İnsanoğlu kuş misali...
Daha dün gibi... Nasıl olacak, rahat gidebilecek miyim? Yolculukta sorun yaşar mıyım? Pasaportla mı, kimlikle mi giriş daha iyi?
"Keyifli geçecek mi?" gibi pek çok soruya yanıt ararken bitti-gitti ve şimdi bu satırları yazıyorum... Öncelikle şu soru için peşin peşin söyleyeyim...
Kıbrıs'a gidecekseniz kimlikle giriş yapın arkadaşlar. Pasaportunuzda Kıbrıs giriş mührü olursa ileride Yunanistan tarafına sokmuyorlarmış!..
İnsan ömrü üç gün... Dün geçti, yarın belli değil... Bu günü ise iyi, doğru ve güzel yaşamak gerek. Gerek ki ardımızdan güzel ansınlar...
Neyse...
Gerisini anlatayım mı size neler oldu Kıbrıs’ta?..
Uçaktayım... Pilotumuz anons ediyor...
"Az sonra Kıbrıs’a iniş yapacağız..."
Cama yapışıp heyecan ve merakla aşağısını görmeye çalışıyorum...
Kıbrıs sıradağlar ortasında düz bir ova gibi. Ekinler biçilmiş, saman balyaları kurumaya bırakılmış, karakeçiler otluyor...
Sorunsuz bir iniş ve Kıbrıs’tayım...
Havaalanında karşılayan görevli arkadaşla düştük yola...
Yollarda Balıkesir, Akçay gibi daha pek çok tabela tanıdık...
Bir an kendimi Anadolu'da hissediyorum...
Derken mandalina bahçeleri göründü. Güzelyurt KKTC'nin batısında. Rum kesimine komşu. Adı gibi güzel, yemyeşil... Beldeye girişte ana yolda afişimizi gördüm, kelebeklendim, mutlu oldum...
Burada araçların direksiyonu sağda, trafik akışı solda. Bir türlü alışamadım. Her seferinde karşıdan gelen araç bize çarpacakmış gibi ürperdim, korktum... Solda oturan Tolga hocamı da hep şoför sandım...
Çalıştayımızın organizasyonunu Prof.Dr. Arif Albayrak ve Mustafa Cihangir düzenliyor. Aynı zamanda da katılımcı sanatçılar... Sponsor ise Güzelyurt Belediyesi... Belediye Başkanımız Mahmut Özçınar...
Kıbrıslı ve Türk ressamlardan oluşan ekibimiz 15 kişi. Giresun Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nden Prof.Dr Tolga Akalın ve eşi Rahime yeni evlendiler... Bizimle olmalarına çok sevindim. Ayrıca sosyal medyadan tanışıp da bu güne değin hiç bir araya gelmediğimiz Hamiyet ve Mustafa Köseoğlu çifti ile de burada birlikte çalışmak beni sevindiren bir şeydi.
Bütün yeni ve eski arkadaşlar çok güzel uyumlu ve keyifli çalıştık bir hafta boyunca...
Belediye Başkanımız Mahmut Özçınar emekli bir öğretmen. Tam 24 yıldır başkanlık yapıyormuş. İlçesi için çok hayalleri var. İlerletmek, tanıtmak, turizme katmak istiyor. Bunun bir yolunun da sanattan geçtiğinin bilincinde... Çok çalışkan. Nerede ise 24 saat iş başında. Her şeyle yakından ilgileniyor. Seçildiği günden beri hiç şoförü olmamış örneğin. Hep kendi kullanıyor aracını. Tasarruf konusunda bilinçli ve titiz... Çok takdir ettim doğrusu... Keşke örnek olsa...
Arif hoca annesini çok seviyor çünkü onun biriciği kendisi. Hep birlikte Hatice teyzeyi ziyarete gittik. 96 yaşında. Arif'ini görünce çocuklar gibi sevindi. Misafiri de çok seviyor... Peşpeşe ikram etmek istediklerini o sıraladı, biz teşekkür ettik...
En son kahve içtik...
Hatice teyze bir şirin, bir zarif hanımefendi. Güney Kıbrıs'tanmış. Annesi ile babasını Rumlar öldürmüş. O uğursuz gün evde tatarböreği açıyormuş. O acıdan sonra bir daha tatarböreği yapmamış!..
Çok acılar yaşamışlar...
Oğlunu küçük bir çocuk gibi seviyor. Öpüyor, kokluyor, sarılıyor... Bir insan kaç yaşına gelirse gelsin... konumu, mesleği... Hiç biri önemli değil... Anasının gözünde o hâlâ küçük Arif'i...
Güzelyurt otelinde kalıyoruz. Yarı olimpik havuzu var. Güzel bir otel... Kıbrıs çok sıcak, ancak sürekli çalışan klima sayesinde odam buz gibi... Rahat uyuyorum...
