Son on yılda Türkiye Cumhuriyeti hem içeride ve hem de dışarıda güvenilir ve öngörülebilir bir devlet olmaktan uzaklaştı.
İçeride vatandaşlar olarak devletin en önemli kurumlarının bize doğru bilgi verdiğinden emin değiliz. Devletin kurumlarının biz vatandaşlarına hukuk çerçevesinde, adil ve eşit davranacağına, Anayasada teminat altına alınmış temel hak ve özgürlüklerimize tecavüz etmeyeceğine dair güvenimiz yok.
Mesela devletin bütün ekonomik ve sosyal politikalarının temeli olan istatistik verilerini toplayan, değerlendiren ve kamuoyu ile paylaşan organı TÜİK’in (Türkiye İstatistik Kurumu) açıkladığı verilere inanan yok gibi.
Son olarak vatandaşa yansıyan enflasyonu gösteren (TÜFE) Tüketici Fiyat Endeksini TÜİK yüzde 19,9 olarak açıkladı. Buna karşılık Bağımsız ekonomistlerden oluşan ENAG grubunun açıkladığı TÜFE yüzde 49,9 oldu. Yapılmış iki çalışmanın arasında yüzde 30 fark olması bilimsel olarak kabul edilemez.
Vatandaşa sorsak hissettiği enflasyon yüzde 50’nin de üzerinde.
İki araştırmadan inanılmaz ve güvenilmez olanı maalesef TÜİK’e ait olan. Bunu bir gözlem olarak söylemiyorum.
Çünkü TÜİK’e göre, Ekim ayında üretici enflasyonu (ÜFE) yıllık yüzde 46,3 oldu. Yılbaşından bu yana TÜİK’in açıkladığı ÜFE ile TÜFE oranları arasındaki fark kapanmadığı gibi gittikçe açılıyor. Üretici fiyat endeksindeki yıllık artışla tüketici fiyat endeksindeki artış arasındaki makasın yüzde 26’ya yükseldiği görülüyor. Dünyada ÜFE ile TÜFE farkı bu kadar olan başka ülke yok.
Üreticiler, maliyetlerindeki artışları bazen kısa bir süre için satış fiyatlarına yansıtamayabilir. Üreticiler en fazla yüzde 3 mertebesinde bir farka ve en fazla birkaç ay boyunca katlanabilir. Ancak aylar boyunca maliyetlerindeki artışın yüzde 26’sını üstlenen üreticilerin ayakta kalması mümkün değildir.
Bu bakımdan gerçek enflasyonun yüzde 45-50 mertebesinde olması daha kabul edilebilir bir sonuçtur.
Bu arada devlet yıllık vergi ve ceza artışlarında kullandığı yeniden değerleme oranını 2022 yılın için yüzde 36,2 olarak belirledi. Sadece bu sonuç bile TÜİK’in yüzde 19,9 olarak açıkladığı enflasyonun yanlış olduğunu ispat ediyor.
Devletin diğer kurumları bu rakamlar üzerinden bütün hesaplarını ve planlamalarını yapacak. Mesela maaş artışları bu orana göre yapılacak. Yanlış rakamlar ve yanlış planlamaların ülkemize ağır bir maliyeti olacak.
Bizler vatandaş olarak devletin en önemli kurumlarından birinin bize yanlış bilgi verdiğini düşünüyoruz. Bu verilere göre geleceğimizi doğru planlayamamamızın da hem bizlere ve hem de devletimize bir maliyeti olacak.
* * *
DIŞ POLİTİKADA ÖNGÖRÜLEBİLİR VE GÜVENİLİR OLMAK
Türkiye dış politikada inanılmaz savrulmalar yaşıyor. Çok kısa aralıklarla birbirine zıt açıklamalar veya eylemler içinde öngörülemez bir devlet imajı veriyoruz.
