Coronavirüs ile mücadelemiz ...?
Ey muktedirler
Ailece günlerdir sosyal yaşamdan tecrit halde evimizde bilinçli vatandaşlar olarak almış olduğunuz kararlar dahilinde yaşamaya çalışıyoruz.
Ancak bir çok insan keyfe keder her birimizin katili olma ihtimali dahilinde, istedikleri gibi sokakta, parkta, bahçede, toplu taşıma aracında, bakkalda, markette veya şehir içinde aylak aylak dolaşmaktadırlar.
Bilinçli olmanın, iyi vatandaş olmanın bedelini bu sorumsuzlar yüzünden gene bizler mi ödeyeceğiz. Bu sorumsuz insanları; hastalandıklarında benden ayırmayıp, onları da insan sayıp hizmet almaları için önümde sıraya sokacaksınız. Bu aymazlık ve adaletsizliğe isyan ediyorum. Her sokakta görülen elbette sorumsuz değil ama kimi kimden nasıl ayıracağız.
Başta sokağa çıkma yasağı olmak üzere; zaruretten doğan, yaptırım gücü yüksek cezai önlemlerin alınması gerekir. Gıda, sağlık ve güvenlik alanında kimlikleri ve görevlendirilmeleri belirlenmiş insanlar dışında herkese en azından iki haftalık sokağa çıkma yasağı getirilmelidir. Çünkü bugün virüsü almış olan her kim olursa, iki hafta içinde hastalık somut olarak kendini gösterecek ve ülke sathında harita ortaya çıkacaktır.
Lütfen, ben bilinçli ama ahmak yerine konan vatandaş olarak sokaktaki aylak aylak gezen insanları penceremden izlemek istemiyorum. Bu can sıkıcı psikolojik halimiz sizin başınıza en korktuğunuz belayı açabilir. Bu da size bilinçli vatandaşın hayırlı bir öğüdü olsun tamam mı.
Belediyelerin bağış toplamasının engellenmesi
Toplanacak paralar gene eski usul yandaşlara peşkeş çekileceğinden; doğal olarak belediyelerin para toplama inisiyatifine mani oldular. Yine diğer bir husus; İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerin toplayacağı paraların dağıtımının halk üzerinde sağlayacağı memnuniyetin daha sonra oya evrileceği korkusu iktidarda panik yarattı.
Balgat'ın AKP'den yana tercihinin nedeni ise; Türk milliyetçiliği hareketine mensubiyet duyan herkesin ileriye dönük tercihlerinin nasıl olacağına dair ön kestirmelerini yapmış durumdalar. Artık Balgat tarafından anlaşılmıştır ki; AKP ve iktidara eklemlenerek gidebilecekleri en son noktaya geldiler. AKP'nin bizatihi kendisini taşıyamadığı bir süreçte "Balgat"ı (Özellikle MHP demiyorum) taşımalarının mümkün olamayacağı anlaşıldığından; son kerteye kadar AKP'den nasiplenmeye devam etmek istiyorlar.
Şimdi vatandaş belediyelere bağış yapamadıkları için gelip senin hesabına mı yatıracak sanıyorsun muhterem. Sanmıyorum. Sen ancak yandaşlarına haksızca dağıttıklarından bir miktar geriye toplayabilirsin o kadar.
Milletin bağış tercihine mani olmak; üstelik de içinde bulunduğunuz şartları dikkate aldığımızda; akıl tutulması bir şey. Olacak şey değil.
İnsanlar ve doğal olarak onların yönettikleri kurumlar en büyük yanlışları kaybetme korkusunun yarattığı telaş sırasında yapıyorlar. AKP ve ona eklemlenmiş Balgat'ın yaşadığı da aynen budur.
Bundan ala yanlış mı olur. Vatandaş cebinden fedakarlık yaparak belediyeyi vekil kılıp, ihtiyaç sahiplerine yardım etmek istiyor ama muktedirler buna razı değiller. Oysa belediyeler de seçilmişler; üstelik de henüz taze seçilmişler. Bugün için onların kararları daha değerli; zira yereldeki en taze şartlara göre seni de ekarte ederek tercih edilmişlerdir.
