Irak’ta yaşanan kaotik dönem başta Irak olmak üzere tüm bölgeyi karmaşaya sürüklemiş, Irak 3 ayrı bölgeye ayrılmıştır. Bu durum özellikle Kuzey Irak olarak adlandırılan bölgenin neredeyse özerkliğini ilan etmesi ile Türkiye’de bulunan kolu daha güçlenmiş ve etkin hale gelmiştir. Bu karışıklık sürerken, Suriye’de başlayan iç savaş bölgede zaten kalmayan dengeleri tamamen yok etmiştir.
Bu durum Türkiye’ye sayısı 4 Milyon olarak tahmin edilen mültecinin akın etmesine yol açmıştır. Yüz binlercesi başta İstanbul ve İzmir olmak üzere Türkiye’nin birçok iline dağılmıştır. Bu mülteci akını da daha önce yaşanan gibi tam olarak algılanmamış ve adeta göçmen şartları uygulanmış, sınıra yakın bölgelerde barındırılmak yerine, ülkenin her yanına dağılmalarına izin verilmiştir. Ancak bu yaşanan akın daha önceki göçmen hareketlerinden farklı olarak sosyal yapı tarafından kabul görmemiş ayrıca gelenler de kanunlara uyum göstermedikleri için bazı bölgelerde çok ciddi çatışmalar yaşanmış, bunun sonucunda mülteciler ancak büyükşehirlerde yaşar hale gelmişlerdir. Bu durum ise farklı sosyal sorunlara yol açmıştır. Hiçbir kanuni hak talep etmeden sadece karın tokluğuna çalışmaya başlayan mülteciler beraberlerinde ülkeye bir de işsizlik sorunu getirmişlerdir. Ağır suçlarda özellikle fidye için adam kaçırma gibi veya gasp amaçlı cinayetlerde adeta bir patlama yaşanmıştır. Üstelik bu suçların bir kısmı yerleşik Türklere karşı işlenirken, daha önemli bir kısmı kendileri gibi gelen gerek kendi ülkelerinin gerekse de diğer yabancı ülkelerin vatandaşlarına karşı işlenmektedir.
Sosyal anlamda ciddi bir sıkıntı haline gelen bu durumdan daha vahimi ise, gelecekte oluşacak ve ülkeyi büyük bir çatışma ortamına sürükleyecek durumdur.
Dış kaynaklı bazı servislerin, 10 yıllardır Türkiye’de bir iç karışıklık çıkartarak ülkeyi bölme planları içerisinde olduğu açıkça bilinmektedir. 1970’lerde yaşanan sürecin etkileri bugün dahi toplumsal hafızamızda yer yetmiştir ve yaşı 50’nin üzerinde olanlarda ise bu anılar halen acı biçimde yaşamaktadır. Ancak bu iç kargaşa yaratma süreci hiçbir zaman bir iç savaşa dönüşmemiştir. 1980’li yıllarda başlayan PKK terörü ise etnik bir savaş çıkarma amacıyla dizayn edilmiştir. Ancak yaklaşık 40 yıldır süren bu duruma rağmen Türk halkının sağduyulu yaklaşımı yine bir iç kargaşa yaratmaya yetmemiştir. Terör tüm çabalara rağmen yayılma ortamı bulamamış, belli bir bölgenin dışına çıkamamıştır. Zaman zaman mevzi bir biçimde özellikle Karadeniz bölgesine sızma girişimleri olsa da sonuçta yöre halkının devlete olan bağlılığından dolayı gelişme ortamı bulamamıştır.
Yapılan son operasyonlar ise örgütü oldukça zayıflatmış olsa da, halen örgütün belli bir operasyon kabiliyeti olduğu bilinmektedir.
Son yıllarda ülkemize gelen kaçak göçmenlerin çeşitlenmesi, sosyoekonomik sebeplerle açıklanmaktadır. Özellikle Afganistan, Pakistan ve bir kısım Kırgız kökenlilerin Türkiye’ye İran üzerinden girişleri son derece yoğunluk kazanmıştır. Ayrıca Kuzey Afrika kökenli gruplar da kaçak göçmenler olarak sınırlarımızdan giriş yapmaktadır. Bu durum özellikle Suriye’den yaşanan yoğun mülteci akını sırasında artmış hayat kurtarmak adına sınır güvenliği yeri geldiğinde göz ardı edilmiştir.
