Hamur bozuk, hamur...

Zeynel KOZANOĞLU

Şöyle gelmiş geçmişimize bir göz atsak, ne görürüz? Senin, benim, bizim değil... Bütün insanların doğuştan sonra izlediği yaşam çizgisini inceleyelim. Nelerle karşılaşıyoruz ve bizi biz yapan etkenler neler olabiliyor?

Doğduk, yaşımızı doldurduk doldurmadık... Bir yıkımla karşı karşıyayız... Anamızın ak sütünden bizi mahrum bırakmanın tuzağını kurmuşlar. Ve doğduk doğalı tek dayanağımız,  tek tutanağımız olan gül memenin bal akan ucuna acı biber sürmüşler. Ve biz biberin ne olduğunu bilmiyoruz. Daha önce acıyla yüz yüze gelmemişiz.

Peki sonra... Sonra yıkım üstüne yıkım. “Yavrucuğum bu gece biz dişçiye gitmek zorundayız, annenin dişi ”ufff”  olmuş da... Biz küçüğüz ama artık konuşulanı anlıyoruz. Ama uff olmak nasıl oluyor, onu bilmiyoruz...

Ondan sonra çok sık doktora gidiyorlar. Bir gün eve bir başka bebekle geliyorlar. Leylek getirmiş. İyi ama bana tıpkı tıpkısına benziyor bu bebek... “Anne yoksa, beni de mi leylek getirdi? Evet ise, bu şey niye annesiyle birlikte gelmedi?”

Gün geliyor... Annemiz de babamız da, hem birbirlerine, hem de başkalarına yalan söylüyorlar. Üstelik bize de yalan söylemeyi kesinlikle yasaklıyorlar. İyi de kötü bir şey ise kendiniz yalandan kaçınsanıza...

Evde oldukları halde “evde değiliz” demekten başlayan ve “şunumuz bunumuz” yokken “her şeyimiz var” demeye kadar yalanlar. Okumadıkları kitabı okumuş gibi davranmaktan tutun da akşam yerdikleri komşuya sabah kapıyı açarken “İyi ki geldin” demelere varan yalanlar... Daha da neler neler...

Peki, annemiz babamız yalanları ortaya çıkmasın diye ne kadar çaba harcıyorlarsa aynı çabaları biz de mi harcayacağız? Sözgelimi, pek çok borcumuz olduğu halde bankada paramızdan mı söz edeceğiz? Geçtiğimiz on beş günü köyümüzde geçirdiğimiz halde komşulara İtalya’dan filan mı söz edeceğiz?

Sigara içtiğimiz halde içmiyorum, demek... O kızdan hoşlandığımız halde “hiç de bana göre değil” mi diyeceğiz? Ya da ne bileyim ben, içmeye ayranımız yokken, para savuracak yerler mi arayacağız? Bitirmediğimiz okullardan mı sık sık söz edeceğiz?

Ben pek inanmıyorum ama, bit pazarlarından çerçeve içinde eski Osmanlı kılıklı kişilerin yağlı boya tablolarını satın alıp evinin çıplak duvarına astıktan sonra rahmetli beybabaları ile şişinenler varmış.

İnsanoğlunu yaratırken yüce Tanrının bugünkü insanları amaçlamadığı açıkça anlaşılıyor. Ne oldu, nasıl oldu da bizim için hazırlanmış güzelim “biçim” in dışına çıktık, buna akıl erdirmek mümkün olamıyor.

Allah mı insanların yüzyıllardır ortaya çıkardığı aymazlıklardan bıktı da “Neyiniz varsa görün” dedi, bizi bıraktı. Yoksa biz mi Allahın gösterdiği yoldan  saptık, bunu merak ediyorum doğrusu. Şu sıralar görünen o ki, yaradılmışların en şereflisi insan değil. Böyle olsa Suriye’de her gün yaşanan ölümler karşısında sessiz kalınabilir mi?

Türkiye’de terör belası nedeniyle binlerce anne kan ağlarken buna bir çare bulunamaz mı? Ve en önemlisi de şu: Milyonlarca kişi akşamdan sabaha ne yiyeceğini kara kara düşünürken pek çok kişi parasını nereye koyacağını bilemez halde olabilir mi?