Bugün Erzurum’da ikinci günümüz. Mikrop gelecek bugün. Benim geldiğimden haberi yok. Sürpriz yapacağız. Sadece solisti Atacan Ozan ve Ömer “Çok sevdiğin biri” demişler adımı vermemişler. Kapı çalınınca masanın altına saklandım. Mikrop içeri girdi etrafa bakınırken ani olarak çıkıverdim. Şaşkınlıkla bir çığlık attı, sevinçle sarıldık. Benim çocuklarım, çok seviyorum onları…
Pek çoğunuz tanıyorsunuz ama yeni okuyanlar için anımsatayım; Mikrop Hikmet İzmir ve Ege Bölgesi’nin çok sevilen bir şovmeni. Programlarında yaptığı muzipliklerle herkesi gülmekten kırar geçirir. Erzurum soğuk ya çantasına kazak koyacak, dolabına bir bakmış bir tek kazağı yok! Facebookta “Kazağım yok, ne giyeceğim?” diye yazmış. Kimi “Babamın kazağını getireyim”, kimi “Hemen sana öreyim.” diye yorum yazmış. Neyse abisinin kazağını almış yanına.
Erzurum’un 1980 yılına kadar “ tozu, kızı, buzu” meşhurmuş. 1980 den sonra 200 metrede bir lüks ev ve lüks araba başlamış. Sokaklarda cami, pungar (sokak çeşmesi demekmiş, bizim oralarda söylenen pınar demek olmalı) ve hamam varmış. İpek yolu üzerine kurulan 2000 rakımlı tek şehir imiş. Sarıgelinin de memleketi Erzurum’muş. Her yer dümdüz karla kaplı. Halk mangalını kaptığı gibi karların ortasında piknik yapıyor. Yemeğin yanında bardağın yarısı limon, yarısı çay doldurulmuş olarak şekersiz içiyorlar. Kanı sulandırması içinmiş. Rakım çok yüksek olduğundan oksijen oranı az...
Erzurum’un ünlü kuaförleri Kırıktarak Ahmet ve hair club Turan Bozcu’nun konukları olarak bu akşam yemeğinde İran karayolu üzerinde hamam deresi mevkii Ak Özdemir dinlenme tesislerindeyiz. Elli dönüm arazi üzerinde otuz sekiz dönümlük kısmı kullanılıyormuş. Ahşap yapıdan uzun büyükçe bir salon düşünün. Ortada kocaman bir döküm soba gürül gürül yanıyor. Sağlı sollu bölünmüş küçük kapısız odacıklar. İçeride büyük bir tahta masa, üç yanında tahta divanlar. Üzerinde halı örtülü ve kıtık yastıklar. Tam şark köşesi… İsterseniz bağdaş kurun oturun… Biz bizeyiz, kapı kısmı ise tül perde gerili, diğer müşteriler sizi görmüyor, siz de onları… Bir radyo kanalından güzel şarkılar, türküler çalıyor…
Erzurumlular piknik, asker uğurlaması, düğün geceleri için buraya geliyorlarmış. Sofraya kilo ile ızgara et, bal, kaymak, çerez, kartol (odun ateşinde dilimlenip yağlanmış patetes) közlemesi , pekmezli tepsi kadayıfı, kadayıf sarma, dilimlenmiş portakal ile birinde soba üstünde kaynayan suyla demlenmiş çay, diğerinde su olan iki bakır demlik geldi. Çayları çok güzel, kıtlama şeker ile içiyorlar. Garson Emre saygılı, devamlı bekliyor. Biten çay anında tazeleniyor. Özel günlerde sipariş üzerine iç pilavlı kuzu çevirme yapıyorlarmış. Sobanın borusu üzerinde bir demir kutu… fırınmış. Öyle bir düzenek yapmışlar ki iç içe iki kutu düşünün aradaki boşluktan duman devam ediyor. İç kutu ise ağzı kapaklı fırın. Ev içi aile ortamı gibi, geç saatlere kadar oturduk. Siyasetten, Erzurum’dan, halk hikayelerinden bol bol keyifle konuştuk, gülüştük...
