Gezi'nin 8. yıldönümü

Murat YAZAN

            Yıl 2013.

            Taksim Gezi Parkında ağaçlar sökülmeye başladı. Önce bir avuç itiraz edip eylem yaptı, ardından sert müdahale ile karşılaştı. Bunun üzerine kalabalık artmaya başladı ve kitlesel bir direniş olan Gezi’nin tohumları atıldı.

            Gezi direnişinden ödü patlayanlar eleştirmek için “birkaç ağaç için mi Taksimi yakıp yıktınız?” diye sorup duruyorlar. O günlerde on yaşında olan çocuklar bugün 18 oldu. Genç nesil belki hatırlamaz, hatırlatalım.

            Kitlesel toplumsal hareketler bizim ülkemizde az rastlanan bir tavırdır. Devlet “baba” ve otorite olarak kabul edilmiş ve hatalar yapılsa da suskun kalınmıştır. Zaman zaman toplumun bazı kesimleri itirazlarını dile getirmiş, hatta başkaldırmış ama sosyokültürel yapı, statü, ideolojik farklılık olmaksızın “kitlesel” bir toplumsal hareket yaşanmamıştı. Buna güvenen iktidar sahipleri on bir yıllık iktidarları süresince kadrolaşmış, özgüvenleri patlamış, halka parmak sallama hakkını kendilerinde görmeye başlamışlardı.

            “Şu kadar çocuk doğurun”, “doğumlar sezaryenle değil normal yapılsın”, “aynı bankta kadın erkek yan yana oturmasın” ve benzeri cümlelerle açıkça insanların hayatlarına karışmaya başladılar. Gezi sadece ağaçlarına değil, hayatlarına müdahale edilen halkın itiraz çığlığıydı.

            O günlerde biz yetişkinler gençleri eleştiriyorduk. Telefon ve bilgisayar nesli olarak görüyorduk. Gezi başlayınca evlerinden fırlayıp meydandaki yerlerini aldılar.

            Polisin müdahalesi basınçlı su ve gaz bombalarıyla oldu. Gaz bombası kafasına gözüne gelenler ya gözlerini ya da hayatlarını kaybettiler. Buna rağmen direniş sona ermedi. Kitle kalabalıklaşmaya başladı ve bu noktada az rastlanılan sosyolojik bir manzara oluştu.

            Gezi direnişi sosyolojide “Yeni Toplumsal Hareketler” kapsamına giren bir harekettir. Lideri olmaz, ortak ideolojik söylemi ya da ekonomik sistem önerisi yoktur. “Başlar ve kısa zamanda sona erer” (bu cümleden birazdan yeniden söz edeceğim).

            Gezi’ye gençler, yaşlılar, iş insanları, CEO’lar, işçiler, toplumun hemen her katmanı katıldı. Gezi Parkı’nda kurulan kolektifte inanılmaz şeyler yaşandı. Sağcısı solcusu çadırlar kurdu. Parti ve sendikalar propaganda yaptılar. HDP Apo bayrakları açmaya kalktığında indirmeye ikna edildiler, Apo posterleri bir daha görülmedi. O güne kadar belediye ve iktidarın görmezden geldiği sokak çocukları kolektifte sıcak yemek yedi, sevgi gördü, ilk kez birbirilerine sokularak uyumak zorunda kalmadılar, çadırlarda uyudular.

            Antikapitalist Müslümanlar Marksistlere İslam’ı anlatırken Marksistler de onlara komünizmi anlattılar. Derbi maçlarına giderken birbirlerini bıçaklayan üç büyük kulübün taraftarları omuz omuza verdiler. Meydanda birlikte tezahüratlar yaptılar. Antikapitalist Müslümanlar Cuma namazını kılarken Marksistler onlara kimse dokunmasın diye çevrelerinde daire oluşturdular. Polisin attığı gaz bombasını yakalayan CEO yanındaki sokak çocuğuna verdi, o çocuk bombayı önceden hazırlanmış su dolu damacanaya attı ve söndürdü.

            Ve eylem ardında toplumsal izler bırakarak sona erdi. İnsanlar hayatlarını kaybetti. Sakat kalanlar oldu. Ancak bu ülkenin tarihine onurlu bir direniş olarak silinmesi imkânsız şekilde kazındı.