Millet olarak kutsiyet atfettiğimiz kavramların içini boşalttılar
Tabi onlar önce sistemi değiştirip, sonra da devleti dönüştürdükleri için devlet adına eylem ve düşünceleri bu minvalde oluyor.
Mesela asker, ordu, polis, okul, cami; hatta namaz, oruç, hayır ve hasenat denince itiraf ediyorum ki; benim de artık aklıma bu kavramların yirmi yıl önceki karşılıkları gelmiyor. Devlet denince benim aklıma tek adam ve O'nun partisi geliyor. Türk milletinin kutsiyet atfettiği tüm değerler yerle yeksan oldu.
Mesela bizim bildiğimiz ve yeni neslin de tahayyül etmesi gereken devletin zihinlerde öyle bir yüceliği, güçlü şekilde saygınlığı vardır ki; böyle bir devlet bağış dilenmez, ihtiyacı zaruri hale gelmişse koyar ek vergiyi veya artırır oranını bu işi böyle yapar. Bağış istemek belediyelere yakışır, çünkü adı üstünde yerel dir. Bölge ve insanının her türlü ihtiyacına vakıftır.
Devlet adına hükumetin İçişleri Bakanlığı'nın belediyeleri her türlü takip ve denetleme yetkisi varsa; hükumet ne diye bir anlamda devletin de işini kolaylaştıran bağış toplamasına mani olmak ister.
Dedim ya; devletin değiştirilmiş ve dönüştürülmüş bugünkü hali; yetki paylaşımına, inisiyatif ortaya koymaya tahammülü yoktur. Çünkü AKP ve Erdoğan kendilerini devletin sahibi olarak gördükleri için "Bağış toplamak belediyelerin haddine mi" diyorlar.
Sen benim cebimdeki paramı kime ve ne şekilde bağış yapacağımın kahyası mısın.
Hükumet Coronavirus ile savaşı bıraktı anlaşılan. Belediyelerin toplamakta olduğu bağış miktarının kendi toplayacakları bağış miktarını geçeceğini fark ettiler. Uğrayacakları prestij kaybı ile milletin kendilerine olan güvensizliğin ortaya çıkma riskine karşı illerin valiliklerine gönderdikleri genelge ile belediyelerin bağış toplamasını yasakladı. Muhtemelen toplanan paralara da el konacaktır.
Oysa adı üzerinde; yerel yönetimler. Yani, ihtiyaç sahiplerine ulaşmada hem yakınlık, hem kolaylık ve hem de pratiklik söz konusu.
Diğer bir husus da; hükumet (Artık AKP Parti devleti diyebiliriz ) bu güne kadar kendi uhdesinde topladığı bağışları amacı dışında kullanmayı alışkanlık haline getirdiğinden; yine artık kafasında nasıl bir planlama yaptıysa gene toplanan bağışları kendi kontrolünde istediği şekilde dağıtmak için belediyelerin bağış toplama yetkisini kaldırmak istiyor.
Hukukçu falan değilim ama bağış toplama; belki de hükumetten ziyade yerel yönetimlere yakışan meşru bir alan gibime geliyor. Yerel yönetimler bu engellemeyi hukuk zeminine taşırlarsa haklı çıkarlar diye düşünüyorum.
Ey muktedir; ne yaparsan yap, hangi alicengiz oyununu oynarsan oyna; benim cebimden senin arzun doğrultusunda bağış yapmayacağım.
Bizleri illetliğe ve zilletliğe layık görürken kendinizi de itibarlı görmüştünüz değil mi.
Dolaysıyla, itibarınızdan taviz verip, tasarruf edemeyeceğinize göre; illet ve zillet dediklerinizden bağış beklemeniz de şanınıza yakışmaz.
