Gergedangiller (Rhinocerotidae) ailesinden boynuzlu tek parmaklı iri gövdeli memelidir. Otla beslenen o nedenle yeşili seven bir hayvandır. Kalın derili, az tüylü ve kırıldığı zaman yeniden çıkan büyük boynuzlara sahiptir. Bu hayvanların koku alma ve işitme duyuları çok iyi gelişmiştir. Görme duyuları ancak 30 metre’ye kadar görmesine olanak tanır. Genel olarak gergedanlar, anlayışları kıt ve öfkeli hayvanlar olarak bilinirler. Afrika'da yaşayan künt burunlu çift boynuzlu beyaz gergedan türü yaşarmış. Otların bol olduğu ovalarda yaşayan, her akşam, susuzluğunu gidermek ve çamurda yuvarlanmak için su bulunan yerlere gidermiş. Filden sonra en iri hayvan olarak biliniyor. Otçul olan gergedanlar tek başlarına ya da aile grupları halinde geniş otlaklarda ve bataklık bölgelerde yaşarmış. Görme duyuları zayıf olmasına karşılık koku alma ve işitme duyuları gelişmiş.
Bizim edebiyat tarihinde gergedan figürü çok azdır çünkü Anadolu’da yaşamazlar. Ülkemizi işgal eden batılı işgalciler için tek dişli canavarın gergedan olduğu söylenir. Batı'da ise faşizmin furyasında insanlığını kaybeden, faşistleşen ve insani özelliklerini kaybeden Nazizim yanlıları için kullanılmış gergedanlaşma. Ionescu eseri tiyatro, bale gibi sanatsal olarak icra edilmektedir. Oyunda başrol oyuncusu herkesin heyecanla, hevesle gergedanlaşıp sürüye katıldığı bir ortamda Beranger, (oyunun baş kişisi), "Gergedanlaşamadığından mı, yoksa insan kalma azminden mi değişmemektedir?” diye seyirciye seslenmektedir. Ionesco diyordu ki: “... Bir düşüncenin bulaşıcı bir hastalık gibi yayılması, yeni bir din, bir öğreti, bir fanatizme sürükleyiveriyor insanları... Bilmem hiç dikkatinizi çekti mi, insanlar sizin düşüncelerinizi artık paylaşmıyorsa, sanki canavarlarla karşı karşıyaymışsınız duygusu uyandırıyorsunuz. Gergedanların saflığı, aynı zamanda acımasızlığı var onlarda. Onlar gibi düşünmüyorsanız göz kırpmadan öldürebilirler sizleri.”
Eugen Ionescu 1959’da yazdığı Gergedan adlı senaryoda Alman halkının 1930’lardan itibaren dönüşüm geçirerek yavaş yavaş Nazileşmesini anlatır. Günün birinde şehrin ana meydanından koşarak bir gergedan geçer. Görenler şaşırır. Sonra şehir halkı tek tek gergedanlaşmaya başlar. Önce kızarıp şişen alınlarından boynuz çıkaran, sonra dört ayak üzerine düşen insanlar giderek kusursuz birer gergedana dönüşmektedir. Zamanla şehrin bütün nüfusu gergedanlaşır. Fakat kahramanımız Berenger direnmeye kararlıdır. Asla teslim olmayacaktır. O artık “son insan”dır. Gergedanlaşmaya karşı mücadele edecektir.
Ionescu ansızın ortaya çıkan bir düşüncenin nasıl yayıldığını, o düşünceye en yabancı insanların bile zamanla nasıl dönüştüğünü anlatır. Sakin bir kasabada bir öğlen birkaç gergedana rastlanır. İnsanlar boş verin, tehlikeli değiller diye önemsemezler ama çok geçmeden yavaş yavaş birer gergedana dönüşmeye başlarlar. Dehşete izleyenler olduğu gibi, gergedanların erdemlerinden söz ederek onları kutsayanlar da olur. Gergedan gürültüsüne ve çıkardığı o korkunç seslere alışan halkın ruhu gergedanlaşma hastalığına yenilir. Halk, önüne geçen her şeyi ezip geçen vahşi bir sürü haline gelir. Sonuçta insanlar, insanlıktan gergedanlığa; toplum sürüye dönüşür.
Birdenbire ortaya çıkan bir düşüncenin bulaşıcı bir hastalık gibi yayılmasıyla insanlar yeni bir dinin,bir öğretinin,bir bağnazlığın kendilerini ele geçirmesine göz yumarlar.Böyle anlarda gerçek bir düşünsel değişime tanık oluyoruz... İnsanlar artık sizin düşüncenizi paylaşmadığında, kendinizi onlara anlatamadığınızda, kişi canavarlarla –örneğin gergedanlarla- karşı karşıya kaldığı izlenimi yaşıyor... Bunlar vicdanları sızlamadan sizi öldürebiliyorlar der E.Ionesco.
Nazizm, Faşizim ve Stalinizmin ortak yanı, bunların Otomatlaşmış bireye bir sığınak ve güvenlik sunmalarıdır. Bireye kendirini güçsüz ve önemsiz duyması aşılanır; buna karşın ona tüm insanca güçlerin öndere, devlete yöneltilmesi öğretilir; birey bunlara boyun eğer ve bunlara tapmak zorundadır. Özgürlükten kaçarak yeni puta sığınır. Bu güce tapan insanlar otomatikleşen robotlaşan özüne ruhuna yabancılaşan dolayısıyla insanlıktan erdemden ahlaktan arınarak hayvanlaşmaya başlamaktadır. Gergedanlaşma sürüye katılıp insanlığını kaybetmenin sembolüdür.
Bu ülkenin sorunu siyaseti aştı artık insanlık sorunu.
Birey, kitlenin nobran dalgalarında yitirdi kimliğini, değerlerini ve değersizliklerini.
Şahsiyetini kaptırdığı kitlesel anaforda asla kendisi olamıyorlar.
Şuursuz kalabalıklar, şahsiyeti değirmen gibi çarklarında öğütür.
Ne Helena’ya güzel diyebilirler ne Gorgonlar’a çirkin.
Nemesis’in hışmından kaçtıklarını sanarak Hydra’nın kucağında huzur ararlar.
Her sözleri, her halleri mensup olduğu sosyeteyi, ırkı, çevreyi ve yüklendikleri telkinleri heceler.
Sahiplerinden daha softa, daha radikal savunmalar ve nutuklar düzerler.
İşte o meşhur Peyami Safa, “sürü insanı” der bu siluetlere.
“Yüz bin tanesi bir tek adam etmez” der.
Ve “nüfusunuzu artırmak için bunların sayısını azaltmakla işe başlayın, sayılardan değil bireylerden müteşekkil bir sosyete kurun” diye ilave eder.
Hiçbir realitenin mili, menfaat ve telkinle perdeli gözlerini açamaz bunların.
İlerlediğini sanarak gerileyenlerin dramı gerçekten hazin.
Soru şu:
İnsan mi olacağız gergedan mı?