Ankara’da bir üniversitede arkadaşıma uğramıştım. Kitaplarını gözden geçirirken bir kitapta yer alan “Hoca Ahmed-i Yesevi” başlığı gözüme çarptı. Yakınımda bulunan ve öğretim üyesi olduğuna inandığım bir beye yazıyı gösterdim. ”Olacak iş mi bu?” diye de isyanımı belirttim.
Genç bilim adamı yakalayamamıştı. Kitabın adında benim gördüğüm yanlışı o görmüyordu. Niçin? Çünkü, biz yanlış konuşmayı ve yanlış yazmayı öylesine yaygınlaştırmışız ve öylesine zihinlere yerleştirmişiz ki, bilim adamı da olsa bir bakışta ”yanlış” ı yakalayamıyor.
Elimde ”Diyanet Dergisi” var. ”Dini, ilmi, edebi üç aylık dergi- 1991 Yılı Ocak-Şubat-Mart”. Yunus Emre Özel sayısı. Bu dergiyi dil yönünden inceleyince ne yazık ki, acı bir gerçeği belirlemiş oldum.
Hemen belirtmekte yarar var, Prof. Dr. H. Hüsrev Hatemi bile ”Hacı Bayram-ı Veli” demiş (s12). Evet, artık ötesini siz hesap eyleyin. Aynı dergide Doç. Dr. Musa K. Yılmaz ”Hacı Bektaş-ı Veli ve Hacı Bayram-ı Veli” demiş (s15), ”Selman-ı Farisi” demiş (s19) ve ”Hacı Bektaş-ı Veli” adını yine kullanmış (s33). Doç. Dr. Osman Türer de ”Mevlana Celaleddin-i Rumi” demekten kendini alamamış (s88). Ve yine aynı bilim adamımız ”Fahreddin-i Iraki” demiş (s88). Sonra da ”Hacı Bektaş-ı Veli” adını bir kaç kez tekrar etmekten başka ”Ahmed-i Yesevi” (s91) ve ”Sadreddin-i Konevi” (s91), Davud-i Kayseri (s93) adlarını da kullanmış.
Gelelim, şimdi hiç öğrenimi olmayan, kültür düzeyi normalin de altında bulunan bir kimsenin bile kolayca anlayabileceği denklemimize. Bir varsayımla yola çıkacağız. Türk bir anne ile yine Türk bir babanın çocukları doğmuş. Adına ”Bektaş” demişler. Bektaş çocuk büyümüş, ya hacca gitmiş, ya da hacca gidenler kadar saygın biri olmuş, insanlar onu ”Hacı Bektaş” diye anmaya başlamışlar. Sonra halk onu öylesine yüceltmiş, ya da o öylesine yüce bir kişi olmuş ki, adının ardına bir de ”Veli” sözcüğü eklemişler. Bizim Hacı Bektaş ”Hacı Bektaş Veli” diye anılır olmuş.
Peki, sayın sayın bilim adamlarımız!… O aradaki ”-ı” izafet nesnesini nereden çıkarıp da bu tertemiz adın arasına katıyorsunuz? Hacı Bayram Veli de öyle. Mevlana Celaleddin Rumi de öyle. Hele Mevlana’da bilgisizlik büsbütün sırıtıyor. ”Rumi” demek ”Anadolu”lu” demek değil mi arkadaşlar?… Aradaki ”-ı” da ”lu”, ”dan”, ”nun” anlamlarından birini veriyorsa, ”Anadolu’lu’nun Celaleddini” dediğinizin farkına varamıyor musunuz? ”Konevi” demek, açık açık ”Konyalı” demek ise, ”Sadrettin-i Konevi” demek ”Konyalının Sadrettini” demek olmuyor mu? Ya da bütün bunların yerine ”Mevlana Celaleddin Rumi” deseniz, hadi ”Konyalı Sadrettin” diyemezsiniz, çünkü, sizin amaçladığınızın üstünde, fazlaca Türkçe olur. Hiç olmazsa ”Sadreddin Konevi” deseniz Namık Kemal’in Abdullah Çavuşunun dediği gibi ”Kıyamet mi kopar?”