Mültecilerin dışında kalan ve kaçak göçmen olarak adlandırılan ve yoğunluğu artarak devam eden bu grupların demografik yapıları yüzeysel olarak incelendiğinde ağırlıklı olarak 25 yaş ortalamasında genç erkeklerden oluştuğu görülmektedir.
İnsani bir bakış açısı ile kendi ülkelerinde umutlarını tüketen bu insanlar hayatlarını dahi ortaya koyarak daha iyi bir yaşam umudu ve geride kalanları daha iyi bir yaşam sağlama uğruna topraklarından ayrılarak gelişmiş ülkelere giderek hayatlarını kazanma amacındalar. Bu durum on yıllardır özellikle ABD ve AB ülkelerinde yaşanan bir gerçeklik olarak ve bu konuda bir sürü hikâye anlatılarak filmleri yapıldı ve bu eylem son derece masum insani bir durum olarak beyinlerimize kazındı. Bu bakış açısı aynı zamanda bazı gerçeklikleri de perdeledi.
Bir gün aniden ortaya çıkan 8-10 Toyota cipli 70-80 adam aniden askeri bir harekâta başlayarak dünya İslam imparatorluğunu kuracaklarını ilan ettiler. Başta bu eylemi hiç kimse ciddiye almadı ancak bu eylem çok kısa bir süre içerisinde hem Irak ve Suriye’yi hem de dünyayı sallayan bir harekete dönüştü. Adına cihatçılar denen bu adamlar binlerce sivili öldürdü ve zaten iç savaş içerisinde yaşam mücadelesi veren iki ülkenin daha da çok terör batağına gömülmesine neden oldu. IŞİD adındaki bu örgüt nasıl oldu da bu kadar kısa süre içerisinde bu kadar etkili hale geldi?
Mantık olarak bu kadar organize askeri bir hareketin kimliği ne olursa olsun, eyleme başladığı topraklardan doğması gerekir yani o ülkenin insan kaynaklarını kullanır. Üstelik başlayan bu hareket son derece askeri operasyon kapsamında olmasından dolayı, o ülkenin sıradan insanlarından ziyade, askeri eğitim almış bireylerinden oluşması gerekir. İç savaş ortamında militarize olmuş sivil gruplarda da askeri davranışlar temel doku olarak ortaya çıkar. Ancak bu davranışlar savaşın doğası gereği tecrübi davranışlardır ve bir ordu düzenine ve daha ötesi disiplinine sahip değildir. O grupların içinden geldiği kültürel davranış kalıpları ile askeri düzen oluşur ve genel askerlik kurallarının dışında daha çok çeteci bir organizasyon yapısına dönüşür. Nitekim Suriye içerisinde rejimle savaş halinde olan gruplara baktığımızda bu grupların aynı zamanda birbirleri ile güç mücadelesine girdiği ve toplu olarak kabiliyet ve yeteneğinden yoksun olduklarını görürüz.
Tüm bu karmaşa içerisinde IŞİD gibi son derece organize ordu yapısına sahip bir orduyu yerelden kurmak hemen hemen imkânsızdır. Nitekim ilerleyen zaman içerisinde farklı nedenlerle IŞİD’e katılan binlerce yabancı uyruklu savaşçı olduğu gerçeği ortaya çıktı.
Peki bu yabancı savaşçılar bu bölgeye nasıl ulaştı ve organize birlikler haline geldiler?