Bir sabah dışarıdan gelen sesle pencereme koştum. Düğün konvoyu imiş... Kamyonun arkasında davul zurna çala çala geçiyorlar... Biz Türkler davulu seviyoruz..
Çok sık gördüğümüz portakal bahçelerinde meyveler ağaçta, toplanmamış. Yeni çıkan portakallar ise ceviz kadar olmuş, yeşil yeşil onlar da üzerinde... Kriz var, pazar yok... Pek çok ağacı kesmişler o yüzden... içim acıdı...
Lefke yolunda deniz kıyısında güzel bir lokantaya gittik. Rahime bizim kadın günlerinde çok yaptığımız Kıbrıs tatlısını pek severmiş. Yerinde de yemek istedi. Kime sorduysak bilmiyor. En son tarife göre sipariş etti. Revani gibi bir tatlı dondurma da ekleyerek getirdiler. Demek ki bizde birileri hava olsun diye adını öyle koymuş. Kıbrıslılar bizdeki kadın günlerinin gözdesi Kıbrıs tatlısını bilmiyor!..
Şivelerine bayılıyorum. Belediyenin Mali İşler Müdürü Hascen Esenyel hakkını vererek konuşuyor ve öyle esprili şeyler anlatıyor ki bizi gülmekten öldürüyor...
Bizim gopez balığına burada "Voppa" diyorlar ve çok seviyorlar...
Yemek menüsüne bakarken "Voppacık vaaar..." diye memnun bilgi veriyorlar.
Harika ağırlandık... En son Peri's diye bir balık lokantasına gittik ki gelen deniz ürünleri tabağını ben İzmir'de görmedim. Çipura, midye, jumbo karides, ahtapot, yengeç... Allah'ım ye ye doydum... Bitiremedim... Gözüm de, aklım da kaldı tabakta...
Fiyat da bize göre oldukça uygundu...
Kıbrıs’ta marmelata ve normal reçele "reçel" diyorlar, eğer çatalla tatlı gibi yeniyorsa "macun"...
Olmamış cevizden yapılan reçele onlar "ceviz macunu" derken Nahçıvan'da "koz reçeli" diyorlar.
Bir gün de denize gittik. Otelde havuz var ama ben denizciyim. Denizin keyfi başka... Arif hocaya "burası ne?" diye sordum "Limmidi" dedi. Anlamayıp bir kaç kez daha sorunca Türkçe istiyorsan "Yeşil ırmak" dedi...
Orada denize girdik. Denize uzanmış tahta iskele üstündeki restorantda öğle yemeğimizi yedik.
E bu güzellikler anılarımız için belgelensin istiyor ve sürekli de fotoğraf çekiliyoruz... Bunun için de çevremizdekilerden yardım rica ediyoruz.
Foto çeken garson Bengalli imiş. Siyahı öğrenciler okumaya geldikten sonra burada kalıp çalışıyorlarmış. Bir arkadaşımız ona "Sizin orada kaplan var mı?" diye sorunca şakacı Arif hoca "Bu Himalayalar'da tuz var mı diye sormaya benzer" dedi ve hepimiz kahkahayı koyverdik...
Dönüşte Gemi Konağı denilen yerde mola verdik.
Eskiden burada bakır madeni varmış.
Eski bir gemi, tren rayları ve bir lokomotif var deniz kıyısında. 1950 yılında İngiliz şirketi CMC firması işletmiş madeni. Burası da istasyonu imiş ve madeni buradan önce trenlerle, limanlar yapılınca da gemilerle Magosa'ya taşıyorlarmış, Xero- Türkçe adı ise Gemi Konağı...
Karşımızda bir tepe var... Kuru, çorak... Bir ot bile bitmemiş üstünde. Çünkü İngilizler siyanürle çıkartmışlar madeni. Bir arkadaşımız "Sizin Kazdağları'nın sonu da böyle olacak" dedi.
İçimi bir alev yaladı, yaktı o an... Yüreğime taş oturdu... Yandım tutuştum... Ter bastı...
"Ooof çok sıcak!.." dedim ama sıcak değildi beni yakan!...
Zamanında İngiliz sömürgesi olduğu için onların standartlarına göre yapılmış kimi şeyler. Bizi en çok etkileyen de prizlerin üç uçlu olması idi. E bizim telefon şarj aletleri iki uçlu... Üç olmayınca takamıyorsunuz... tahta ya da plastik bir kalem ya da çubuğu üçüncü uç gibi kullanarak aynı anda fişi prize takınca çalışıyordu. Bizim keskin zekalı Türkler bulmuş çözümü...
Bir akşam da yemeğimizi salaş bir lokantada yedik. Lokantanın sahibi ses düzenine bağlı tableti bize verdi... istediğinizi çalın dedi... Neşet Ertaş'tan başladık Melahat Gülses ile sürdürdük, oradan Cem Adrian, Müslüm baba ikilisini dinledik, birlikte söyledik... En son cantri ve caz ile bitirdik...