Bütün bunları ben icad ediyor da değilim. Ben dilci de değilim. Türkçe bilenler bunu böyle kullanıyorlar. Ben de onlardan görüp öğreniyorum. Ne hikmetse, çoğu bilim adamları ve yazarlar sözcüklerin ne anlara geldiğini düşünmeksizin kalıp olarak gördüğünü kalıp olarak alıyor ve üzerinde hiç mi hiç kafa yormadan kullanıyor.
Hatta daha ileri gidenler de var. Bir kaç yıl önceydi. Hacıbektaş’ta tören vardı. Bu töreni de Türkçeyi doğru ve düzgün kullanmasıyla ünlü TRT’ miz canlı olarak yayınlıyordu. Cumhurbaşkanı konuşuyor, ”Hacı Bektaş Veli” diyordu, Başbakan kürsüde ”Hacı Bektaş Veli” diyordu, ancak TRT’nin görevli elemanı, hemen bu iki devlet büyüğünün arkasından sözü kapıyor ve ısrarla ”Hacı Bektaş-ı Veli” demeyi seçiyordu. ”Bu arkadaş cahil olmaya cahil ya, aynı zamanda sağır mı?” diye aylarca düşünmüştüm.
”Halis muhlis Türk oğlu Türk” olan Hacı Bektaş Veli’nin, Hacı Bayram Veli’nin adlarını Araplara ve Aceme öykünerek yazıp söylemeye kalkışmanın mantığı var mı? İngiliz yazar’ın adını bir harf değiştirmeden yazmaya özen gösteriyorsunuz ki, elbette doğrusu budur. Ama kendi insanınızın adını yazarken aynı özeni göstermiyorsunuz.
Yazık değil mi? Ayıp değil mi? Hadi sokaktaki adam bu yanlışı yapıyor. Peki size ne oluyor, adının başında bir çok kısaltmalar bulunan bilimciler? Günün birinde ”Ne biçim bilim adamısınız, kardeşim, daha sözünü edeceğiniz ulu kişinin adını doğru dürüst yazamıyorsunuz?” diyen biri çıkarsa, bu haklı soruya ne yanıt vereceksiniz?
Elimde bir liste var. Açık ve seçik olarak diyebilirim ki, bu bir utanç listesidir. Bir bilimsel derginin bir kaç nüshasını tarayarak bu listeyi kendim çıkardım. Listedeki adları ayrı ayrı yazarak gereksiz yere adam karalamış durumuna düşmek istemiyorum. Onlar zaten kendilerini biliyorlar.
Elimdeki bu listeye göre, üniversitelerde bilim ile uğraşan, ya profesör ya da profesörlüğün eşiğinde bulunan tam on yedi kişi ısrarla ve inatla ”Hoca Ahmed-i Yesevi” diyor. Hatta, Hoca Ahmed Yesevi adına çıkarılan özel sayıda bile ”Ahmed-i Yesevi” diyene rastlanıyor.
Şairlerin kullandıkları dili çok iyi bilmesi gerekir. Şiir yazarken kullandıkları dili bir kuyumcu titizliğiyle işleyecekler ki, yazdıkları ve söyledikleri şiir olsun. Nüzhet Erman bir şiirini ”Ve yakılmıştır Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veliye / Bir nefes niyetine bu şiir. ” diyerek bitiriyor, rahmetli.
Kimi dil yobazları ”Dilden eski sözcükler kovalanınca Türkçe yoksullaştı,” diye yakınıyorlar. Günümüzde gençlerin dil bilmezliğini yeni Türkçecilerin sırtına yüklemeye çalışıyorlar. Gençler dil yoksulu da bu ülkede profesörler bilim adamları ve hatta şairler dil zengini mi? Onlar henüz ulusumuzun ”yıldız” diye bellediği kişilerin adını yazamıyorlar, adını…
Ne kadar yazık.