Gerçekte bunu açıklaması çok kolay, El Kaide’nin bölgede bulunduğu uzun yıllardır bilinen bir gerçek ancak önce Irak ve Suriye’nin kuzey ve orta bölgelerinde yuvalanan ana kadrolar burada uzun zaman eylemsiz kaldılar ve alt yapıyı hazırladılar. Özellikle Afganistan’da elde ettikleri tecrübelerle bölge insanları ana bir kadro oluşturdular. Sonrasında ise zaten sürmekte olan Irak savaşı ve ardından başlayan Suriye iç savaşı ile beraber bölgede kendi kadrolarını aktif hale getirerek adam topladılar ve en son dünyanın dört bir yanına yayılmış yabancı kadroları bölgeye çektiler. Peki nasıl gerçekleşti bu durum? Kaçak-göçmenler vasıtası ile öncelikle Avrupa ülkelerine yerleşmiş olan savaşçıları Türkiye üzerinden geçirerek bölgeye soktular, Libya gibi hala iç karışıklıkların hâkim olduğu ülkelerdeki savaşçılarını ise Kuzey Afrika üzerinden bölgeye getirdiler. Türkiye üzerinden adam getirmekte çok sıkıntı yaşamadılar çünkü mülteci akınları ile adeta tamamen kontrolsüz hale gelmiş bölgeden bu aktarım gayet kolay gerçekleşti ve koca bir ordu bir anda bölgeyi ateş çemberine çevirdi.
Tabii ki bunda yabancı servislerin katkılarını göz ardı etmemiz gerekiyor. IŞİD ile başlayan süreç sözde koalisyon birlikleri adıyla ABD’nin Kuzey Suriye’de üsler kurması ile sonuçlandı. “IŞİD ile mücadele ediyoruz” hikâyesi ise Irak ve Suriye’nin Kuzeyinde özerk yapıda bir Kürt devleti kurma girişimini başlattı ki bu süreç halen devam etmektedir. Türk ordusunun müdahalesi ile bir karşı hamle ile karşılaştılar ancak bu çabalarından vaz geçmeyecekler çünkü aynı oyun Türkiye üzerine oynanmaya başladı bile.
Türkiye’ye mülteci olarak giren ve burada kalıcı hale gelen milyonlarca Suriyeli olduğu bir gerçek; işte bu girişler esnasında son derece ciddi sayıda IŞİD mensubu da Türkiye’ye giriş yaptı. Üstelik bunların bir kısmı Suriyeli dahi olmayan son derece iyi eğitimli batılı askerler. Üstelik Türkiye gibi bir turizm ülkesi ve aynı zamanda önemli sayıda yerleşik batılının yaşadığı bir ülke bir süre eylemsiz kalarak saklanmak için son derece müsait bir yapıdadır. Üstelik Suriyelilerden farklı oldukları için beraber girdikleri gruplardan ayrılarak kısa süre içerisinde kendilerine gizlenme ortamı yaratacak yerlere ulaşıp burada batılı kimlikleri ile yaşayabilmek onlar için son derece kolay oldu.
Nitekim istihbarat kaynakları tarafında kimlikleri açığa çıkartılan bu kişilerin bir kısmı Ege’nin çeşitli turistik bölgelerinde ve İstanbul’da yakalandılar. Reina katliamını yapan Kırgız kökenli gibiler ise yine Orta Asya Türk kimliğinin arkasına saklanarak kendilerini gizlediler ve buna devam ediyorlar. Afgan kökenliler ise yine emperyalistler tarafında ezilen Müslüman kimliği ile kendilerine rahatça yer bulmaktalar. Bunların adi suçluları yukarıda bahsettiğim suçlar kapsamında ortaya çıkıyorlar ancak askerler kendilerini gizliyorlar.
15 Temmuz kalkışması gerçekte bir toplumsal reaksiyon ölçümü için yapıldı. Aynı Gezi’de olduğu gibi 4 yıl ara ile gerçekleşen bu iki toplumsal hareket, biri sivil kökenli diğeri ise askeri kökenli toplumun vereceği reaksiyonu ölçmek için yapıldı ancak ikisinde de istenilen başarıya ulaşılamadı. Birkaç münferit olay dışında hükümet yanlıları Gezi’de sokaklara dökülmedi. Aynı şekilde 15 Temmuz’da yapılan darbe girişiminde de hükümete karşı olanlar sokaklara dökülerek darbeye destek vermedi. Sonuç olarak toplumun her kesiminde infial yaratması hedeflenen her iki girişim de başarısız oldu.
Bu durumda geriye bir tek yol kaldı: Aynı IŞİD yapılanmasında olduğu gibi yabancı savaşçı kullanılarak yaratılacak olan toplumsal kaos. Bu ortamı besleyecek tek silahlı iç güç ise PKK-PYD ve adına FETO dediğimiz organizasyon.