Göç ve ruh sağlığı son yıllarda daha çok araştırılsa da, kişinin yer değiştirmesi sonucu ortaya çıkan psikolojik sorunlar ilk olarak 1678’te Basel’li bir hekim olan Johannus Operius tarafından kaleme alınmıştır. Göçmenlerde görülen psikolojik sorunlar ve göçmenlerin yaşam kaliteleri, göçün kendisinin travmatik bir olay olduğunu düşündürmektedir. Kişinin içinde şekillendiği ortamdan çıkıp, tanımadığı yeni bir ortama girmesi ve bu değişime uyum sağlama çabası onu birçok ruhsal sıkıntı karşısında riskli duruma sokabilir. Depresyon ve çeşitli kaygı bozukluklarının göçmenlerde genel topluma kıyasla daha çok olduğunu belirten yayınlara karşın, göçmenlerde psikoz oldukça yoğun çalışılmıştır. Hollanda’ da yapılan bir araştırma, şizofreni hastalığının Faslı erkek göçmenlerde hem Hollandalılara hem de diğer göçmen gruplara oranla daha sık görüldüğünü göstermiştir (BHUGRA Dinesh, (2004), “Migration and Mental Health”, Review Article, Acta Psyhiatr Sand., 109:243-258). Şizofreni dışında, madde kullanım bozuklukları ve duygu durum bozuklukları da göçmenlerde yüksek oranlarda saptanmıştır.
Kişileri göçe zorlayan nedenler, göçün süresi ve göç sonrası yaşanılan sorunlar karmaşık bir etkileşim içinde ruh sağlığını olumsuz olarak etkilemektedir. Bu dönem, yeni çevreye uyumla kademeli olarak atlatmaktadır. Göçe uyum evresi yeni çevreye varışla başlar ve çevreye ait olma bilinci gelişene kadar devam eder. Zorunlu göç durumu her zaman psikolojik travmalara daha fazla gebe. Zira mülteci alıştığı çevreyi -uzun yıllar topladığı eşyalarını, kendi evini, alıştığı arkadaş çevresini ve komşularını kaybediyor. Zorunlu göçmen bir anda kendini farklı bir dünyada buluveriyor. Burada ona göre hem iklim farklı, hem gökyüzü, hatta koku bile. Uzun yıllar topladığın serveti kaybetmek, evini kaybetmek-büyük maddi kayıplara sebep olur ki, bu da daha sonra elde olmadan ciddi psikolojik travmaya dönüşür. İnsan belirsizlik içinde kendini buluverir, kendi içinde çatışma haline girer, kişiliği darbe almıştır, hayatı anlamını yitirir, bununda akabinde depresyon hali gelir. Bu gibi durumlarda insanların bir şok yaşama olasılığı çok yüksek. Bu duygusal travma veya kültür şoku şeklinde kendini gösterebilir.
Göçün psikolojik etkileri büyük ölçüde kişiye veya gruba özgüdür ve etkilenme düzeyi de farklıdır. Bu bağlamda aileler, özellikle küçük çocuklar ve yaşlı kimseler için göç çoklukla baskı nedeni olmakta, bu kategoride olan insanlar çoğu zaman yeni bir çevreye uymakta ve yeni dostlar edinmekte zorluk çekmektedirler. Çocuklar göç ettikleri ülkelerde dil ve başka sebeplerden dolayı eğitimden yoksun bırakmıyorlarsa uzun vadede en büyük sıkıntıyı onlar çekiyor. Bunun sonucunda erken yaşta eğitimsiz bırakılan bu bireylerin gelecekleri de tehlike altına düşüyor. Göçmenlerin fiziksel ve ruhsal sağlıkları, kültürel ve psikolojik faktörlerin değişiminden etkilenebildiği gibi çevrelerini meydana getiren coğrafik ve iklimsel değişikliklerden de etkilenebilmektedir. Bu süreç içinde işsizlik, göç edenlerin topluma uyumsuzluğu, yeni sosyal çevre kültürüne yabancılık ve kültürler arası çatışma gibi sorunlar yaşanmaktadır.
Can güvenliğini kurtarmak için bir yerden kaçmak zorunda kalan bu insanlar, hem buna yol açan tehditlerin ve eziyetlerin yarattığı travmayla hem de aniden, tamamen hazırlıksız bir şekilde yerinden yurdundan kopmanın getirdiği yükle uğraşmak zorunda kalmaları onların psikolojisinde bir takım tahribatlara yol açmaktadır. Öte yandan gittikleri yerde karşılaştıkları dışlayıcı tavırlar onları daha fazla saldırgan hale getirmektedir.
