Gençler eski Türkiye'yi tanıyın

Fazlı KÖKSAL

2018 veya 2019 yılıydı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan emeklilerle yaptığı bir toplantıda “Emekliler; gençlere Eski Türkiye’yi sık sık anlatın.” demişti. Bu konuşmayı dinlerken, emekli olduktan sonra ‘Eski Türkiye’yi anlatan, bir yazı yazacağıma dair kendi kendime söz vermiştim…

Geçenlerde bir sosyal medya paylaşımında Sayın Erdoğan’ın bu sözüne yeniden rastlayınca, kendi kendime verdiğim sözü hatırladım. Ve Cumhurbaşkanımızın talimatını yerine getirmek amacıyla klavyenin başına geçtim…

Nereden başlayayım diye düşünürken telefon çaldı. Telefondaki arkadaş; “Oğlum KTÜ’nün Elektrik-Elektronik bölümünü bitirdi, dört yıldır bir iş bulamadı. Yabancı dili de var, siz Türk Telekom’da yıllarca çalıştınız, nazınızın geçeceği kişiler vardır, yardımcı olabilir misiniz acaba?” Sesindeki mahcubiyeti, ezikliği hissetmemek mümkün değil? Ya beş senedir çocuğun annesine babasına karşı mahcubiyeti? Ben de aynı eziklikle cevap verdim, mümkün olmadığını gerekçeleriyle anlatmaya çalıştım...

Evet, günümüzün yani Yeni Türkiye’nin en önemli sorunlarından birisi işsizlik, özellikle de diplomalı işsizler ve bunun neden olduğu beyin göçü. Eski Türkiye’de durum nasıldı pekiyi?

Benim memuriyete başlamam Eski Türkiye’yi anlamamıza yarayacak iyi bir örnek olur sanırım. 1976 Yılında Ankara İktisadi Ticari İlimler Akademisi'nden mezun oldum. Ailem yanlarında olmamı istediklerinden Kayseri’de İş ve İşçi Bulma Kurumu’na başvurdum. Bir hafta sonra bir fabrikanın muhasebe servisinde işe başladım. Ailem devlet memuru olmamı istediği için, 1978 yılında Kayseri’de PTT Başmüdürlüğünün açıldığını duyunca bir dilekçe ile başvurdum. Dilekçeyi personel servisine verdim, kapıdan çıktıktan sonra güvenlik görevlisinin arkamdan seslendiğini duydum. Durdum. Güvenlik görevlisi “Beyefendi Personel Müdürü sizi çağırıyor” dedi. Personel Müdürünün yanına gidince, personel müdürü “Başmüdür Bey, üniversite mezunlarından başvuran olursa bana haber ver demişti. Siz dilekçenizi verince başmüdür beye konuyu ilettim o da sizinle görüşmek istedi” dedi. Beraber o zaman Kayseri PTT Başmüdürü olan Münir Çağevi beyin makamına gittik. Münir Bey benimle biraz sohbet edip bilgi aldıktan sonra “Bölge Müdürlüğümüz yeni kuruldu. Müdürler de dâhil yalnızca beş yüksekokul mezunu var. Onların sayısını artırmak istiyoruz. Onun için personel müdürünün söyleyeceği belgeleri tamamla seni hemen işe başlatalım.” dedi. İki gün sonra Muhasebe Servisinde memur olarak göreve başlamıştım. Ne “hamili kart yakinimdir” yazan bir kart, ne siyasi parti yetkilisinin telefonu. Dilekçeyi verdim ve iki gün sonra göreve başladım... Askerlik sonrası 1981 yılında girdiğim Müfettiş Yardımcılığı sınavında başarılı olarak denetim elemanı oldum. Eski Türkiye’nin son yıllarında üniversite mezunlarının iş bulmaları zorlaşmış olsa da bugüne nazaran daha kolaydı...

Eski Türkiye’de seçkin eğitici kadroları olan, sayıları sınırlı tutulan ve gerçekten iyi eğitim veren Fen Liseleri, Anadolu Liseleri vardı. Yeni Türkiye’de Anadolu Liseleri ve Fen Liseleri İmam Hatip Liselerini öne çıkarma hevesine kurban edildi. Sıradan okullara dönüştüler... Eski Türkiye’nin son dört yılında İmam Hatip karşıtlığının İmam Hatip Liselerinden daha büyük mağduru olan teknik öğretim veren orta öğretim kurumları, Yeni Türkiye’de bu kez İmam Hatipleri cazip kılma hevesinin kurbanı oldular...