Siz taviz verip, itibarınızdan olacağınıza biz "İllet ve zilletler" olarak bağış yapmayız olur biter.
Alzaymır hastası değiliz ki; hafızamıza mıh gibi çaktığın o ithamlarınızı unutalım.
Kendi yandaşlarının bile isyan ettiği; milletin en büyük ve eski hayır kurumuna güven ve itimatı; yaptığı görev suistimali ile yerle yeksan eden başkanı hala görevine devam ederken; hiç kimse kusura bakmasın, imkanım ölçüsünde yapabileceğim bağışlarımı kendi tespit edeceğim ailelere yapmayı düşünürüm.
Sen milletin ne düşündüğünü önemsemiş olsaydın ilk önce o adamını görevden alırdın. Tercihiniz ondan yana olmuşsa, benim tercihim de vicdanımın sesinden yana olacaktır.
Güven ve itimat bağışı toplayan en önemli unsurdur.
Saray erkanına farz olan Cuma namazı
Vay be; Saray erkanından olanlar yırttı. Ne yapıp edip cuma namazlarını kıldılar ya. Allah şimdi onlara cennette öyle bir iltimaslı alan ayırdı ki; belki de cenneti sadece bunlara tahsis edecek(!)
15 Temmuz üzerinden kahramanlık taslayıp kendini milletin yanında, birilerinin de nerede olduğunu sorgulayan sen; Allah'tan vahiy mi geldi ki; millete "yasak" ettiğin saray erkanına "Hak" bildin.
Yine de bir eksiklik var; saflarınız sık değil. Oysa imam hep uyarır; saflarınızı sıklaştırın diye.
Niçin kıldığınız namazı bize gösterme ihtiyacı duydunuz ki.
Allah indinde sizin bize, bizim de size bir faydamız olmayacaksa; gösterdiğiniz show üzerinden gönderdiğiniz mesajı anlayamadık, izah eder misiniz.
Sizlerin kılabildiği bizlerin de kılamadığımız durumlarda, sırrı sizce bilinen beşinci bir mezhep mi zuhur etti de; kalan Müslümanlar olarak bundan bihaberiz.
Hele anlatın bakalım. Belki de bizim de işimize gelecek. Yoksa "Biz gerekeni yaptık, sizi cuma namazından azad ediyoruz" mu diyeceksiniz.
Öyle ya; müjdeyi hep peygamberler vermez ya...
Eğer bir muhalif olarak "Kanal İstanbul'un ihalesi yapılmalı ya da; biz halk olarak kılmasak bile, kesinlikle Beştepe'de cuma namazı kılınmalıdır" demiş olsaydım; besleme basın ve yandaşlar bize ne derlerdi biliyor musunuz; "Bugünkü konjonktürde böyle absürt teklifleri dile getirmek Fetö ağzıdır"
Dolayısıyla, besleme basın ve bir takım yandaş şahsiyetsizlerin Fetöcü ithamları yüzünden fikrimizi bile açıklamaktan imtina eder hale geldik. Oysa ki; AKP ve hükumete doğrudan zarar vereceği aşikar olan "Beştepe'de cuma namazı kılınması ve Kanal İstanbul'un ihale edilmesi" düşüncesinin arkasındaki aklı bir yoklasınlar bakalım ne çıkacak.
Ne demiştim; "KHK ile görevden alınan ama mahkeme kararı ile suçlu olmadıklarına karar verilen; başta sağlık olmak üzere kamu çalışanları görevlerine iade edilmelidir"
Vay sen misin bunu diyen; Fetöcülüğümden tutun da her türlü ithama maruz kaldım.
Ben de onlara alayına diyorum ki; bire yavşaklar!
Beyninize tecavüz edilerek, Fetö'yü dışarıda dölleyip AKP'nin rahmine yerleştirildiğinde de biz bu hain yapının "Cemaat" haline de karşıydık ama sizler döllenmenin zevkini yaşamakla meşguldünüz.
