İYİ PARTİ'nin grup toplantılarındaki farkındalık
İYİ PARTİ Genel Başkanı Meral Akşener'in "Memleket masası" kurulması ve o masa etrafında ülke ve milletimizin sorunlarının tartışılması önerisine, öz güveni ve yüreği yetmeyenler öneriyi umursamayarak, daha masa kurulmadan tekmeleyerek yıkmayı tercih ettiler.
Ama Meral Hanım pes etmedi, Cumhur İttifakı'nı; mağdur ettikleri insanlarla milletin şahitliğinde yüzleşmelerini sağlamak için meclisteki grup toplantısında kürsüsünü Ankara Esnaflar Odası Başkanı'na vererek kendisine büyük bir jest yapıp, onlara sorunlarını dile getirme fırsatı vermiştir. Bunun devamının diğer sivil toplum örgütlerine de aynı fırsatın tanınarak devam edeceğini bizatihi Meral Akşener aynı kürsüde deklare etmiştir.
Türk milletinin tüm kesimlerini; Cumhur İttifakı istese de istemese kendileri ile bu usulle yüzleştirme formülünü bulan İYİ Parti'yi tebrik ediyoruz.
Aynı usulün devamı olarak bir sonraki grup kürsüsünü işsiz bir gencimize vererek, onların ortak sorunları olan işsizlik ve geleceğe dair beklentilerini dile getirme fırsatı verdi.
Gencin konuşmasını dinlerken aklımdan aynen geçen "Fetö'nün huyundan husunda hamile kalmışlar şimdi bu gencin geçmişine dair, aleyhine kullanabilecekleri bir şeyler arayacaklardır"
Vallahi bunları çok iyi tanımış olmalıyım ki; beni haklı çıkardılar. Hemen Google'a girdim karşıma ilk çıkan bu genç hakkında aynen "İYİ Parti Grup kürsüsünde işsiz olduğunu söyleyen gencin Avrupa'da eğlence merkezlerinde resimleri var" şeklinde bir haber, kaynağı ise; besleme ve yanaşma bir gazete müsveddesi.
Yani Avrupa'da dilencilik yaparken mi resimleri olması gerekiyordu acaba? Çocuk eğitim bursu kazanmış Avrupa'ya gitmiş. Edindiği arkadaşları ile sosyal yaşamından bir kaç kare resimler paylaşmış, bunun garip tarafı nedir Allah aşkına? Ve alçakça, bir insanın özelini paylaşarak kendisine itibar suikastı yapıyorlar.
Tabi bu beyinleri iğdiş edilmiş, namus kavramını iki bacak arasına indirgemiş ve oralarda arayan güruh, bu gencimizin kız arkadaşı ile bir mekanda (Eğlence mekanı olduğu bile belli değil) görüntülenmesi; özellikle Meral Abla'nın parti grup kürsüsünü milletin kürsüsü haline getirmiş olması projesinin yarattığı karın ağrısına bağlı ishal halidir.
Kaldı ki o genç pekala ailesinin imkanları ve kendi becerisi ile Avrupa'ya gitmiş olup, bundan böyle de kendi imkanları ile ayakları üzerine dikilmek o şekilde hayatını kazanmak istiyor olamaz mı?
'Çoklu Baro' olursa 'Çoklu Diyanet' neden olmasın?
Ben sunni bir Türk milliyetçisiyim. Türk oğlu Türk Alevi kardeşlerim için 'Çoklu Diyanet' istiyorum.
Barolar Birliği örneğinde olduğu gibi kendinize muhalif olan her sivil toplum örgütünün gücünü kırmak için çoklu yapıya geçmek istiyorsunuz.
O zaman biz sunnilerin de "Diyanet"deki tahakkümünün kırılması lazım. Alevi kardeşlerim için "Diyanet"in kendi bünyesinde mezheplere göre ayrıştırılmasını onların en doğal hakkı olarak görüyorum.