Göçmen bireylerin asosyal bireyler olma olasılığı çok yüksek. Öte yandan evde konuşulan her olay, gergin hava, evdeki psişik durum çocuklara şu veya bu şekilde mutlaka yansıyor. Dışlanma, maddi şartlar yüzünden herkes gibi giyinememe, birbirlerinin dilini bilmeyen çok farklı arka plan ve etnik cemaatlere mensup öğrencilerle aynı ortamı paylaşmak bu bağlamdaki başlıca sorunlardan. Bunun dışında çok zor ve kötü şartlarda erken yaşlarda çalışmaya başlamak zorunda kalmak sıkça dile getirilen ortak bir durum. Ailede alınan eğitim ve yetiştirilme biçiminin okuldaki arkadaşlarından farklı olması belli bir dışlanmışlık ve kendini bir yerlere ait görememe hissi yaratmakta bazı mülteci ailelerinin çocuklarında.
Okullarda yaşanan dışlanma, yabancı olmanın verdiği eziklik gibi yollarla başlayan toplumdan kopma durumları göçmen çocuklarını ve gençlerini kendi içlerine kapatmakta ve kendilerine psikolojik sorunlarla dolu bir hayat sunmaktadır. Eğitim ve dil bilgisi eksikliği gibi nedenlerle arzuladığı iş ve geleceği elde edemeyeceği düşüncesine kapılan bu çocukların, suça daha kolay yönelme olasılığı büyüktür.
Göç etmiş olmanın vermiş olduğu psikolojik eziklikle şiddete başvuran erkeklerin çoğunun yetersiz kişilik gösteren, iletişim yeteneği olmayan ruhsal gelişimini tamamlamış kişiler olduğu düşünülmektedir. Göç sonucu yapılan evlilikler, gerilimler ile birlikte gelir. Boşanmalar, kavgalar, kuşak çatışmaları beraberinde bulunur. İki ayrı çevreden farklı kültürden gelen kişi bir araya gelip evlenince, bu durum yeni problemlere gebedir. Gerilimli aile ortamı intihara zemin hazırlar. Göç ve gençleri bekleyen tehlike, çocuk suçluluğu, terör ve organize suç örgütlerine katılma ile sonuçlanacak kötü bir akibettir. Fertler arasında şiddeti çözüm olarak görenler artar. Uyuşturucu ve bazen de alkol gibi kötü alışkanlıklara hem kullanıcı hem de torbacı şeklinde kurye olarak kullanılacakları düşünülüyor. Bu alınan maddelerin çoğunun ruhsal çöküntüye sebebiyet vererek kayıp nesillerin olacağı düşünülüyor. Göçmen çocuklar ağır yoksulluk içinde bulunmaları nedeniyle hak ihlallerine ve sömürüye maruz kalırlar. Ucuz iş gücü yaygın yaşadığı bölgelerde çocuk işçiliği artmış göstermektedir. Literatürde çocuk emeğinin kullanıldığı alanlar inşaat işçiliği, tekstil sektörü, hizmet sektörü, mevsimlik tarım işçiliği ve çobanlık gibi alanlar olduğu belirtilmektedir.
Getto aynı veya benzer kökenlerden gelen insanların, tehlikeli olarak gördükleri yeni dış çevreye karşı, normal koşullar altında yakınlaşmayacakları kadar yakınlaşıp kendilerini bir anlamda bu çevreden soyutlamaları, kendilerini bir koza içine kapamalarıdır. Bu durum, hem mekansal hem de psikolojik ilişkiler bağlamı için geçerlidir. Getto bir bakıma da bir tür dayanışma ağıdır, göçün neden olduğu kayıpları tolere etme gayretidir. Ülkelerde göçün yarattığı zorluklarla baş etmenin en yaygın yollarından biri gibi gettolaşma eğilimi giderek yaygınlaşmakta. Özellikle göçmenlerin eşit olmayan koşullarda yaşadıkları deneyimler, ayrımcılık ve dışlanmışlık algıları onları kendi içlerine kapanmalarına, ağırlıklı olarak kendi kültürel değerlerini yaşadıkları bir "gettolaşma” eğilimine yöneltmektedir. Öte yandan göçmenlerin bu tip bir hayat tarzının seçiminde birlikte yaşadıkları toplumla iletişim kurmaktan kaçınmaları, kendi içine kapanma şeklinde tezahür eden istikrarlı bir statü özleminin ve kimliğin tanınması arzusunun da büyük payı vardır. Bu gibi nedenlerle ortaya çıkan farklılıklar düşmanlık ve gerginlikleri de körüklemektedir.
