Son zamanlarda nedense Nasreddin Hocamıza ait fıkralardan biri aklıma geliyor.
Saçma sapan konularda fetva isteyen halkımız meğerse yediyüz küsur sene önce de bunun gibi konuları hocalara soruyormuş.
Birisi gelip hocaya sorar: "Hocam tuvalette sakız çiğnemek günah mı?"
Hoca cevap verir: "Günah değil ama sen yine de çiğneme. Gören olursa yanlış anlarlar. Başka şey çiğnediğini sanabilirler..."
Şimdi birkaç açıdan fıkrayı değerlendirelim.
Bu cümlenin içinde, soru saçma sapan da olsa, cevabı var.
Ayrıca mubah (yapılmasında dinen sakınca olmayan) eylemlerin de yerinde ve zamanında yapılması gerektiği nasihati eklenmiş.
Bir de, yapılan iş kadar kamuoyunun onu algılamasının önemine vurgu yapılmış. (Algı olgudan önemlidir.)
Nasreddin Hoca üzerinden anlatılan bu olay, gerçekten Hoca’nın yaşadığı 13. yy. da sorulmuşsa ve 21. asırda yaşayan vatandaşlarımız da aynı soruları sormaya devam ediyorsa düşünmemiz gerek.
Google’da “tuvalette sakız çiğnemek günah mı?” diye yazıp arama yaptırınca, günümüzde de halkımızın hala aynı soruyu sorduğunu görüyoruz. Kendisini fetva vermeye ehil görenler de ciddi ciddi cevaplar yazmışlar.
Demek ki bu kadar basit konularda dinin hükümlerinin ne olduğunu halkımıza öğretememişiz.
Böyle konulara Nasreddin Hoca gibi nükteli, zekâ dolu ve İslam’ın özüne uyguncevap verecek bilge kişilere ihtiyaç duyulduğu aşikâr.
Çünkü Nasreddin Hoca gibi güldürü, alay, eğlence ve yergi becerisini yansıtan cevaplar vermek ve bu arada şeriatın katı yorumcularının bile tepkisini çekmeyecek bir dini hassasiyeti korumak müthiş bir bilgelik gerektiriyor.
Anadolu İslam’ı denilen şey, işte böyle dinimizin yaşama sevinci, bilim ve irfanla dolu bir yorumudur.
Günümüz Türkiye’sinde böyle bilge hocalar yerine, “deve sidiğinin şifa verdiğini anlatan, kadına dayağı savunan, 6 yaşındaki çocukla evlenileceğini söyleyen, asansörleri halvet mahalli olarak gören, yoğun bakımdaki kadın ve erkek hastaların ayrılmasını isteyen” tuhaf adamlar hoca diye kabul ediliyor.
Bu işte bir arıza var dostlar, bu halde bir arıza var.
İTTİFAK YASASI VE SEÇİM GÜVENLİĞİ
AKP ve MHP’nin birlikte çıkardığı ittifak yasasının demokratik bir ülkede kabul edilmesi mümkün olmayan adaletsiz bir düzenleme olduğu açık.
İttifakın ve çıkarılan yasanın iki gayesi var:
- Tayyip Erdoğan’ı tekrar Cumhurbaşkanı seçtirmek,
- MHP’yi de yüzde onluk barajın çok altına düşse, yüzde 3 oy alsa bile 40’ın üzerinde bir milletvekili çıkarmasını ve Hazine yardımı almasını sağlamak.
Yasada bunun için her şey düşünülmüş. Yasa yapılırken, nalıncı keseri gibi, hep AKP+MHP ittifakı lehine yontulmuş.
CHP, İYİ PARTİ ve SP kanundaki adaletsizlikleri, seçim güvenliğine dair endişelerini gerekçeleriyle açıklıyorlar.
Fakat Ak Parti ve MHP, bu eleştirilere hiç kulak asmadan, Meclisteki çoğunluklarına dayanarak, bir gecede kanunu çıkardılar. Cumhurbaşkanı Erdoğan da aynı gün imzalayarak yürürlüğe soktu.
Seçimlerin adil ve dürüst olduğu algısı çok önemlidir. Çünkü vatandaşların demokrasimize olan güven duygusunun temelinde seçimlerin adil ve dürüst olduğu duygusu yatar.
Ak Parti döneminin ikinci yarısında yapılan bütün seçimlerin adil olmadığınıbiliyoruz. Bu dönemde yapılan seçimlerde AKP’nin devletin bütün gücünü hoyratça kullandığını gördük.
AKP’nin medyanın yüzde 90’ını kontrol ettiğini, muhalefetin ise sesini duyuramadığının farkındayız. Devletten nemalanan şirketlerin göbeklerinden iktidara bağlandığını ve AKP’nin bunların imkân ve kaynaklarını kullandığını da biliyoruz.
Böyle olduğu halde, demokrasi uygulamalarımızdaki birçok eksiklik ve aksaklığa rağmen, hala seçimlerin dürüst yapıldığına dair inanç hayli yaygındı.
En son 16 Nisan 2017 Anayasa Referandumunda, bu defa Yüksek Seçim Kurulu (YSK) devreye girdi. Oy verme süresinin bitmesine bir saat kala referandum sonucunu tersine çeviren bir karar aldı. “Mühürsüz oylar da geçerlidir” kararı vererek, seçimin dürüst yapıldığı inancını da sarstı.
Tamam, “atı alan Üsküdar’ı geçti.” Ama unutmayın.
1946’da “açık oy, gizli tasnif” ile kazanılan seçim zaferinde de “atı alan Üsküdar’ı geçmişti.” Milletimiz bu adil ve dürüst olmayan seçimlerin akabinde bu seçimleri yapanları cezalandırdı. Ve bu adaletsizliği hiç unutmadı.
2019’da yapılacak seçimlere yeni düzenlemeler yapılarak girilmeliydi. Bu düzenlemelerle YSK marifetiyle seçimlerin dürüstlüğü ilkesine vurulan darbenin hasarı tedavi edilmeliydi.
Tam tersi yapıldı.
Mühürsüz oylar geçerli sayıldı. Sandık başkanları kamu görevlisi olacak, sandıklar seyyar olabilecek, vatandaş güvenlik görevlisi çağırabilecek gibi her biri sandık güvenliği açısından kuşku uyandıran düzenlemeler yapıldı.
İttifak yasası ile yaptıkları düzenlemelerin her cümlesinden AKP ve MHP’nin niyetlerinin bozuk olduğu açık.
Bu düzenlemelerin arkasındaki hinliğin farkına varmayanlar bile “bayram değil, seyran değil, eniştem niye öptü?” diye düşünür.
İyi niyetli vatandaşlar bile bunların çiğnediği “sakızdan” şüpheye düşer.