Siyasallaştırılmış başörtüsü
Anamızın, bacımızın başörtüsü bu kadar iğrenç ağızlarda suistimal edilerek, Kuran'daki manasının çok dışında adice bir yöntemle çok basit siyasi çıkarlara enstrüman haline getirilmesi ciddi bir sorun haline geldi.
Ne bileyim; din alimi falan değilim ama Kuran'da atıf yapılan "örtünme" ile bugün örtünme üzerinden yaratılan siyasi "Şer"in karşılaştırılmasını yaptığımda; başörtülü bir kadın olsaydım acaba başımı açar mıydım; her halde açardım.
Bu arada Anadolu kadınımızın Türk-İslam kültürüne has örtünme şekli ile "Siyasallaştırılmış başörtüsü"nün çok farklı şeyler olduğunu özellikle belirtmek isterim.
Müslümanlar olarak böyle bir suistimalin neden olduğu "Siyasallaştırılmış başörtüsü" zulmünden kadınımızı kurtarmak için her birisinin üzerine zorla giydirilen bu algıyı kaldırıp atmak lazım. Yüce İslam dininin tüm mantalitesini kadının başörtüsü, tutulan oruç ve kılınan namaz üzerinden anlatmak her şeyden önce İslam dinine yapılan büyük haksızlıktır.
Haksızlık yapan olmak, hukuksuzluk yapan olmak, adaletsizlik yapan olmak velhasıl kelam şerefsiz oğlu şerefsiz olmak; namaz kılmayan, oruç tutmayan, başörtüsü örtmeyen kadın olmaktan daha mı İslamidir?
Adam "Çoklu Baro" meselesinde düşüncesini anlatıyor, bir yerde tıkanıyor ve hemen kendileri için can kurtarıcı simit olan "Siyasallaştırılmış başörtüsü"ne atıf yapıyor. Yarın bunlar cinsel sorunlarını da anlatırken "Siyasallaştırılmış başörtüsü"ne atıf yaparlarsa hiç şaşırmam.
Akademisyenlerin siyasi parti sözcüleri olmaları
Bir akademisyenin siyasi parti sözcüsü gibi TV'lerde konuşmasını çok iğrenç bir yanaşma olarak görüyorum.
Bu insanların yeterince siyasallaşmış olmalarından dolayı, hele ki sosyal bilimlerde akademik inandırıcılıklarının olacağını sanmıyorum.
Dikkat ederseniz bu adamlar her yaz dönemi geçtikten sonra yeni sezona akademik kariyerlerinde tur atlamış olarak başlıyorlar.
Bu durumlar daha çok özel üniversitelerde oluyor.
Orta okulda Türkçe hocam bu durumları izah için "Abdülhamit'in tezekten madalyonları" derdi.
Ancak öyle bilim adamlarımız var ki; ideolojik inanmışlık ve adanmışlıkları ile tanınırlar ki; bunların ismi her türlü siyasi partinin kurumsal kimliklerinin üstünde olup, partilerin varlıkları ve ya yoklukları onların umurunda bile değildir.
18 Yıllık kesintisiz iktidar olmak muhalefetin eksikliğindendir...
AKP ve Fetö'nün izdivacından hasıl olan gebelik, ABD'nin ebeliğinde 15 Temmuz ihaneti şeklinde gayri meşru olarak dünyaya teşrif edince; doğal olarak "İsmin" konması için istenen gen testine tarafların razı olmaması gibi bir durum hasıl oldu.
Oysa vebalin kendi üzerine düşen gölgesinden yani gen testinden kaçmak için bir çoklarının isimlerine kara çaldılar ama o isimler delikanlıca her türlü gen testine hazırlar ve bekliyorlar ama onlar hala kaçıyorlar.
Fetö'nün siyasi ayağı; Cumhur İttifakı muktedir olduğu sürece açığa çıkarılmayacaktır. Şimdi bütün çabalar, Cumhur İttifakı vesayetini oturtarak, uzun yıllar "Dokunan yanar" algısını hakim kılmak. Gün gelip de bu algı yıkılsa bile olup bitenlerin müsebbibi olanlar ya çişlerini tutamıyor olacaklar ya da mezarda olacaklardır.
