güzellik beni bu yazıyı kaleme almaya özendirdi.
Kaan Biçkin Danimarka’da doğdu. Danimarka’da sekizinci sınıfa gidiyor. Yeni yıla Türkiye’de girmek üzere İzmir’e geldi. On iki gün sonra da Kopenhag’a döndü, okuluna devam ediyor. Annesinin ve babasının akıllı çocuğu. Benimle Hayruş’un de gurur kaynağımız olan yedi torunumuz arasında yaşça en küçük olanı...
Kaan boş zamanlarında elindeki cep telefonundan İngilizce bir romanı okuyor. Yazarı Danimarkalı. Romanın bir yerinde baklava’dan söz edildiğini, Baklava’nın da Yunan Tatlısı olarak anlatıldığını gören o yaşta bir çocuk ne yapar?
Bu soruya “Pek çok çocuk fark edemeyebilir” diyen de çıkar. Belki de “Eee ne olmuş yani, üç beş yüz sayfada böyle bir iddiaya yer verilmişse…” diyen de çıkabilir. Peki, benim Kaan’ım ne yaptı? Kitapta bu söylemi gördüğü anda, hemen sözlüklere, ansiklopedilere baktı.
Baklava’nın Türk tatlısı olduğunu gösteren kayıtlar üzerinden notlar aldı. Ve teknolojinin gözüne kurban olayım, Danimarka’yı aradı, yazarı buldu. Yanlışını ona anlattı. Yazar bayan ciddi ciddi Kaan Biçkin’i dinledi. “Durumu inceleyip seni arayacağım” dedi.
Yarım saat içinde Yazar Kaan’ı aradı, “Haklısın, çocukluğumda yunan bir aile komşumuzdu. Onlardan dinleyip yazmıştım. Bu yanlışı düzelteceğim” dedi. Biz evde Kaan’nın bu çabasını biraz da imrenerek izlerken benim geçmişte yaşadığım benzer olaylar aklımdan geçti.
Yirmili yaşlardaydım. Ankara’da bir gazetede düzeltmen olarak çalışıyordum. İstanbul Üniversitesi rektörlüğünde de bulunmuş, o dönemde çokça ünlü bir eğitimcimiz vardı, Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu. Yazısında bir kopukluk gördüm. Bunu kendisine duyursam, memnun olacağını umdum. Telefonda anlatmaya çalıştığım sırada beni dinlemedi bile.
“Kardeşim sen benim yazımda yanlış bulacağına gazetenin başka sayfalarına bak” dedi ve telefonu yüzüme karşı kapattı… Ertesi gün yazı o yanlışla çıkınca seksen yaşında adam özür dilemeye geldi ama, ne yazık ki, kırılan kalbimi onaramadı.
Bir başka olay… Internette bir tartışma grubundaydık. Ankara’dan bir sosyoloji doçenti “Takdir” sözcüğünü “Taktir” biçiminde yazıyordu. Hatırlatacak oldum, bana galattan malattan söz ederek tepeden bakmaya çalıştı. Sözlükten sayfaları yolladım. Bu iki kelimenin birbirinden ayrı olduğunu anlattım. Yelkenleri suya indirdi. “Zeynel Bey takdir edersiniz ki…” diye başlayan mektup yazdı. Ona darılmadım.
Bir başkası Almanya’da oturuyor. Grupta çirkin sözleri aklınca üstünü örterek yazıyordu. “Hiç kullanmasan daha iyi olmaz mı?” diye yazacak oldum. Bana yanıt verdi. Üstünü perdelediği çirkin sözleri açık açık yazmak edepsizliğini gösterdi. Ben sustum.
On gün geçmedi. O şeyden mail aldım. “Efendim, özür dilerim. Ben eşeklik ettim” diyordu. Ona yanıt vermedim. Eşekliğiyle kalmasına izin verdim. Haberleşmiyoruz.
Bu yazıyı şöyle bağlayayım. Benim bir özelliğim de kim nerede, dil yanlışı yaptı, ona ulaşıp yanlışını hatırlatmaktır. Kimileri hemen dikkate alıyor. Kimileri de kulak ardı ediyor. Size her kim “Şu şöyle olmalı” derse hemen tepki göstermeyin. Durumu inceleyin.”
Zararlı çıkmazsınız…