Çocukken yağmuru çok severdim. Arkadaşlarla birlikte yol kenarına biriken küçük su birikintilerine basar, suları zıplatırdık. Saçlarımızın uçlarından ağzımıza dolan yağmur tanelerini saymaya bayılırdık. Sonra da ıslak ıslak oturur, gökkuşağının çıkmasını beklerdik. Her seferinde aynılarını yaşar, eve gidince yiyeceğimiz azarları göze alırdık.
Belki de dünyanın yağmurla yıkanıp arındığına, aynı arınmayı insanların da yaşaması gerektiğine inanırdık. Bu yüzden çocuk aklımla, insanların yağmurdan kaçmasına hiç akıl erdiremezdim.
Büyüdükçe bırakın ıslanmayı, tek bir yağmur damlasından bile kaçar olduk. Öyle ki, otun-böceğin, derelerin, toprağın ihtiyacı kadar sevmeye başladık yağmurun tanelerini. Hava kirliliği, çevre kirliliği derken, yağmur bile kirlenmişti.
Aynı anda oldu her şey! Çocuklar odalara kapandı, yağmur dağlara kaçtı… O gün, (Anadolu tabiri ile) dünyamızın da “beti- bereketi” kalmadı.
ŞİMDİ, her açan günden yeni bir şeyler bekliyoruz ama o yeni güne “çocukluğumuzu ve çocuklarımızı” dâhil edemiyoruz. Korkularımızdan sırça köşklerimizin içine hapsetmişiz; kendimizi, çocuklarımızın kahkahalarını ve hayallerini.
Çocuklarımız her şeyden korkar olmuş; yalnız kalmaktan, koşmaktan, yorulmaktan, başarısızlıktan, parasızlıktan. Ve en kötüsü de büyüklerinden.
Bir çocuk sadece çocuktur. Baba ocağı ve ana kucağında büyümek, sevilmek, güvende olmak, bir insanın Allah’a yaslandığı gibi de büyüklerine inanmak ve yaslanmak ister.
HANGİ BÜYÜKLERE YASLANACAKLAR ÇOCUKLAR?!
Derelerini, mahallelerini, bakkallarını, komşularını, güvercinlerini, bahçe duvarlarını, uğur böceklerini, fındık bahçelerini, yaylalarını ve de vicdanlarını kaybetmiş; kendi topraklarında kendine yabancı, “kendi olamamış” büyüklerine mi?
Değerlerine, emeğine ve yediği ekmeğe sahip çıkamamış, aile içinde ki duvarları çoğaltarak ÇOCUKLARINA güven ortamı sağladığını zanneden büyüklerine mi?
Sorunu(!) evlerinin kapısına çifter çifter kilitler asarak, çocukları köşe bucak saklayarak çözebileceğini sanan büyüklerine mi yaslanacak çocuklar?!
Kirlettiğimiz dünyanın bize kestiği fatura İŞTE bu. Ve ne yazık ki bu faturayı da çocuklarımız ödüyor şimdi.
HÂLBUKİ aynı emeği, büyükleri eğitmek, zihin ve yüreklerdeki kirliliği yok etmek, erdemli duygulara hicret etmek için verseydik… ÇOCUKLARIMIZA (istismar, taciz) korkuları vermek yerine, sevgi ve güven ortamları tesis edebilseydik.
Bütün bunları ve ÇOCUKLARIMIZI İHMAL EDEREK en büyük istismara bizler neden olduk aslında…
Şimdi de, küçücük bedenlerine ve duygu dünyalarına sorumluluklar yüklüyor, yüksek tonda bağırmalarını söyleyerek çocukların kendi kendilerini korumalarını bekliyoruz.
Devletin, polisin, kanunun, hâkimin, savcının giremediği bir alana, insanoğlunun yüreğinin tam merkezine, “vicdan, merhamet ve şefkat” içeren duygulara sesleniyorum!
RAHAT MISINIZ? Yan odada korkularından dolayı uyuyamayan çocuklarımız var.
YETER ARTIK! Çocuklarımızın resimlerini sosyal medyada, basında “taciz haberleriyle” yan yana getirmeyin… Evlatlarımız ne sinsinler, ne de bağırsınlar.
(Cengiz Han annesinin, karısının, çocuklarının yaşadığı zulümlerden sonra, kadınların ve çocukların korkmadan uyuyabilecekleri bir ülke kurmak için imparator olmuş.)
Ne yapacaksak biz büyükler yapalım. Gerekirse durduralım, gerekirse tersine döndürelim dünyayı!