            Bazı gerçekleri siyasete girdikten sonra öğrendim. Siyaset çevrenizi ve ulaştığınız insanları arttırıyor. 1 haftada bitmesi gereken bu hareket neden 1 aya yakın sürdü diye düşünüyordum, zamanında emniyet teşkilatının üst düzeyinde görev yapmış bir yetkili bu sorum üzerine bana; “devlet istese oraya tek çadır kurulmazdı, toplumun gazını almak için birkaç gün izin verir, ardından müdahale ederdi” dedi. “Orada iktidardan habersiz kuş uçmamıştır ve alana giren çıkan her üründen, yiyecek içecekten bile haberi vardır” dedi gülümseyerek. “Üstüne düşün ve anla” demeye getirdi aslında.

            “Başlar ve kısa zamanda sona erer” Bu cümleyi yazının başında kullanmıştım, şimdi devamını getirme zamanı.

            Düşündükçe fotoğrafı net görüyorsunuz.

            Protest bir piyanist geliyor. Koca bir kuyruklu piyano meydana vinçle taşınıyor. Orada konser veriliyor. Devletin haberdar olmaması mümkün mü? Hayır! İstese ikisini de meydana sokmaz mı? Sokmaz.

            Direnişçilere binlerce pizza, lahmacun vs. servisi yapılıyor. Yiyecek şirketlerinin kamyonları meydana giriyor. Kasalarca alkollü içki geliyor. İktidar hiçbirini engellemiyor. Konuya dair kişisel düşüncem; Yesinler, içsinler, kafayı bulsunlar sarkıntılık ve kavgalar meydana gelsin. Hiçbiri olmadı. Direnişçilerin amacı bunlar değil, itirazları dile getirmekti. Amaçlarına sadakat gösterdiler.

            Yiyecek içecek siparişleri kredi kartıyla verilir. Ücret alıcıdansa alıcı nakit öder. Gezi Parkı’na gelen hiçbir şeye alıcılar para ödemedi, çünkü zaten isme gönderilmemişlerdi. “direnişçilere” adresiyle gönderildi, orada alıp paylaştılar. Yıllar önce şirketimi kurduğumda pos cihazı aldım, teknisyen taktıktan sonra denemek için kendi kartımla “1”(bir) TL ‘lik ödeme yaptım. Takip eden ayda maliyeden muhasebeye mesaj geldi “x numaralı karttan 1 TL ücret tahsil etmişsiniz. Gelir göstermeyecek misiniz?” diye. Gezi’ye gelen her şeyin kart ödeme kaydı devlettedir. Şirketler de stok çıkışını kayıtlı yapmak zorundadır. Elbette sipariş eden “derin” yerler değilse…

            İKTİDARIN İDDİA VE SORULARINA YANITLAR

            İddia; “Gaz sıkanlar fetöcü polislerdi. Çadırları da onlar yaktılar”

            Yanıt; O yıllarda beraber yürüdüğünüze, ne istedilerse verdiğinize göre siz de bu olayların paydaşısınız. 17-25’de zülfiyare dokununca yollar ayrıldı (gerçi o da sizin uydurduğunuz milat ama hadi kabul etmiş görünelim). Üzerinde resmi üniforma olan herkes, devletin görevlisidir. Kim ne halt yerse faturası devlete aittir.

            İddia; “Olayların arkasında Soros, Otpor, dış güçler var”

            Yanıt; Soros’la fotoğrafı olan direnişçi görmedim ama Sayın Cumhurbaşkanı’nın fotoğrafı olduğunu biliyorum. Otpor’u Gökçek sayesinde öğrendik. Varlığından bile haberimiz yoktu. Her şeyi berbat ettikten sonra “dış güçler” arkasına saklanmak eski alışkanlıktır ve artık kimse yemiyor. Milletin nasıl doğuracağından bankta kimle oturacağına kadar karış, sonra “dış güç” de.

            İddia;” Camide içki içtiler”

            Yanıt; Caminin müezzini yalanladı, sürüldü.

            İddia; “Kabataş’ta deri ceketli grup türbanlı bacımın üstüne işedi,

            Yanıt; Bu çılgın fantezinin kamera görüntüleri yayınlanacak demişlerdi. Halen sosyal medyada alay konusu. Yüzlerce hafta geçti, kamera kayıtlarında öyle bir şeyin olmadığı kanıtlandı.

            Gezi bana önemli şeyler öğretti. Biber gazı önce genzinizi sonra boğazınızı yakıyor. Bu ülkenin insanları kutuplaşmak yerine bir araya gelirse daha güçlü oluyor. Gençlerden umudunuzu asla kesmeyin, bir anda aslan kesiliyorlar. Bir sonraki Gezi direnişi meydanlarda değil, sandıkta olmalı. Sandığa Gezi bilinci ve kararlılığıyla gidilmeli, otoriter olmaya bayılan ve aykırı sözlere-fikirlere tahammülü olmayan iktidar indirilmeli.