Bugün sizlere 2010 yılında yazdığım bir yazımı paylaşmak istiyorum.
Benim candan aziz okurlarım, yazdığım Almanya’da Türk Olmak (Turke zu sein in Deutschland) isimli kitabımla ilgili bazı programlara katıldım, konferanslara gittim.
Almanya’nın nasıl Almanya olduğunu, oradaki Türk kardeşlerimin yaşadığı zorlukları, karşılaştıkları bazı menfi propagandaları anlatmaya çalıştım.
Almanya, kurallar manzumesi, sistemler ülkesidir.
Bu sistem ve kuralların içinde kaldığınız sürece size kimse dokunmaz. Hatta varlığınızdan kimsenin haberi bile olmaz. Ne zaman ki, sistemi ve kuralları zorlarsınız ya da dışına çıkarsınız; Alman kolluk kuvvetleri yanınızda, yanı başınızda beliriverir.
Geçenlerde, pek çoğunuzun bildiği Taşucu Beldesi Kum mahallesindeydim.
Hava, pırıl pırıl deniz, masmavi ve sığ. Tarlada domatesler çıkmış. Eriklerle, kayısılar bu coğrafyaya para akıtmakta, alın terinin karşılığı olarak.
Burada birçok Avusturya ve Alman vatandaşları da yaşamaktalar; Türkiye’yi severek, Türk insanını severek.
Bunlardan birisi de Alman Heidi ile arkadaşı İngo’dur.
Heidi, yaşı yetmişe merdiven dayamış, iyi bir Hırıstiyandır da.
Heidi, İngo ve çok değerli abim Erol Bilsel, benim evin balkonunda bir sohbete koyulduk. Dünyayı saran ekonomik olumsuzluklardan, dünyanın kaos ortamına; siyasetçiler ve silah tacirlerince sürüklenmesinden dem vurduk.
Söz döndü dolaştı, Türkiye ve kadirşinas Türk milletine geldi.
Heidi, “Türkiye’de yaşamaktan ve Türk komşularım olmaktan çok mutluyum. Tanrıma şükrediyorum; bana bu yaşta böylesine güzel insanları komşu yaptığı için.”
“Ama Bayan Heidi, Almanlar’da iyi insanlar!” sözüme, Heidi biraz öfkelenerek, “Hayır Bay Peker! Hiçte öyle değil. Almanya’da evinizde ölseniz, sizden kimsenin haberi olmaz. Ta ki kokup da etrafa kötü kokularınız gelene kadar. Onda da kokudan rahatsız oldukları için ilgili yerlere haber ederler o kadar. Ne sizinle ne de sizin ölünüzle ilgilenen olmaz.”
Heidi, yaşlı elleriyle gözünü ovuşturduktan sonra devam ediyor, “Ama Türkiye öyle mi? Türk insanı öyle mi? Ben bir Alman’ım. Ben evimde ölsem, komşularım hemen merak edip ilgilenirler. Ve benim ölümden haberdar olurlar. İnanır mısınız Bay Peker benim param bile olmasa beni mezarıma bile koyarlar. Sonra şu havaya, şu güneşe, denize, ürün bolluğuna bir bakar mısın? Her türlü meyve, sebze, pekmez, zeytin, zeytinyağı, incir ceviz, daha neler neler!. ”
Bu sözler karşısında tüylerim diken diken oldu. Almanya’yı ve Almanları tanıyan biri olarak Heidi’ye hak vermemek; Türk insanına hakaret sayılırdı.
İşte sevgili okurlarım, bir Alman’ın gözünde Türkiye ve Türk insanı böyle idi.
Heidi bir şeyin de altını çizdi. “Tv ve basından takip edebildiğim kadarıyla ülkenizde; siyasal huzur yok, liderler birbirlerine karşı kırıcı ve agresifler. Başbakan, devamlı kızıyor, neden? Oysa O’nun görevi, ülkeyi iyi yönetmek, eleştirileri görmezden gelmek veya haklı olanlarına yumuşak bir lisanla cevap vermek değil mi?
Muhalefet, aynı tarzda cevap veriyor. Ülkenin meseleleri, görmezden geliniyor, çözüm yolları söylenmiyor, önlemler alınmıyor gibi. Yoksa yanılıyor muyum?”
Sizce de Bayan Heidi, YANILIYOR mu?
Ülkemle ve ülkemin asil insanıyla övündüm ve gurur duydum.
Esen kalınız...