Adam, her türlü bankacılık faaliyeti serbest olan bankaya para yatırmış, her türlü sendikal faaliyetleri serbest olan sendikaya üye olmuş... Falan, filan; uzayıp gidiyor. Bu veriler üzerinden mahkeme görmüş, mağdur olmuş KHK'lılar var.
Öte yandan aynı güruh; "Bitsin artık bu hasret gel gayri" demiş olup, hala devletin tepe noktalarında görev yapanları görmeme, onları dillerine dolamama ısrarında devam ediyorlar.
Şunu anlıyoruz ki; biz muhalifler KHK mağdurlarında olduğu gibi Fetö ile mücadelede eksiklikleri veya mağduriyetleri dile getirip, etik değerleri hatırlattığımızda bizi Fetöcülükle itham ediyorlar ki; yaptığımız sorgulamalarla kendilerinin içinde ne kadar kripto Fetöcüler olduğu ve ilişkilerinin devam ettiği ifşa olmasın diye.
Millet can derdinde beyler. Sizler, öfkeniz üzerinden zevk tatmini yaşayacaksınız diye verdiğimiz bu sağlık savaşında yetişmiş insanların mücadelesine ihtiyacımız varken onları atıl tutamazsınız. Beni ilgilendiren işin burası dır; sizin egonuzu tatmin veya öfkenizi dağıtma ihtiyacınız değil. Zan ile insanları suçlu ilan edecek olsak; sizin alayınız iflah olmaz suçlularsınız, nefsime de sorarsanız cehennemliksiniz.
Ha; söyler misiniz; bu örgüt kırk yıldır varsa; niçin sizin döneminizde terörize olmak akıllarına geldi?
Dolaysısıyla, sadece okuduğunuz cümlelerin doğrudan anlamları kadar bir de kimin söylediğine bakmanız lazım.
Dörtbir yandan verilen salalar
Allah'a şükürler olsun, namazında niyazında bir insan olarak yaşantımı bu minvalde sürdürmeye çalışıyorum. Özür dilerim; meramımı anlatabilmek için özelimi açtım ki; birilerine göre "Bire kafir" ithamına maruz kalmamak için.
Amma ve lakin; Ey kurban olduğum Allah'ım; şu mübarek günün akşamında aynı anda dört minareden birden birbirini katlederek kulağıma gelip, matkap gibi beynimi delen, sabrımı zorlayan, tövbe estağfurullah çektirerek beni imanımla sınava sokan bu ses kirliliğinin zulmünden sana sığınırım.
Allah'ım nasıl olur bilemem ama bir şekilde bu "Dayatmaların" müsebbibi olanlara bildir ki; bizi imanımızla baş başa bıraksınlar, gölge etmesinler yeter. Onlar kendilerini kurtarmaya baksınlar.
Tek adam iradesinin hakim olduğu durumlarda bürokratlar objektif olamayabilir
İktidarlarımızı da sokaktaki bugünkü halimiz belirler.
Bu mentalitenin; yani sokaktaki halimizin öne çıkardığı söz anlamaz, laf dinlemez, vurdum duymaz cehaletimiz ile "Korona" virüsü ile savaşımız çok zor olacak gibi.
Bizim toplumumuz için en büyük zafiyet; dini ritüellere ve buna bağlı söylemlere (içinden imanın çekip çıkarıldığı) sadakatleri son derece kuvvetli olan muhafazakar toplumumuzun; bu yetmiyormuş gibi bir de tek adam iradesi ile yönetiliyor olmasıdır.
Bu tek adam iradesinin tehdidini sürekli üzerinde hisseden bürokratların inisiyatiflerini ortaya koyarak görevlerinin gerektirdiği irade beyanında bulunmaları kolay olmaz. Verilmekte olan sağlık savaşında tüm bürokrasimizin bundan etkilendiğini düşündüğümde içim ürperiyor.