Eski Türkiye’de parasız yatılı sınavları vardı. Ülkenin zeki ve çalışkan çocukları devlet okullarında ailesine yük olmadan, devletin gözetim ve denetiminde yatılı olarak okurlardı. Yeni Türkiye’de zeki ve çalışkan çocuklarının bir bölümü yine yatılı okuyor. Ama devlet okul ve yurtlarında değil, tarikat okul ve yurtlarında beyinleri yıkanarak yetiştiriliyor.

Devletin ekmeğiyle okuyanlar, yalnızca devlete minnet duyarlar, devletine bağlı bireyler olarak yetişirdi. Tarikat-cemaat parasıyla okuyanların bağlılığı devlete değil parasıyla, ilgisiyle okuduğu cemaat veya tarikata oluyor… FETÖ’cü yapılanmanın temel omurgasını bu yapı oluşturuyordu. Ama Yeni Türkiye’de bu çarpıklıktan kurtulmak için bir çabanın olmaması, devleti ele geçirmek isteyen yeni yapılanmaların ortaya çıkma tehlikesini sürekli gündemde tutuyor...

Eski Türkiye’de devletin cari kaynakları ile Atatürk Barajı, Tüpraş, Keban Barajı, Karabük, İskenderun, Ereğli Demir Çelik Fabrikaları, Boğaz Köprüsü gibi dev tesisler kuruldu... Yeni Türkiye’de de paralı yollar, havaalanları, köprüler, şehir hastaneleri gibi büyük tesisler yapıldı ama adına yap-işlet-devret denilen ama gerçekte uzun vadeye yayılan çok pahalı bir yöntemle ve gelecek kuşaklar da borçlandırılmak suretiyle...

Eski Türkiye’de Anadolu’nun her yerine dağılmış Sümerbank, Etibank, Şeker Fabrikaları A.O, DÇİ, Orüs, Yem Sanayi, Seka vb KİT’lerin fabrikaları vardı. Yeni Türkiye’de, Anadolu’ya yayılmış bu fabrikaların çoğu satıldı; Eski Türkiye’de başlayan bir yanlış sürdürüldü, ülke sanayinin yüzde 80’i Adapazarı-Çorlu arasındaki bölgeye sıkıştırıldı...

Eski Türkiye’de “dindar” insanın bir saygınlığı vardı, 'dindar' demek 'güvenilir insan' demekti; Yeni Türkiye’de dindarlık itibar kaybına uğradı. “Çalıyor ama namaz kılıyor” dindar insanı savunmak zorunda kalanların başvurdukları kavramlar arasında yerini aldı...

Eski Türkiye’nin 2002 sonu itibariyle 129 Milyar Dolar dış borç stoku vardı. Buna karşılık bu borcun büyük bölümünü rahatlıkla karşılayacak seksen yılın birikimi Türk Telekom, Tüpraş, Tekel, Sümerbank, Seka, Şeker Fabrikaları gibi özelleştirilmemiş dev kamu kurumları vardı. Yeni Türkiye’de dış borç stoku 450 milyar dolara çıktı, üstelik Türkiye’nin en değerli kamu kuruluşları da elden çıkarılmıştı... İşin ilginci Yeni Türkiye’de yerli özel sektörün elindeki bankalar başta olmak üzere pek çok büyük firma da yabancıların eline geçti...

Eski Türkiye’de siyasi mizah çok yaygındı, karikatüristler parti liderleri dansöz olarak bile çizebiliyorlardı, parti liderleri kendilerini eleştiren tiyatro oyunlarını kahkahalarla izleyebiliyorlardı, siyasileri eleştiren “Zübük” gibi filmler çekilebiliyordu. Yeni Türkiye’de belki tüm siyasileri değil ama iktidar partisi ileri gelenlerini Eski Türkiye’deki gibi eleştirmek mümkün değil. O ölçüde eleştirmeye cesaret edenler çıkabilirse yerleri Silivri’de hazır... Zübük ve benzeri filmleri, televizyonlar kırpmadan sansürlemeden göster(e)miyorlar...

