Hangi tarafından bakarsanız bakın onları çok önemsemeniz, titizlikle eğilmeniz, desteklemeniz, güvenmeniz demek ve de onları kazanmanız demektir.
Gençlik bir ülke için en önemli olgudur. Dinç, dinamik, üreten ve çalışan bir gençlik ülkenin en önemli teminatıdır. Her genç beyin, her genç bireyin idealleri vardır. Ancak asıl olan onların ideallerine ulaşabilme şartlarıdır. Gençlerinizden verim alamıyorsanız, yeteri kadar faydalanamıyorsanız o ülkenin yönetim mekanizmaları ve yetişkinleri, oturup düşünsün.
Bizim genç nesillerimizde 1960’lı, 70’li yıllarda politize kültür biraz daha ön plana çıkıyordu. Sonraki yıllarda bu kültür bastırılmaya çalışıldı. 1980’li, 90’lı yıllarda dünyayı, ülkeyi, siyaseti, fikir sahibi olmayı önemseyen ama ön plana çıkmayı tercih etmeyen genç nesiller vardı. 2000’li yıllara gelindiğinde, teknoloji her şeyi esir alınca, politik gençlik hiç kalmadı. Kendini bilişime verdiği için sosyal iletişimde geri planda kalan gençlik oluştu.
Sorsanız ki, 'Gençliği nasıl planlarsın?' diye; önce kayıp gençliği ararım. Kayıp derken, teröre, uyuşturucuya kaptırılmış, kaybedilmiş gençleri aramak isterim. Onları o şartlara iten koşulların temeline inmek isterim. Yetiştiği ortamlardaki bataklıklara girmek, kurutmak isterim. Aile ortamlarını ele almak, evlilik müessesinin çocukluktan gençliğe giderken öneminin algılanmasını isterim. Ki hiçbir gencimiz kaybolmasın, istenmeyen durumlara, yollara sürüklenmesin.
Bir de cemaatlerin elinde kalmış gençlik vardı. Bu konuyu birçok kez yazdım, işledim. Üniversite okumak için evinden, köyünden kopup büyük şehirlere gelen gençlerin birçoğu maddi imkânsızlık yaşıyor. Geçmiş yıllarda bu gençlere kanca atan cemaatler, onlara ev sağladılar, burs verdiler, bunun karşılığında gençleri aldılar. Cemaatlerin, özellikle de bir tanesinin bu ülkeye neler yaptığı yakın zaman önce görüldü. Defalarca dile getirmiştim köşemden, devlet bu çocukları cemaatlerin elinde bırakmasın, devlet olarak sahip çıksın demiştim. Burada madalyonun diğer yüzü de var. Cemaatlerin baskın halleri yüzünden birtakım gençlik de dini öğrenmekten uzak durdu. Devletin kontrolü dışındaki dini akımlar sonuçta dine de gençliğe de ülkeye de zarar verdiler.
Dünün gençliği belki üniversite okumakta bugünün gençliği kadar şanslı değildi ama meslek sahibi olduktan sonra, iş bulma konusunda bugünün gençliği kadar şanssız değildi. Bugün her ilde bir üniversite, bazı büyük illerde sayısız üniversite var. Bilhassa İstanbul’da bir bina kiralayan yatırımcı bir üniversite kurdu. Bir araştırılsa herhalde dünyanın en büyük üniversite cenneti İstanbul çıkacak. Hedef bu ülkenin tüm gençlerini üniversiteli yapmak. İyi, güzel, ya sonrası? En önemli kısım bu. Eğitim bir ülkede en az yüzde yüz olmalı. Ama meslek sahibi yapmak ve mesleklere göre istihdam yaratabilmek bir ülkenin en büyük hedefi olmalıdır. Ki okuyan, meslek edinen gençlik kendini işsizlik deryasında bulmasın.
İşsizlik denince, bir ülkenin en önemli meselesi budur. Üretim alanları daralıyorsa, üreten değil tüketen topluma yönelmişseniz, pazarlarınızın bir kısmını uzak doğu ülkelerine kaptırmışsanız, bu ülkenin gençliği neyi üretsin, nerede çalışsın? Hızla artan bir nüfusa sahip olan ve nüfusun önemli bir kısmını gençlerin oluşturduğu ülkemizde; daralan, küçülen üretim anlayışı, istihdam alanları gençleri maalesef umutsuzluğa düşürmektedir. Saçındaki tokadan ayağındaki çoraba kadar Çin malı kullanan Türk toplumu silkelenmeli, toparlanmalı, üretmeye yönelmelidir. Önce basit düşünelim. O saç tokasını Çin’den alıncaya kadar kendimiz üretebiliriz. Her şey ona keza...
Sonuç olarak gençlik denince, her türlü sorunlarıyla, işsizlik, gelecek kaygısı, kaybolma (manevi anlamda) korkusuyla kocaman bir dağ duruyor önümüzde. Gençlerimize eğilmek, onlara uzanmak, dokunmak amaç olsun hepimize.