Göç olgusu tarihin eski döneminden bugüne büyük açlık savaş kıtlık sebebi ile kitlesel nüfus hareketleri ile olmuş. Göç eğer kontrolsüz olursa büyük imparatorlukları, medeniyetleri yıkan, devletleri çökerten bir afete sebep de olabiliyor. Tarihin en büyük imparatorluğu olan Roma İmparatorluğu'nun Kavimler Göçü nedeni ile yıkıldığı söylenir. Bu yüzyılda açlık, kıtlık, büyük işgaller ve savaşlar yaşayan toplumlardan kaçış kitlesel göçün en önemli sebebi, diğer sebebi iklim değişikliği ile toprak azalması, temiz su kaynaklarında azalma ve nüfusu beslememesi. Afganistan savaşının en ağır bedelini Pakistan ödemiştir. Pakistan şimdi iç savaşın eşiğine kadar giden sürekli bir terörist başkaldırı ile uğraşıyor. Böyle giderse Türkiye’nin de Suriye’deki geri tepme yüzünden aynı sorunla karşılaşması muhtemel. Bu arada cihatçılar batıya saldırılar düzenleyebilecekleri yeni bir terör üssü bulmuş oldu. Bunların hepsi Suriye savaşı başlarken öngörülebilirdi; hatta (Suriye) Devlet Başkanı Beşar Esad bu uyarıyı yapmıştı (Peter Oborne).
Göçle toplumsal sorunlar, ekonomik sorunlar yanında toplum sağlığını da olumsuz yönde etkilemektedir. Eski çağlarda ticaret yapan, çok gezen tacirler yolu ile kültürel etkileşim sonucunda düşünce, fikirler ve dinler yayıldığı gibi mikroplar da yayılmaktadır. Örneğin Avrupa’yı kasıp kavuran büyük veba salgının sebebi Ukrayna'da ticaret yapan Cenevizli tacirler tarafından Avrupa’ya taşındığı gerçeğidir. 1347-51 arasında Avrupa'da 25 milyon kişinin ölmesine yol açan salgın... Çin ve Orta Asya'da başlayan veba, Kırım'daki bir Ceneviz ticaret merkezini kuşatan Kıpçak ordusunun, vebalı cesetleri mancınıkla kentin içine atmasıyla Avrupa'ya taşındı.
İşgal ile gelen işgalciler Amerika kıt'asını işgal ettiklerinde savaş gücü organizasyon gücü yanında daha önce karşılaşmadıkları yeni mikroplardan dolayı kitlesel ölümler yaşanmış ve eski medeniyetleri tarihten silmiştir. Avrupalılar Aztek, Maya ve İnka medeniyetlerini silah dışında taşıdıkları mikroplarla da yok etmişlerdir. 1521’de Aztek İmparatorluğu'nun başkenti Tenochtitlan’ı işgal eden İspanyollar'ın şeytanca bir planı vardı; Avrupa’dan getirdikleri mikrop: Tifüs, grip, kızamık ve çiçek...
Daha önce böyle bir "mikropla" karşılaşmamış olan Aztek, Maya ve İnka Medeniyetleri bu hastalıklara karşı hiçbir tedavi yöntemini bilmiyorlardı. Grip hastalığının yanı sıra kabakulak ve çiçek salgınlarını da beraberinde bu topraklara taşıyan Avrupalılar, söz konusu medeniyetleri soykırıma uğrattı. Onlara, çiçek salgınından muzdarip hastaların yatmakta olduğu bir hastaneden yastık, çarşaf, battaniye ve kıyafet hediye ettiler. Dostlarından hediye aldığını düşünen yerliler hiç tereddüt etmeden hediyelerini kullanmaya başladılar.
Önce bebekler sonra çocuklar ve yetişkinler...
Mikropların öldüremediği Yerlileri ise kılıç ve silahla katlettiler.
Bu tarihte salgın hastalıkların birer “biyolojik silah” olarak kullanılmasının örneklerinden sadece biriydi.
Uluslararası hukukta “mülteci” kavramı, vatandaşı olduğu ülke dışında olan ve "ırkı, dini, tabiiyeti, belirli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncesi nedeniyle zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu" için vatandaşı olduğu ülkeye dönemeyen veya dönmek istemeyen kişileri ifade etmektedir.
Sığınmacı, mülteci olarak uluslararası koruma arayan ancak statüleri henüz resmi olarak tanınmamış kişilere denir. Bu terim genellikle, mülteci statüsü almaya yönelik başvurularının hükümet ya da Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) tarafından karara bağlanmasını bekleyen kişiler için kullanılır. Statüleri resmi olarak tanınmamış da olsa, sığınmacılar menşei ülkelerine zorla geri gönderilemezler ve haklarının korunması gerekir.