Dolayısıyla, artık muhalefetin öyle veya böyle hak, hukuk, adalet ve demokrasi için bir şekilde kahramanlığını ortaya koymasını, göstermesini bekliyoruz.
Bir ülkede 18 yıl bir parti kesintisiz iktidarda kalabilmişse ve bu süreçte bir de 15 Temmuz gibi ihanet süreci yaşanmışsa; o ülkede ciddi bir muhalefet sorunu var demektir. Bu uzun süre iktidarda kalış ancak iktidarın başarısı ile değil, muhalefetin yetersizliği ile ancak mümkün olabilir.
Bugün gerçek muhalefeti biz sosyal medya kullanıcıları olarak yapıyoruz ve muhalefet partilerinin önünde
gidiyoruz. "Kırk düşünüp bir biçerek" kalemimizi kullanıyoruz, üzerimizde hiç bir dokunulmazlık zırhının olmamasına rağmen. Bundan öte ne yapabiliriz ki. Muhalefet milletvekilleri sahip oldukları o dokunulmazlığın sağladığı özgürlük alanını bize versinler bari gereğini biz yapalım.
Ülkücülük taşınan bir sıfattır
Ülkücülük; Türk töresinden beslenen edep ve adap anlayışının, İslam inancı ile harmanlanmış şeklinin ete kemiğe bürünerek bir Türk'ün üzerindeki duruşunun tarifidir. Bu duruş halinin ne özel mekanı olur, ne özel ülkesi olur, ne de özel partisi olur.
Elbette ülkemizde tüm ülkücülerin MHP'de buluşması hepimizin gönlünden geçer. Bunu bugün isterse Devlet Bahçeli, yarın genel başkan kim olursa ancak o başarabilir ama hiç bir zaman "Ülkücülük ancak MHP'de olur" dayatması ile başarılamaz.
Velev ki; kurumun öyle veya böyle 12 Eylül 1980'de olduğu gibi başına bir iş gelecek olsa aynı anda bizim ülkücülüğümüz sona mı erecek? Hepimiz aynı anda intihar mı etmiş olacağız?
Dolaysıyla, ülkücünün vicdanının süzgecinden geçen siyaset, ruhunu okşayan şarkı, türkü her neyse; nereden geliyorsa gelsin yönünü oraya döner, gerekirse mekanı orada edinir ta ki; yeni bir muhasebeye ihtiyaç hasıl olana kadar.
Çarşı karıştı
Oh oh da, oh oh...
Mahallede şenlik var, muhabbet gırla...
Nagihan "Türlü" yapmış ağamı çağırıyor... Perinçek alınganlık gösterip, "Hani bana hani bana" diyor. Ağam öfke duyup "O'nsuz olmaz... O'nsuz olmaz...." diyor.
Marmara'da fırtına var Apo "Gelemem" diyor ama "Osman'ımı çağırın, sefer tasında gönderin" diyor.
Gücün temsili, haşmetlumuz ise "Olur mu öyle canım gönderin bir "Aligopter" getirin adamı buraya, soframıza davet edecek daha kimimiz kaldı ki?" diyor...
"Şimdi bu sofrada sürahiyi tutacak bir adam..." der demez ağam Al Tolgalı Beylerbeyi edası ile haykırdı...
"Tamam buldum; Mümtazer gelsin" diyor.
Manisalı ağlak gene kafaları karıştırdı
Manisali ağlak ne diyor; "Türkçe olimpiyatlarının hepsine katıldım. Türkçeyi öğretiyor, İstiklal Marşını dinletiyorlar ve bizler de bundan çok etkileniyorduk". Biz niye etkilenmeyip de hep şüphe duyduk peki?
Adam şahsına münhasır kendi örneğinin teki. Bütün affedilemez günahlarının içinden nasıl da aynı anda erdem ve dürüstlüğü adeta bir sihirbazın hilesi misali çıkarıp topluma yutturabiliyor; bütün arsızlığı ile.
Şimdi sormak istiyorum; bu durumda AKP Fetö'nün siyasi ayağının açığa çıkarılmasını istemesi kendisi adına ahmaklık olmaz mı? Onun için de hiç bir zaman istemeyecektir.