Mesela Rusya’dan aldığımız, ama ambalajını açamadan depoda sakladığımız, S-400’lere 2,5 milyar dolar yatırdık. Öbür taraftan ABD’ye 1,4 milyar dolar ödediğimiz ve proje ortağı olduğumuz son teknolojili F-35 savaş uçaklarını alamıyoruz, projeden dışlandık.
F-35’leri alamayınca, ödenen paramızı geri almak veya bunun yerine elimizdeki eski model F-16 uçaklarımızın modernizasyonunu ve yenilerle takviyesini istiyoruz.
ABD’yi düne kadar düşman ilan eden AKP yönetici ve yandaşları “Erdoğan ile Biden bir görüşme yaptı” diye sevinçle dostluk çığlıkları atıyor.
Dışişleri Bakanımız Suriye’de askerlerimizi bombalayan Rusya’yı “stratejik müttefik” ilan etti. Arkasından Rus mevkidaşı Lavrov “stratejik müttefik değiliz” diyebildi.
Atatürk “yurtta barış, dünyada barış” ilkeli dış politikası ile öngörülebilir ve güvenilir bir devlet olmayı başardı. Bu kanaat birçok dış politika konusunun mesele haline gelmeden çözülmesine zemin hazırladı.
AKP öncesi bütün hükümetlerin uyguladığı bu politika Hatay’ın ilhakı ile Kıbrıs’a müdahalemiz ve KKTC’nin kurulması gibi zaferlerimize de meşruiyet sağlamıştı.
Günümüzde ise yarın ne şekilde davranacağımızı ne biz ve ne de muhatap devletler öngörebiliyor. Böyle olunca hiçbir devletle uzun vadeli stratejik iş birliği ve dostluk ilişkisi içinde olamıyoruz. Dostlarımız azalıyor, düşmanlarımız çoğalıyor.
* * *
ERDOĞAN’IN SAĞLIĞI
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın sağlık durumu dünya sosyal medyalarında en çok konuşulan (TT = trend topic) bir konu oldu.
Önce dünya liderlerinin katıldığı Roma’daki uluslararası toplantılar ve sonrasında Erdoğan’ın hasta ve yorgun olduğunu gösteren görüntüler dikkat çekti. Erdoğan buradan yine dünya liderlerinin katılacağı Glasgow’daki toplantılara gitmekten son anda vazgeçti. Bir de AKP grup toplantısı iptal edilince sosyal medyada “Erdoğan öldü mü?” diye kıyamet koptu.
Erdoğan’ın sağlığı hakkında kamuoyunun bilgilendirilmesi için şeffaf ve güvenilir bir mekanizma oluşturulmadığından dedikodular durmadı.
Saray bürokrasisinin ve AKP yandaşlarının, panik içinde, Erdoğan’ın İstanbul’dan Ankara’ya gittiği uçağa biniş ve iniş görüntülerini paylaşması sorunu çözmedi. Paylaşılan görüntüler maalesef Erdoğan’ın hasta ve yorgun olduğu haberlerini doğrulayıcı nitelikte idi.
* * *
Bir devlet başkanının veya başbakanın sağlığı bütün toplumu ilgilendirir.
Erdoğan, 2002’de “hasta olan Başbakan Ecevit’in ciddi şekilde rahatsız olduğunun açıkça anlaşıldığını, bu görevi yerine getiremeyeceğini” ileri sürmüştü. Erdoğan bu sebeple “Ecevit'in derhal istifa etmesini ve acilen seçime gidilmesini” istemişti.
Erdoğan’ın görevini yapabilecek bir sağlık hali içinde olması ülkemizin sağlığı için şarttır. Tek adam yetkileri ile donanmış, tek imzası ile ülkenin kaderini etkileyebilecek anlaşmalar yapabilecek bir devlet ve siyaset adamının sağlık durumu çok çok önemlidir. Böyle bir liderin sağlığı dedikodu malzemesi olmamalıdır.
Devlet güvenilir olmalı, açık ve şeffaf bir şekilde düzenli olarak Cumhurbaşkanımızın sağlığı hakkında bilgilendirme yapmalıdır.