Göçmen; hem maddi ve sosyal durumlarını iyileştirmek hem de kendileri veya ailelerinin gelecekten beklentilerini arttırmak için başka bir ülkeye veya bölgeye göç eden kişi ve aile fertlerini kapsamaktadır. Esas olarak, ülkesinden zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için değil, eğitim ve çalışma gibi nedenlerle ayrılan kişiler olarak tanımlanabilir. Göçmenler, vatandaşı oldukları ülkelerin korumasından yararlanmaya devam ederlerken, daha iyi bir yaşam standardına kavuşabilmek için, kendi istekleri ile bu yolculuğa çıkarlar. Bu yolculukların bir kısmı pasaport, vize gibi yasal belgelerle düzenli bir halde yapılırken, bazıları ülkelerin yasal sistemlerine aykırı bir şekilde düzensiz olarak yapılabiliyor.
Düzensiz göçmen terimi, göç ettiği ülkeye o ülkenin yasalarını ihlal ederek giriş yapan, ülkede kalmak için yasal hakkı bulunmayan, ülkenin yasalarını ihlal ederek çıkış yapan kişiler için kullanılır.
Türkiye’de bu kavramlar 2014 tarihli, 6458 Sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nda düzenlenmiş durumda. Yani Türkiye Avrupa dışından gelenleri mülteci olarak kabul etmiyor. Avrupa dışından gelenlerin üçüncü ülkeye yerleştirilinceye kadar, şartlı mülteci statüsünde geçici olarak Türkiye’de kalmasına izin veriliyor. Uluslararası koruma arayan yabancılar Türkiye’ye adım attığında mülteci veya şartlı mülteci statülerini almak için başvuruyor. Bu kişilerin statüsü verilene kadar kendilerine “uluslararası koruma başvuru sahibi” deniyor. Türkiye hukuk sisteminde sığınmacı kavramı yok.
Türkiye’deki Suriyeliler “geçici koruma” statüsünde. Geçici koruma, ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen ve haklarında bireysel olarak uluslararası koruma statüsü belirleme işlemi yapılamayan yabancılara sağlanan korumayı ifade ediyor.
6458 Sayılı kanun kapsamında yayınlanan Geçici Koruma Yönetmeliğine göre; Suriye’den Türkiye’ye gelen yaklaşık 2 milyon kayıtlı kişinin statüsü “Geçici Korumadır ve bireysel prosedür olan şartlı mülteci statüsü için başvuru yapamazlar.
“Uluslararası Af Örgütü, tüm Suriyeliler'in prima facie (varışta mülteci) olarak uluslararası hukuk uyarınca mülteci korumasına hakları olduğu görüşündedir ve dolayısıyla Türkiye’de bulunan Suriyeliler'i, Türkiye hukukundaki statülerine bakmaksızın, mülteci olarak adlandırmaktadır.”
'Göçmen' kavramını daha çok ekonomik amaçla göç eden kişiler için kullanılırken, 'mülteci' bir zulüm korkusu nedeniyle vatandaşı olduğu ülkenin sınırları dışında bulunup iltica hakkını kazananlara, 'sığınmacı' ise iltica başvurusunda bulunmuş ama henüz mülteci olma hakkını elde edememiş bireylere denir. Göçler ani ve hızlı bir çevre değişimi yaratarak insanı sosyal, kültürel ve fiziksel olarak etkileyip sağlık üzerine çok önemli etkilere neden olurlar(1).
Günümüzde tüm dünyada 250 milyon uluslararası, 763 milyon kendi ülkesinde yer değiştiren göçmen bulunmaktadır(2). Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR)’ne göre Türkiye’ye yapılan dış göçler en çok Suriye, Afganistan ve Irak’tan olmaktadır(3). Suriye’de 2010 yılından beri yaşanan savaş, milyonlarca insanı etkileyerek ciddi bir nüfus hareketine neden olmuştur. Savaştan kaçanların önemli bir kısmı ülkemize sığınmışlardır(4). Türkiye’deki Suriyeliler 6458 Sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu 91. Maddesine göre geçici koruma statüsü altında bulunurlar yani iltica başvurusu bulunmayan misafir statüsündeki zorunlu göç mağdurlarıdır. T.C. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’ne göre 2017 yılı Ekim ayı itibariyle 3,22 milyon Suriyeli, geçici koruma kapsamında ülkemizde bulunmaktadır. Bu sayı Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 4’ünü oluşturmaktadır. Kayıtsız olan ve Türkiye üzerinden başka ülkelere gidenlerle birlikte yaklaşık 4,5 milyon Suriyeli olduğu resmi rakamlarca tahmin edilmektedir(3). Suriye harici ülkelerden gelen mülteci ve sığınmacıların sayısı ise 30 Haziran 2017 itibariyle 315,643’tür(3).