Ne demek "Etkilenmemek mümkün değildi". Peki diğer Fetö tutukluları da "Etkilenmemek mümkün değildi" deseler sizin dokunulmazlık haklarınızdan onlar da yararlanabilecekler mi?
Ve en çok da zoruma giden nedir biliyor musunuz; Vatanın ve milletin birliği, bütünlüğü adına yüzlerce şehit vermiş binlerce mağduru olmuş Türk milliyetçiliği hareketine; bu gaflet ve hıyanet içinde olanların bizatihi kendileri için icat ettikleri dokunulmazlık zırhını onların üzerine giydirme görevinin verilmiş olmasıdır.
Oysa bizim doğal refleksimiz ne olmalıydı; anında, hiç tereddütsüz hesap sormak...
IMF'ye borcumuzun olmaması ile övünmek
Hükumet hava atıyor, neymiş; IMF'ye borcumuz olmadığı gibi alma ihtiyacı da duymuyormuşuz.
Tabi ki bu cümleleri ve akıl oyunlarını biatcı köle zihniyetinde olanları muhatap alarak kullanıyorlar. Çünkü bunların oylarının konsolide halinin hala kendilerini istedikleri yerde tutacağına inanıyorlar.
Peki gerçek akıl sahibi olup da biatcı particilik taassubuna hayır diyen özgür düşünceli insanlara bunu yutturabiliyorlar mı; tabi ki asla. Peki bizler IMF ve hükumet ilişkilerini nasıl görüyoruz?
Cumhur İttifakı hükumeti Londra piyasasından borçlanmanın çok pahalı olmasına rağmen niçin daha ucuz kredi imkanı sunan IMF'den borç almayı düşünmüyor? Çünkü Londra piyasası verdiği kredinin nerede ve nasıl kullanılacağını takip etmiyor, sattığı paradan gelecek olan faiz onu ilgilendiriyor.
IMF ise verdiği kredinin nasıl ve kimlere kullandırıldığının düzenli olarak raporunu istiyor. İşte bu denetim "Tek adam rejimi"nin işine gelmediği için IMF'den borç almıyor, bunu da bizlere yutturması mümkün değil ama biatcı kesime "IMF'den borç almaya muhtaç olmayan ülkeyiz" şeklinde gösterip, yutturuyor.
Bu devletin bileşenlerinden olan muhalefet partilerinin denetiminden kaçırılan Varlık Fonu'nun bilançosunu oluşturan kalemlerdeki hareketlerin nasıl ve neye binaen olduğunun hiç bir şekilde bilinmediği ülkemizde; IMF'den borç para almamız elbette mümkün değil, hatta abesle iştigal olur.
Nasıl bir hukuk, nasıl bir ceza sistemi, nasıl bir demokrasi...
"Onları alın içeri, bunları çıkarın dışarı" Ne demektir Allah aşkına? "Falanca yakınım, filanca hasmımdır, ona göre" ayrımcılığı.
"Falanca, filanca belediye başkanlarında metal yorgunluğu var, istifa etsinler". Hangi hukuka göre; paşa gönüllerine göre. Fetö'cü diyemediklerini metal yorgunu deyip hesabı öyle kesiyorlar.
İradeleri bütünleşmiş iki muktedirin paşa günülerine göre adalet dağıtılıyor.
"MHP'de kalsaydım imanından olurdum" diyen adam MHP'de baştacı ediliyor...
"Apo'ya paşalık verelim, MHP'li değildim, Türkeş'i hiç sevmedim" diyen Fetö'cüye MHP kurumsallığı adına af talep ediliyor.
Hergün Demirtaş üzerinden muhalefet linç edilirken, O'nun fikri önderi Ahmet Türk'ün serbest kalması için özel istekte bulunuluyor.
HDP kötülemesi üzerinden muhalefete sürekli terörü destekleme göndermeleri yapılıp, lince girişilirken; PKK'nın liderinden yardım almak için O'na ısmarlama mektup yazdırılıyor, diğer bir Mehmetçik katili olan kardeşi ise devletin televizyonuna çıkarılarak cumhur ittifakına oy istiyor.