Eski Türkiye’de DPT vardı, kör topal da olsa “Planlı Kalkınma”, “Planlı Yatırım” gibi kavramlar ekonomi yönetimine egemendi. Yeni Türkiye’de; Eski Türkiye’de 1950’li yıllarda egemen olan “pilav plandan önemli” anlayışı hortladı. DPT kapatıldı. Günün şartlarına göre yatırımlarımızı gerçekleştiriyoruz.

Eski Türkiye’nin mücahitleri Yeni Türkiye’de müteahhide, Eski Türkiye’nin mağdurlarının bir kısmı Yeni Türkiye’nin zalimlerine dönüştü... Türkiye’de askeri ve bürokratik vesayetten bahsedilirdi, Yeni Türkiye’de tarikat ve cemaatler vesayet odaklarına dönüştü...

Eski Türkiye’de muhalif gazetelerin kısa süreli olarak kapatıldığı, yayın kuruluşlarına kısıtlamalar getirildiği dönemler olmuştu. Yeni Türkiye’de “Alo Fatih”ler ile yayın kuruluşları yönlendirildi. O da kesmeyince, muhalif sesleri kısmanın daha akılcı yolları bulundu. Medya patronları gazetelerini satmak zorunda bırakıldılar, iktidara yakın iş adamları Kamu Bankalarından aldıkları kredilerle bu gazeteleri oldukça ucuza kapattılar. Böylece gazetelerin tamama yakını iktidar destekçisi haline dönüştüğü için gazete kapamaya gerek kalmıyor...

Eski Türkiye’nin son yıllarında da RTÜK vardı ama Televizyon kanalları üzerinde Demokles’in kılıcı gibi durmaz, muhalif-yandaş ayrımı yapmazdı... Yeni Türkiye’de RTÜK’ün tek işlevi muhalif bilinen kanalların sesini kısmak...

Eski Türkiye’de siyasi parti liderleri televizyonlarda aynı masanın etrafında saatlerce üsluplarını bozmadan konuşurlardı. Eski Türkiye’de de zaman zaman siyasi parti liderlerine saldırılar yapılır, saldırganlar yakalanınca mahkûm olur, iktidardaki parti liderleri saldırıya uğrayan siyasilere geçmiş olsun dileklerini iletirlerdi. Yeni Türkiye’de siyasi parti liderlerinin aynı masada tartışması hayal ötesi, muhalefet liderlerine saldıranlar aynı gün serbest bırakılıyor, hatta kahraman muamelesine tabi tutuluyorlar, iktidarda olanlar saldırıya uğrayan muhalefet liderlerine geçmiş olsun demek bir yana “bunlar daha iyi günleriniz” diye tehdit edebiliyorlar...

Eski Türkiye’de yöneticiler bağımsızlığın ne zor elde edildiğini bildikleri için, liberal bakış açısına göre tutucu idiler. Yabancıya toprak satışına, yabancıların maden işletmesine engeller koymuşlardı. Yeni Türkiye’nin ilk yıllarında iktidar mensupları Avrupa Birliğine girme hevesi ile ne kadar liberal olduklarını ispata çalıştılar. Tapu Kanunu, Kıyı Kanunu, Maden Kanunu, Petrol Kanunu, Vakıflar Kanunu gibi kanunlarda çok büyük değişiklikler yaparak yabancıların mülk edinmesinin önündeki engelleri kaldırdılar...

Eski Türkiye’de vatandaşlığa kabul edilenler Resmi Gazete’de yayımlanırdı. Çünkü Türk Vatandaşlığına geçiş; evlilik, vatana hizmet, parçalanmış aile gibi çok sınırlı şartlara tabi idi. Ama Yeni Türkiye’de 250 bin dolar değerinde emlak alan herkese Türk Vatandaşı olma ayrıcalığı tanındığı için Türk Vatandaşlığına geçenlerin sayısı çok arttı. Ayrıca sığınmacılardan gerekli şartları (?) taşıyan pek çok insan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olabildiği için gerek tepki almamak, gerekse sayfalarca kâğıt israfına neden olmamak için vatandaşlığa kabul edilenlerin resmi gazetede yayımlanmasına son verildi...