Bahçede yapay göl var üstünde asma köprü. Önüne yazmışlar “3. Boğaz köprüsü, intihar etmek yasaktır”
Sabah Ömer, Mikrop, Barış İzmir’e döndüler. Benim uçağım 23.00 te. Arada 10 saat bir zaman var. Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Lütfü Kaplanoğlu sevdiğim bir kardeşim. Üç yıldır “Abla gel, seni gezdireyim. Gör buraları.” diyordu. Havaalanından dönüşte aradım. Beni aldığı gibi bütün Erzurum’u bir güzel gezdirdi.
Nenehatun’un mezarını ziyaret ettik. Kimileri Nene Hatunu Kurtuluş savaşı kahramanı sanırlar. O bize 93 harbi de denilen 1877 Erzurum savunmasından armağan... Düşmanı şehirden kovmak için Erzurumluları ayağa kaldıran kahraman…
Erzurum’un kurtuluş gününde bu muhterem kadının mezarını ziyaret etmek… çok duygulandım. Bundan başka Cumhuriyetin temelinin atıldığı, ulu önder Atatürk’ümüzün “Erzurum Kongresi”ni yaptığı binayı, camiler, kümbetler, Cumhuriyet caddesi, Ulucami, Yakutiye medresesini gezdik. Tepeden karlar altında şehrin doyumsuz manzarasını seyrederken pek çok konu üzerinde güzel sohbetler ettik. Bir tek Abdurrahman gazi’ye götürmedi beni Lütfü. “Seni bilerek isteyerek götürmedim abla.” dedi. “Çünkü Abdurrahman gazi’yi ziyaret etmeden giden Erzurum’a bir daha gelirmiş.”
Acıkmışız, meşhur cağ kebapla üstüne kadayıf dolması yedik. Oradan geldik Lütfü’nün okuluna. Asistanı Serpil Akdağlı’nın semineri vardı. Resimde renk, konu, kompozisyonu anlattı Serpil. Sonra Lütfü, ben ve Serpil resim sanatı üzerine epey sohbet ettik. Onların bilgilerinden faydalandım. Sınıfta öğrenciler resim çalışıyorlardı. Uzun uzun onları ve hocaları Lütfü’yü izledim çalışırken. Yeni teknikler öğrendim.
Dünyada rakım olarak 2000 metre yüksekliğe kurulmuş dört şehirden biri imiş Erzurum. Hem de en eski şehirlerden biri. Tam 34 savaş geçmiş, pek çok el değiştirmiş. Şehrin yedi kapısı varmış. Bunlardan biri Tebriz kapısı. Tebriz’i de çok merak ediyorum. Ulucami içinde Kabe’nin maketi varmış. Lalapaşa camii Mimar Sinan’ın eseriymiş. Ve kapı girişine “Bu şehirden vergi alınmayacak” yazılmış. Çünkü rakım olarak 2000 metreyi geçen şehirlerden vergi alınmazmış. Son dönemlerde bunu kağıt üzerinde 1800 metreye indirerek vergilendirmişler…
İyi ki gitmişim. Sağ olsunlar on güne bedel gezdirdiler... Şansımızdan bir gün önce (-)25 derece ve çok soğukmuş. Bizim geçirdiğimiz 3 gün boyunca sıcacık güneş vardı. Ben İzmir'den farksız giyimli idim ve hiç üşümedim.
Güzel bir gezi daha böyle bitmişti. Havaalanında beklerken şöyle bir çevreme bakındım. Pek çok kişi anlamsız gözlerle etrafı gözlemliyor, bir kısmı telefonla konuşuyor, bir kısmı ise tablet bilgisayarda facebookda twitterde gezinerek zaman öldürüyordu. Bizim halkımızın zaten çoğunluğu okumayı sevmiyor. Şimdi de bu tablet bilgisayarlar veya internete girilebilen cep telefonları ile zamanlarını daha gereksiz şeylere harcar oldular. Kitabımı çıkardım, sessizce okumaya başladım…
Uçak havalandığında ise içimden şu şarkıyı söylüyordum:
“Hadi geeel Erzurum’a geeel…
Erzurum yahşi güüzeeel…”
Bitti…
www.haberhurriyeti.com / HÜLYA SEZGİN- Kültür sanat bölüm yönetmeni