Yahu hele bir yerde eğleşin de; kimsiniz, nesiniz tanıyıp, bilelim.
Meral Hanım'a ve dolayısıyla yanında olan bizlere her vesile ile gönderme yapıp, Fetöcü olduğumuz ithamında bulunan Devlet Bahçeli; yargılanıp, Fetö ile ilişkisi mahkeme kararı ile tescillenmiş Mümtazer Türköne'nin Fetöcü olmadığına kanaat getirmiş olmalı ki; yeniden yargılanmasını talep etti.
Kendince uygun gördüğü özel Fetöcü tutukluların tekrar yargılanmalarını vicdanı ve insani olarak talep eden Devlet Bahçeli'nin; umarız bundan sonrası ikinci taleplerini de tutuklu olan 17-19 yaşları arasında olan askeri öğrenciler için yapar.
Bu arada Mümtazer Türköne'ye masumiyet atfeden Devlet Bahçeli; artık bundan böyle gerek Meral Hanım'a gerekse bizlere Mümtazer Türköne için çalıştırdığı vicdanını devreye sokar, haksızca Fetöcü ithamda bulunmaz. Velev ki bulundu; biz de o zaman affını istediği Fetöcüleri kendisine hatırlatırız.
İsmail Ok kendi çelişkileri içinde boğuluyor
Zaman zaman İYİ Parti Balıkesir Belediye Başkanı adayı ve aynı zamanda parti korucusu İsmail Ok'a haksızlık yapılmış olabilir mi diye düşündüğüm oldu.
Şimdi artık tatmin oldum. MHP'den istifası dahil olmak üzere gerçekleştirdiği atraksiyonların tümünün gerçek nedeni ilke ve duruş meselesi değil. Tamamen ve tamamen kendi kariyer planına göre İYİ Parti'de bir gelecek görmemiş olmasıdır. Be kardeşim "... Daha siyaset yapmayacağım" dediğine göre siyasi ömrünü tamamlamaya karar vermişin, şimdi ne diye İYİ Parti'ye vebal yüklüyorsun?
Kendisi; İYİ Parti'nin seçimlerde Millet İttifakı marifeti ile HDP ile örtülü ittifak yapıldığını söyleyerek partiyi son derece zora sokup, istifa etmiştir. Son derece basit bir ilkesizlik. Adama sormazlar mı; madem ki "HDP Millet İttifakı'na dahildi" diyorsun, bunu gerekçe olarak gösterip istifa ediyorsun, öyleyse niçin Millet İttifakı'nın adayı oldun. Veya; belediye başkanlığını kazanmış olsaydın belediye başkanlığından da istifa edecek miydin?
TV'de Ahmet Hakan'ın programında CHP'ye öfke kusan konuşmasından anlaşılan o ki; resmen İYİ Parti'nin kaybetmesine neden olan bu insanın millet ittifakı ortağı CHP'ye ittifak etiğine hiç de yakışmayan bakışı nedeniyle CHP'liler oy vermemiş.
Sonra anladık ki; benim de tespitim de aynı; en son İYİ Parti Büyük kurultayında "Çarşaf liste içinde oluşturulan hileli blok liste"ye girememiş olması.
Yani demem o ki; HDP ile ittifak yapıldı gibi ithamlarının arkasında, son kongrede herkesin kabul ettiği yapılmış bir yanlışa olan öfkesi var.
İstifasına gerekçe gösterdiği hususlar velev ki doğru olmuş olsa bile (Hileli liste meselesinde son derece haklı) İsmail Ok belediye başkan adayı olmadan çok çok önceden istifa etmesi gerekirdi.
Hasan Seymen meselesine gelince. Hasan Seymen'in "T.C Çerkeslere asimilasyon uyguladı" sözünün hesabını soran ve ödeten Meral Hanım'dan ziyade biz tabanın günlerce süren uyarı ve telkinlerimiz olmuştur.