Eski Türkiye’de: Okullarda “Andımız” okunurdu. Dağlara taşlara, taklara Atatürk’ün “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözü yazılırdı. Pek çok tesis Atatürk’ün, Atatürk’ün silah arkadaşlarının ve yakın çalışma arkadaşlarının adını taşırdı. Yeni Türkiye’de “Andımız”ın okunmasına son verildi. Atatürk adını taşıyan tesisler ya kapatıldı veya çeşitli gerekçelerle adı değiştirildi. “Ne Mutlu Türküm Diyene” yazılarını kaldırmak demokratikleşmenin bir parçası gibi takdim edildi. Atatürk’ün bazı arkadaşlarının (Örneğin Orgeneral Mustafa Muğlalı) adı kışlalardan, meydanlardan, caddelerden kaldırıldı. Türkiye Cumhuriyeti ile Türklük ile Atatürk ile kavgalı pek çok kişinin ismi caddelere tesislere en vahimi de öğrenci yurtlarına verildi…

Eski Türkiye’de de yolsuzluklar olurdu… Ama yolsuzluğa karışan başbakanın yeğeni yargılanır, mahkûm olurdu. Bayramlarda gönderdiği tebrik kartları için bakanlar hakkında soruşturma açılabilirdi… Yolsuzluğa karışan bakanlar Yüce Divan’da yargılanır, bazıları mahkûm olurdu. Ama yeni Türkiye’de; ne milyonluk saatleri hediye olarak aldığını itiraf eden, ne evinde para sayma makinası çıkan, ne de kendi firmasından bakanlığına fahiş fiyatla dezenfektan satan bakanlar hakkında herhangi bir işlem yapılmadı… Cumhuriyet tarihi yirmi yıllık süreçlere bölünürse, son yirmi yıl, Yüce Divan’a hiçbir siyasinin sevk edilmediği tek dönem oldu…

Köşemin sınırlı olması nedeniyle, Eski Türkiye, Yeni Türkiye kıyaslamasında; yaşam tarzına müdahale, sanat ve sanatçıya bakış, maneviyat ve materyalizm, siyasetçi ve yönetici kalitesi, kadının konumu, kentleşememe, estetik yoksunluğu, bölücülük ve terör, millet algısının ümmet algısına dönüşümü, kültürel yozlaşma, temiz toplum özlemi gibi pek çok konu üzerinde duramadım. Eski Türkiye’de sorunlar sıralamasında bulunmayan ama bugün bir beka meselesi haline gelen mülteciler konusuna da giremedim…

Eski Türkiye’de buzdolabı, çamaşır makinesi, ambulans, otomobil, fırın vb. bulunmadığı iddiaları “iğrak” sanatına özenilmiş denilerek gülünüp geçilecek komiklikte olmakla birlikte; Eski Türkiye’de çok şeyin yanlış olduğunu da kabul etmek gerekir… Yanlışları tek tek sıralansa sayfalar yetmez…

TUİK rakamlarını doğru kabul ederseniz Yeni Türkiye’de çok büyük işler yapıldı… Ak Parti iktidarının 20 yıldır süregelmesi de önemli işlere imza atıldığının göstergesi… Ama her şeyin gelişip büyüdüğünü, dolayısıyla bir ülkenin zaman içerisinde gelişmesinden doğal bir şey olmayacağını da gözetmek zorundayız… Az değil koskoca 20 yıl…

Ama yukarıda verdiğim örneklerden de anlaşılacağı üzere Yeni Türkiye imajı, gerçek bir gelişiminden ziyade, tek yönlü ve başarılı bir algı yönetiminin sonucu…

Özetle, Yeni Türkiye Eski Türkiye’den çok da iyi değil, hatta çoğu bakımdan Eski Türkiye’nin çok çok gerisinde…

Gençler; size Eski Türkiye’yi anlatmaya çalıştım. Ama siz siz olun, anlatılanlara kulak asmayın. Söyleyen kim olursa olsun, her denilene inanmayın. Araştırın, sorgulayın ve gerçeğe kendiniz ulaşın…