Kimlik ve aidiyet sorunu dünyada göçmenler arasında zikredilen en önemli sorunların başında yer almaktadır. Bazı ülkelerde yerli ırkçı grupların ve bazı yönetimlerin söylem ve yayınlarında dile getirdikleri asimilasyon korkusu endişeleri, göçmenleri daha fazla kendi içlerine kapanmaya yöneltmekte. Öte yandan özellikle küreselleşme macerasında ikinci ve üçüncü kuşak göçmenlerin kendi kültürlerinden kopma, kimliğini kaybetme yönündeki korkusu, özünden kopma riski aileler ve çocuklar arasında yeni bir problem kaynağı olmakta ve onları kendi milli ve dini değerlerine yöneltmektedir. Biraz da kökten kopma endişesi buna sebep olmaktadır. Bu durum, yani yurt özlemi bazı insanlarda aşırı boyutlara ulaşarak onların ciddi psikolojik rahatsızlıklar yaşamasına da sebep olmaktadır. Bu tür vakalar bir dönem İsviçre'de ve özellikle Basel kentine yakın yörelerde daha sık görüldüğü ve bölgenin uzmanları tarafından teşhis edildiği için çağdaş literatüre "İsviçre hastalığı” olarak dâhil olmuştur. Hem göç veren hem de göç alan devletlerin göç ve eğitim gibi temel politikalarını gözden geçirerek yeniden oluşturulmasıyla bu tür vakaların önüne geçilebilir. Göçmenler uzun süre yeni yerleşim birimlerinde yabancı görülmenin sıkıntılarını ve bunun getirdiği arada kalmışlık psikolojisini yaşıyorlar, iki toplumun karışımı yeni kültürler oluşturmakta ve özellikle ikinci ve üçüncü kuşaklar kimlik bunalımı yaşamaktadır. Bu gerçekte kolay bir durum değildir, ne oralı, ne buralı olma durumudur, her iki ülkede ev sahibi olup evsiz olma durumudur, her iki tarafta da dışlanmaktır aslında. Bazıları da "yarın döneceğim" düşüncesine kapılarak "iki arada bir derede" kalabiliyorlar. Bu yüzden sağlıklı bir yaşam kurmakta zorlanıyorlar.
Göçmenler arasında şizofreni sıklığının daha yüksek olduğu bildirilmiş. Weingarten ve arkadaşları, göçmenlerdeki şizofreni artışını kültür farklılığı nedeniyle ciddi iletişim sorunlarına, genetik yatkınlığa ve yaşanan kültür şokuna bağlamaktadırlar (Weingarten MA, Orron DE (1983) Schizophrenia in a Yemenite immigrant town in Israel. Int J Soc Psychiatry, 29:249-254.). Depresyon, kaygı bozukluğu, obsesif kompulsif bozukluk ve yaygın somatizasyon bozukluğu mültecilerdeki yaygın psikolojik sorunları mevcut. Göç edilen ülkede yaşanan sıkıntılar, göç ve sığınma sürecinde karşılaşılan zorluklar sığınmacı ya da mültecilerin önemli bölümünde travma sonrası stres bozukluğuna (TSSB) ya da belirtilerine neden olabilir. Türkiye’ye sığınan Suriyelilerle yaptığı çalışmada, kampta yaşayan Suriyelilerin % 33.5’i travma sonrası stres bozukluğu tanısı almıştır. Kadınlarda, geçmiş ruhsal hastalığı bulunanlarda ve en az 2 travmatik olay yaşamışlarda TSSB tanısı alma ihtimali daha yüksektir. (EKSİ, Aysel, (2002), “Sığınmacı ve göçmenlerde psikopatoloji”, Türk Psikiyatri Dergisi, 13(3):215-221).
İkinci Kuşak Göçmenler
Göç tarihi eskidikçe, ikinci kuşak göçmenler ortaya çıkmaktadır. Bazı yayınlar, birinci kuşaktan farklı olarak ikinci kuşak göçmenlerin yeni kültüre daha iyi uyum sağladıkları için daha az ruhsal sorun yasayacağını vurgulamıştır. Ancak, her ne kadar birinci kuşak daha farklı bir göç stresi yaşasa da (geride kalanlara para yollama zorunluluğu, göçün ilk yıllarında çocukları-eşi geride bırakmak, gelinen ülkede sosyal destek yokluğu, çalışma koşullarının ağırlığı), ikinci kuşak da farklı kültürel çelişkilerle karşılaşmaktadır. Bu grup bir yandan okulda, arkadaş ortamlarında ya da iş yerlerinde ev sahibi toplumla daha sık bir arada olup kendini kabul ettirmeye çalışırken, bir yandan da aileden gelen “kendi kültürünü unutma” baskısı arasında kalmaktadır. Kişiliğin geliştiği, ergenlikten çıkıp genç yetişkin olma dönemine girildiği dönemlerde yaşanan “arada kalma’ ya da ‘iki toplulukta da diğeri olma” duygusu ikinci kuşak göçmenleri çeşitli ruh sağlığı sorunları karsısında oldukça hassas kılabilir.
İkinci nesilde gelişen psikolojik bozukluğun diğer sebebi anne babanın dil ya da başka konularda çocuklara bağımlı duruma gelmeleri, anne babanın güçlü olmasına gereksinim duyan çocukların gelişimlerinde ve aile içi dinamiklerde ciddi sorunlara yol açabilir. Bu kuşağı riskli kılan bir diğer unsur da göçle ilgili travmatik öykünün birinci nesilden ikinci nesile olası aktarımıdır. İkinci kuşak gençlerin benlik algısı ve kimlik gelişimleri sürecinde ev sahibi gençlere oranla daha fazla çatışma yaşamalarının, yüksek psikoz oranlarıyla ilişkili olabileceği düşünülmektedir.