İstanbul özellikle kontrolsüz göçmen nüfusun en fazla olduğu ilimiz. İstanbul Çapa Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof.Dr. Zeki Kılıçarslan verem hastalığının özellikle İstanbul’da patlama yaptığını söylemiş.
‘’Bunlar çok kötü koşullar altında yaşıyorlar. Kötü koşullarda yaşayan insanların verem olma ihtimali daha yüksek ve Türkiye'de ise İstanbul başta olmak üzere yeni bir durum ortaya çıkarttı. Son 30 yılda ilk defa İstanbul'da veremli hasta sayısı arttı. Halbuki son 30 yılda sayı olarak her geçen yıl azalıyordu. İstanbul'da hastalarımızın içinde yabancıların oranı yüzde 0,5'ten yüzde 8,7'ye çıktı. Bu son yılda artıştaki birinci neden, Suriyeli göçmenler oldu. Göçmenlerin Türkiye'ye gelmesi bir politikadır, bunu insani nedenlerle destekliyoruz ama burada sosyoekonomik ve sağlık açısından özel önlemler alınması gerekir. Eğer bunları alamazsak bu insanların hem kendileri hem de o insanlarla temasta bulunan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları aynı şekilde risk altına giriyor" (Zeki Kılıçarslan). Kentlerde çok kötü koşullarda yaşayan göçmenlerin, o kötü koşullar nedeniyle verem olduğunu söylemiş. Eski Sovyet cumhuriyetlerinden gelenlerde ise tüberküloz (verem) ve HIV AIDS görüldüğünü söylemiş.
18. Türk Toraks Kongresi'nde ele alınan en önemli konulardan biri de Suriyeli mültecilerin yaşadığı sağlık sorunları olmuş. Kongrenin basın toplantısında konuşan İstanbul Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof.Dr. Zeki Kılıçarslan önemli uyarılarda bulunmuş.
"Türkiye verem konusunda 100 binde 20 oranıyla Avrupa'nın orta düzeyindeki bir ülke. Ancak son 10 yılda yapılan araştırmalar Suriyeli mültecilerdeki verem sıklığının arttığını gösterdi. 2005 yılında binde 5 olan tüberküloz sıklığı yüzde 3,6'ya çıktı. İstanbul'da bu oran çok daha yüksek.İstanbul tüberküloz kontrolü açısından zaten en sorunlu ve kritik ilimizdir, Yabancı göçmen artışı ile birlikte bu durum yeni zorluklar yaratmaya başlamıştır. İstanbul ilinde tüberküloz olguları içinde binde 0,5 olan yabancı doğumlu hasta oranı 2014 yılı verilerine göre yüzde 8,7’ye yükselmiştir. Bu hastaların çoğu daha önce eski Sovyet Cumhuriyetlerinden ve Afrika ülkelerinden gelirken son iki yıl içinde bu durum değişmiş ve Suriye göçmenleri birinci sırayı almıştır. Veremli bebek doğma oranı ise yüzde 8,7'i buldu. Bu artışı sağlayacak insani bir organizasyona ihtiyacımız var. Bu vak'alar arasında dirençli tüberkülozlular da var. Bu artış Türkiye'nin halk sağlığını da etkileyecek."
Benim maliyede çalışan bir tanıdığım üst düzey bürokrat vereme yakalandı. Bunu toplu taşıma kullanma sonucu göçmenlerden bulaştığı sonucuna vardık. Özellikle enfeksiyon hastalıkları açısından en riskli bölgelerin başında ne yazık ki dünyanın her tarafından kontrolsüz göçmen barındıran İstanbul başta geliyor.
Kaynakça
1. Aydoğan S, Metintas S. Türkiye’ye Gelen Dış Göç Ve Sağlığa Etkileri. Türk Dünyası Uygulama Ve Araştırma Merkezi Halk Sağlığı Dergisi. 2017; 2(2),37-45.
2. http://www.who.int/migrants/en/ (erişim tarihi: 08.08.2017).
3. Haziran 2017 İtibariyle UNHCR Türkiye İstatistikleri. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek
Komiserliği. http://www.unhcr.org/turkey/uploads/root/tr(71).pdf (erişim tarihi: 08.08.2017).
4. Türk Tabipler Birliği Yayınları (2016). Savaş,Göç ve Sağlık. Ankara. https://www.ttb.org.tr/kutuphane/siginmacilar_rpr.pdf (erişim tarihi: 08.08.2017).