Hileli ürünler listesinin önemi

Ercüment TUNÇALP

Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından, 2021 yılında hiç yayımlanmayan, 2022 yılında da 10 ay önce bir defa (1 Mart 2022) açıklanan taklit veya tağşiş yapan firmalar listesinin devamı tüketici tarafından merakla beklenmektedir.    

Kamuoyuna açıklanmayan denetim sonuçlarının hilekarları rahatlattığı ve hileyi artırdığı bilinen bir gerçektir. Zira para cezaları hileden sağlanan haksız kazancın yanında çok önemsiz kalmaktadır. Bu bakımdan denetimler için büyük gayret sarfeden geniş denetim kadrolarının emekleri de boşa gitmemelidir. Gerçi utanma duygusunu kaybetmiş bazı kötü niyetli işletme sahiplerini teşhir etmenin bile durduramadığını birçok örnekte şimdiye kadar izledik. Hiç olmazsa satışları düşürecek bir sınırlı etki belki caydırıcı olabilir. Ancak kalıcı çözüm hapis cezasıdır. 

Yargıtay, gıda sahtekarları hakkında 2020 yılında tarihi bir karara imza atmıştı. Yüksek mahkeme, standartlara aykırı bir şekilde hileli gıda ürünü satanlara nitelikli dolandırıcılık suçundan verilen hapis cezasını onamıştı. Yargıtay’ın bu emsal kararı sonrasında gıda sahtekarlarına 3 yıldan 10 yıla kadar hapis cezası verilebileceği belli olmuştu. Yargıtay’ın kararına konu olan süreç 2013’de başlamış, Kayseri’de bir dolum tesisinden yağ alan vatandaş, yağın kendisini rahatsız etmesi üzerine durumu Kayseri Tarım Orman Müdürlüğü ekiplerine bildirmişti. Ekipler söz konusu tesise giderek satışa hazır halde bulunan ürünlerden numune almışlardı. Sonuçta zeytinyağının standartlara aykırı olduğu, saf olmadığı ve bazı karışımlar içerdiği tespit edilmişti. Söz konusu ürünlere el koyma, idari para cezası uygulama ve işletme sahibi hakkında suç duyurusunda bulunma işlemlerini takiben, Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığı'nca başlatılan soruşturma kapsamında işletme sahibi hakkında "dolandırıcılık" suçundan 2 yıldan 7 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açılmıştı. Mahkeme sanığın "nitelikli dolandırıcılık" suçundan 2 yıl hapsine karar vermiş, temyiz istemini görüşen Yargıtay 15. Ceza Dairesi de yerel mahkemenin kararını onamıştı. (Kaynak: Habertürk)

Bu emsal kararın halk sağlığını tehdit eden bütün gıda sahtekarlarına uygulanabilmesi için öncelikle tağşişin kamuoyuna duyurulması gerekir ki, tüketici elindeki sağlam delil ile hukuki mücadelesini başlatabilsin…

Yoksa, göstermelik çağrı merkezlerine veya şikayet toplayan ve yayımlayan sitelere başvurarak, karşılığında aldıkları şablon cevaplarla tüketici çaresiz kalmaktadır.     

Daha önceki listelerde defalarca teşhir edilen kurumsal bir sıvı yağ markasının  yüzlerce şikayete verdiği aynı klişe cevap metnini takdim ediyorum.

"Öncelikle markamızı ve ürünlerimizi tercih ettiğiniz için teşekkür ederiz. Satın almış olduğunuz ürünümüz ile ilgili böyle bir sorun yaşamanızın bizleri çok üzdüğünü belirtmek isteriz. Kurum olarak tüketici haklarını korumak ve kaliteden ödün vermemek adına siz değerli tüketicilerimizin ürünlerimiz ile ilgili her türlü şikayet ve sorunları ile ilgilenmekteyiz. Konu ile ilgili Müşteri Hizmetlerimiz sizinle iletişime geçmiş olup konu değerlendirmeye alınmıştır. Siz tüketicilerimizin her zaman yanınızda olduğumuzu unutmamanız dileğiyle..."