Sevgili Hascen Kıbrıs'ın tarihçesini anlatıyor:
"Hatay'dan koptu geldi... Yedi kere battı çıktı..."
Kıbrıslılar'ın değişik bir şivesi var. Çok şirin, sevimli...
Hascen o kadar doğal anlatıyor ki şirin şivesi de eklenince bizi kahkahaya boğuyor. Sevgiyle... İçten... Çok gülüyoruz... Sabah kalktım sesim kısılmış...
Hayatımda hiç terlemediğim kadar çok terliyorum burada. Sık sık sırtıma havlu kağıtlar, peçeteler sokuşturuyorum. Sağımdan, solumdan beyaz beyaz kağıtlar sarkıyor. Ne yapayım, hasta olmaktan iyidir.
Bir gün TC KKTC Büyükelçisi ziyaretimize geldi. Epey hoş sohbetler ettik. Çalıştay'ı ve resimleri çok beğendi. Devamını yapmalarını önerdi...
Sergi günü olamayacağı için bir gün de başbakan Ünal Üstel ziyaretimize geldi...
Güzelyurt'un 30 süren "Güneye verildi-verilmedi" tartışmaları pek çok hizmetin yapılmasını engelliyor. Mahmut başkan çok dertli bu konuda. Gençler Lefkoşa'ya gidiyor... Çünkü iş yok... Yatırım yapılamıyor sorun çözülmediği için...
Portakallar yere düşüyor, toplayan yok... Pazar yok!..
Her şeye rağmen Mahmut başkan 24 yıldır heyecanını hiç yitirmemiş. Canlandırmak ve pek çok sanatsal etkinlikler yapmak istediği amfitiyatroya götürüyor bizi. Heyecanla yaptıklarını ve projelerini anlatıyor.
Tiyatroya hayran kalıyorum. İki bin kişilik modern yapı yemin ederim pek çok büyükşehirde bile yok... konserler, oyunlar, festivaller... Neler neler olur burada...
İki üniversite var burada... Bir kentte ne kadar çok üniversite var; orada yaşam canlı, istihdama katkı var...
Su yok Kıbrıs’ta... Döşenen boru hattı ile Türkiye'den geliyor. Zaten İzmir'de de su tüketirken harcamaya korkarım ben, dünya kuraklaşıyor çünkü... Çocuklarımızın geleceğini çalıyormuşum gibi gelir bana... Burada artık o duygum tavan yaptı. Birazcık çok aksa suçluluk duyuyorum... Geldiğimden beri banyoda biraz akıtıyorum sıcak su gelmiyor... Çok akıtmaya gönlüm razı olmuyor... Oysa güneş enerjisi ile ısınan suda yumurta haşla... Üç gün soğuk su ile duş aldım...
En son çalışan bir hanıma söyledim de o soğuk tarafı açınca şakır kaynar su aktı... Meğer duşumun bağlantısı ters yapılmış, demek denemek gerek!..
Bir akşam da Girne'ye gittik gezmeye. Oradaki kumarhanelere Kıbrıslılar'ın girmesi yasak. Ben ise hiç merak etmedim zaten... Alınteri akıtmadan, emek vermeden kazanılan parada gözüm yok. İnanır mısınız ben milli piyango bile almam...
Keyifler yerinde olunca resimler de güzel çıkıyor. Her sanatçı iki resim yapmakla yükümlü. Ancak herkes daha fazla yapıyor. Tolga Akalın hocam o kocaman tuvalleri kendine özgü kalabalıktaki yalnız adamlarla doldururken, güzel eşi sevgili Rahime doğayı betimliyor. Mustafa Köseoğlu hoca muhteşem horozlarını özgürce kondururken tuvaline, Hamiyet hanım portakal bahçelerini resimliyor özgün tarzı ile. Ben mi?..
İlk gün Mahmut başkan en güzel güneşin batışının olduğu Güzelyurt'tan manzaralar, oraya ait tren istasyonu ve bir anıt zeytin ağacının çalışılmalısını Arzu ettiğini söyleyince "Ben yaparım" dedim hemen ve onları çalıştım...
Çok güzel bir galerileri var. Sergi açılışını bakanlar, milletvekilleri, bürokratlar ve kalabalık bir halk eşliğinde Cumhurbaşkanı Ersin Tatar yaptı. Resimlerimiz büyük beğeni aldı. Elbet biz de mutlu olduk... Sanata ve sanatçıya verdikleri önem ve değer bizi sevindirdi...
Nihayet bir resim çalıştayı daha ardında pek çok güzel dostluklar, harika geziler ve muhteşem anılar bırakarak bitmişti...
Kendim de böyle uluslararası resim çalıştayı organizasyonları yaptığım için işin ne kadar zor ve emek istediğinin bilincindeyim.
Bizi davet eden başkan Mahmut Özçınar'a, Arif Albayrak hocama ve Mustafa Cihangir beye... Belediye çalışanlarına ve emek veren herkese teşekkür