Dolayısıyla, Hasan Seymen'in ne gibi bir adam olduğunu daha önceden keşfetmek gibi bir ermişliği kendisine izafe etmesi olsa olsa bugünkü bulunduğu konuma gerekçe oluşturma kurnazlığından öte bir şey değildir.
Olan Ahmet Hakan'ın programına oldu. Resmen korsan programa çevirdi.
MHP TBMM için yine aday göstermiyor
MHP gene TBMM başkanlığına aday çıkarmıyor. Belki de İYİ Parti oy verir, onlar da "Bize oy vermeyin" deme konumuna düşmemek için (!)
Çok garip değil mi; Türk milliyetçilerini AKP'nin her türlü günahlarının vebaline ortak edeceksiniz ama en azından iltimas bile değil MHP'li birisinin atanacağı bir kurumda üç beş ülkücüye kadro sağlanacak olması "Devletin bekası"ından çok mu şey kaybettirir (!)
Hadi diyelim, ki; AKP, içinden çıkan başbakanları, cumhurbaşkanını bile tükete tükete atayacak adam bulamadı da Vakıfbank Yönetim Kurulu'na bir güreşçiyi atamak zorunda kaldı. Peki bire vicdansızlar; MHP kadrolarında da mı bir ülkücü bankacı veya ekonomist yoktu?
İstediğiniz yasayı çıkarmak için MHP'nin meclisteki parmak sayısına ihtiyacınız oluyor da devlet kadrolarında niçin ihtiyaç duymazsınız? Üç-beş tane ülkücüye kadro tahsis edilmiş olsaydı bu onlara çok mu lüks gelecekti? Veya TBMM başkanı MHP den seçilseydi yine devletin bekası mı tehlikeye girecekti (!)
Türk milliyetçilerinin bugün bu, geçmişte başka haksız ve insan nefsine zulüm durumlara razı olmayıp, itirazlarını ortaya koyarak proje geliştirmiş olmaları; Türk milliyetçiliğinde istikrarlı bir devamlılığın gereğidir. Çünkü Türk milliyetçilerinin varlığı TC Devleti'ni kuran ruhta olduğu gibi Türk milleti ve devletinin varlığı içindir bir başka parti veya partileri iktidara taşımak veya onları iktidarda tutmak değildir. Aksiyoner bir harekettir, iğdiş edilip bağımlı kılınamaz; aynen bir bozkurt misali.
Neyin değeri ile oynamadılar ki?
Kahramanlarımızı bile emellerine alet ederek onurlu hatıralarını yerle yeksan ettiler.
Binlerce şehit kahramanlarımızın yattıkları yerde henüz bedenleri bile soğumamışken; onların katillerinin en azılı ailesinden birincisi Apo'ya ısmarlama mektup yazdırarak yardım talep ederken, hele bir de bu mektubu muhatapları yeterince anlayamaz endişesi ile ittifaklarının küçük ortağı'nın "Apo'nun dediğinden şaşmayın" şeklinde tekrar tercüme etme ihtiyacını duyması, diğer katil Osman Öcalan'nın yine aynı yardım talebi ile devletin TV'sine çıkarılarak onurlandırılıp, Cumhur İttifakı lehine propaganda yaptırılması...
Ve siyasi menfaat için katillerle böyle hercümerç olunurken; muhalefet parti liderlerinin bir defa olsun devletin televizyon ekranlarına çıkarılmalarına müsaade edilmedi, çağrılmadılar.
Devletin ve milletim katillerine değer verildi, itibar gösterildi ama muhalefet liderlerine asla.
Dolayısıyla, milli kahramanımız bildiğimiz Hamza'nın itibarı sarsılmış kimin umurunda olur ki? Hangi değerlerimiz iğdiş edilmedi ki? Demek ki yenilmezleri de tuş edebilecek insani zafiyetler he zaman varmış. Önemli olan mezara kadar kahraman kalabilmekmiş.
Keşke Hamza ilk madalyada kalsaydı da; hayatına böyle bir dönem girmeseydi. Çok basit bir oyunla kendi kahramanlığını tuş etti. Çok yazık oldu...