Bitti, şaka gibi değil mi ?

Bu marka 1 gün bile market raflarından inmemiştir. Oysa şikayetler sadece resmi kurumun laboratuvar tetkik sonuçlarına dayanmayıp, tüketicinin görerek, koklayarak ve tadarak yaptığı şikayetleri de kapsamaktadır. Genel rahatlığa bakar mısınız?

Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu (TESK) Başkanı Bendevi Palandöken, bir müddet önce yaptığı yazılı açıklamada, yılbaşı alışverişi öncesi tüketiciyi uyardı. "Vatandaşın uygun fiyatlı ürünlere yönelmesi, özellikle gıda ürünlerinde sahte, hileli, kalitesiz ve tağşiş ürünlerin artmasına neden olurken sahtekarların da ekmeğine yağ sürüyor" dedi.

İşte böylece en tepedeki esnaf temsilcisi de bizimle aynı düşüncede olduğunu ortaya koymuştur. Oysa tüketicinin evinde laboratuvar olmadığına göre onun önüne o sonuçları koymak gerektiği çok açıktır. Yoksa Palandöken’in de belirttiği gibi "sahtekarların cesaretlenmesi" olağan bir durumdur.      

Sonuç olarak; yüksek enflasyonun da yaptığı katkı ile iki tür fırsatçılıkta artış yaşanmaktadır. Birincisi kalite ile, ikincisi fiyat ile oynamak suretiyle…    

İlkini yukarıda yeterince anlattım. İkincisine bu gün için tek örnek vereceğim ve yine sektör içinden en yetkili ağızlardan yapılan değerlendirmeleri aktaracağım.

Daha önce “Kırmızı et sorunu ne olacak?” başlıklı yazımda, Türkiye Damızlık Koyun Keçi Yetiştiricileri Merkez Birliği (TÜDKİYEB) Başkanı Nihat Çelik’in ağzından, "Ette  fiyat artışına ihtiyaç yoktur. Ete yüzde 35 zam gerektiğine dair açıklamalar yapanların kimin değirmenine su taşıdıkları araştırılmalıdır” görüşünü aktarmıştım.

Bu gün de Ulusal Kırmızı Et Konseyi (UKON) Başkanlığı’na yeniden seçilen Ahmet Hacıince’nin Aralık ayı içinde yaptığı bir sektör değerlendirmesini aktarıyorum. "Son birkaç haftadır sığır karkas eti fiyatlarında artış gözlemlendi, kesim fiyatları kilosu 118-121 lira oldu. Kuzu fiyatları da bu seviyede. Piyasada ‘fiyat artışı sürecek’ algısı korkuya yol açıyor. UKON olarak et fiyatlarının kontrolden çıkacağı algısını yaymaya çalışanlardan uzak durulmasını istiyoruz. Her piyasa arz-talep dengesini kendisi kurar. Piyasa talebi gerilediğinde, fiyatı artırmak veya kontrolden çıkartmak zaten mümkün değildir. Ülkemizde yeterli sayıda hayvan mevcuttur. Toplam büyük baş hayvan sayımız 17.8 milyon, küçük baş hayvan sayımız ise 58.4 milyondur. Türkiye’nin hayvan varlığına baktığımızda kırmızı et ihtiyacımızın kendi dinamiklerimizle karşılanabileceği görülüyor. Sektör üzerinde oluşturulmaya çalışılan olumsuz algıyı destekleyecek bir durum yoktur” şeklinde dikkat çeken bir açıklamada bulunulmuştur. (Kaynak: Osman Arolat)  

Neticede, bu fırsatçılarla ancak devlet-millet elele mücadele edilirse sonuç almak mümkündür. Bunun için de her iki taraftan da çift yönlü bilgi akışına ihtiyaç vardır. Devlet aydınlatmalı, vatandaşa da geri dönüşü sağlamalıdır.