Umre'den dönenlere yönelik geciken tedbirler ve aynı süreçte camilerin ibadete geçici olarak kapatılmasındaki kararsızlık bile bile Coronavirüs'e karşı savaşı ciddi anlamda sekteye uğratmıştır. Nedeni de; tek adamım bu sosyolojiden, bu sosyolojinin de tek adam iradesinden sürekli besleniyor olmasıdır.
İsrafil Kumbasar'a yapılan saldırı
İsrafil Kumbasar'ın samimi bir ülkücü ve Türkçü olduğundan şüphemiz yoktur.
2006 veya ona yakın yıllarda olsa gerek; Kurultay'daki köşesini de tamamen benim bir yazıma ayırmıştı. O yazının konusu da Devlet Bahçeli'nın "Millet bize oy vermedi" diye sitemde bulununca ben de bu söze atfen "Ah bu ülkücüler olmasa MHP'yi ne güzel yönetirim" başlıklı bir yazı kaleme almıştım, o da sağ olsun köşesini bu yazıma ayırmıştı. O yazımda Devlet Bahçeli'yi eleştirirken aynı zamanda bir ülkücü olarak öz eleştiri yapmıştım. Maalasef o günlerde de bugün olduğu gibi bir süre sonra İsrafil'e gene benzer tuzak ve benzer saldırı yapılmıştı.
Zaman zaman Devlet Bahçeli'yi eleştirdiğimiz olduğu kadar bir müridi gibi uçurmaya ramak kaldığımız süreçler de olmuştu. Biz bu hissiyatımızı Erdoğan ve AKP'lilere devrederek aradan çekildik(!)
İsrafil samimi duygularla Türk milliyetçiliği hareketinin içinde bulunduğu şartlardan son derece mutsuz olan ve bunun müsebbibi olduğunu düşündüğü isimlere başta Devlet Bahçeli olmak üzere, Meral Hanım'ı da dahil ederek sürekli öfkesini dile getiren, edep ve adap sınırlarını aşan yazılar yazdı. Bir ara diline Meral Hanım'ı da dolayınca kendisine messenger'dan mesajlar atarak sitemimi dile getirip, ayıp ettiğini hatırlattım ancak hiç üslubunu değiştirmeden yine devam etti. Çok rahatsızlık duydum ve arkadaşlarım listesinden çıkardım, takibi bıraktım.
Bir Karadenizli hırçınlığını ve asiliğini de dikkate alınca duygularını anlayabiliyorum ama dile getirme üslubunu kesinlikle tasvip etmiyorum. Yazılarında; yanlışı düzeltmek veya fikir üretmek değil, öfke kusmayı amaç edinmiş bir görüntü veriyor. Ancak kendisine üçüncü defa yapılan bu kalleşçe saldırıyı tasvip etmek mümkün değil, kınıyoruz. Hele ki bu saldırıyı TBMM üyesi olup; üstelik de sorulduğunda Türk milliyetçisiyim, ülkücüyüm diyen bir vekilin taşıdığı sorumluluğu hiçe sayarak, ait olduğu camiayı da utandıracak şekilde tasvip etmesi akıllara ziyan bir durum. Tabi ki sorumluluk unutulup, biat öne çıkınca utanma akla gelmiyor.
Eğer Türk milliyetçiliğine ve ülkücülere hakaret edenlere ceza kesmek bu usulle olacaksa; Israfil'e sıra bile gelmez. Kendisine geçmiş olsun diyorum.
Aslında bu saldırılar "Hakaret edeni cezalandırmak" değil, MHP kurumsal kimliğine inanmışlık ve adanmışlığı cezalandırmadır. İsrafil'e deniyor ki; "MHP'li kalmayı bırak, Balgat'a biat et" deniyor.
Öyle ya; ölçü Devlet Bahçeli'ye hakaret edenlerin cezalandırılması ise, hemen aklıma "Saray"ın doğrudan hakaretleri karışsında "Liderim Devlet Bahçeli"yi sahiplenmek ve savunmak adına ağzının payını vermek için kırk yıllık aile dostluğumuzu bitirdiğim arkadaşım geldi.