Hukuk ve refah ilişkisi...

Ruhittin SÖNMEZ

Bu başlık ve sonrasında yazacaklarımın öneminin toplumun çoğunluğu tarafından anlaşılamayacağını biliyorum. 

Çünkü Millî Eğitim Bakanlığının ABİDE (Akademik Becerilerin İzlenmesi ve Değerlendirilmesi) araştırmasının 2019 raporunda yazdığı şu bilgiden haberim var: “Türkçede öğrencilerin yüzde 66,1’i orta düzey ve altında. Bu öğrenciler deyimleri, atasözlerini, hiciv ve nüktelerdeki mesajları anlayamıyor. Neden-sonuç ilişkisi kuramıyor.”

Adalet, hukuk, hukukun üstünlüğü gibi kavramlar çok kişi için soyut özelliktedir. Günlük hayatında doğrudan kendisine karşı bir adaletsizlik yapılmayanlar, bu kavramların ekonomiye ve refahımıza etkisini anlamakta güçlük çekerler.

Eğitim görmüşlerin üçte ikisi bu durumda ise buna eğitimsizleri de katarsak toplumun dörtte üçünün soyut kavramları değerlendirmesini ve birbirleri ile sebep sonuç ilişkisi kurmalarını beklemek fazla iyimserlik olur.

Bu yazıda toplumun en fazla dörtte birinin kavrayabileceğini düşündüğüm fakat toplumun tamamının hayatını etkileyen olgulardan bahsedeceğim.

*  *  *

Dr. Yavuz Selim Kaymaz’ın bir bilimsel dergide yayımlanan makalesinde bir tablo ve açıklamasını gördüm. Bu tabloya göre, Ülkelerin Hukuk Üstünlüğü ve Küresel Refah Endeksi (KRE) arasında tam bir paralellik vardı.

Dünya Adalet Projesi tarafından hazırlanan hukukun üstünlüğü endeksi ülkeler sekiz faktör (hükümetlerin yetki kısıtlamaları, yolsuzluk miktarları, şeffaf/açık hükümet, temel haklar, düzen ve güvenlik, düzenleyici yaptırımlar, sivil adalet, kriminal adalet) değerlendirerek oluşturulmuş. Araştırma 128 ülkede yapılmış.

Tabloda görüldüğü gibi, Hukukun Üstünlüğü endeksinde 1. sıradan 7. sıraya doğru en önde sıralanan Danimarka, Norveç, İsveç, Finlandiya, Hollanda, Yeni Zelanda Küresel Refah Endeksi sıralamasında da aynı sırayla ilk 7’de yer almakta.

Türkiye Hukukun Üstünlüğü Endeksinde 117. sırada olup Küresel Refah Endeksinde ise yine çok gerilerde 93. sırada yer almakta.

Bu tablo gösteriyor ki bir ülkede hukukun üstünlüğü ilkesi ne kadar yerleşmişse o ülke o kadar refah içindedir.

“Hukukun üstünlüğü” kavramı “ülkelerin adalet sağlayabilme yeterliliğinin” bir ölçüsü. 

Hukukun üstünlüğü “devlet gücünün ve kurumların hukuk ile sınırlanması ve bunun üzerinde hiçbir güç olmaması” demek.

Bu tanıma göre “Türkiye’de hukukun üstünlüğü ilkesi geçerlidir” demek mümkün değildir.

“Üstünlerin hukukunun” geçerli olduğu bir sistem yaratırsanız ülke insanlarının refahını da çalmış olursunuz.

*  *  *

BU HUKUK SİSTEMİ İLE REFAH OLUR MU?

Sedat Peker’in itiraf ve ifşaları ile ortaya çıkan en azgın hukuk dışılıklar tesadüfen olmuyor. Yargının siyasallaşması ile yargıya güvensizlikteki artış arasındaki paralellik de rastlantı değil.

Devletin milyarlarca dolarını buharlaştıranlar serbestçe gezerken, bu usulsüzlük ve yolsuzlukları ortaya çıkaran veya halk adına hesap soranları cezalandıran bir hukuk sistemi refah getirebilir mi?

Dr. Yavuz Selim Kaymaz’ın makalesinden bir alıntı daha yapalım: “Hukuk üstünlüğü ve adaletin sağlanamaması durumunda ortaya çıkması muhtemel bir durum ‘HİLE olgusudur. Bireylerin yolsuzluk yapma ya da hukuk dışı yollara başvurarak kendilerini tatmin etme durumudur. Hile ‘aldatma, rüşvet, sahtecilik, haraç alma, bozulma, yozlaşma, hırsızlık, komplo, zimmet, kötüye kullanma, önemli gerçekleri gizleme’ gibi eylemleri açıklamakta ve kavramakta kullanılan bir kavramdır.” (Bozkurt, 2009:60)

*  *  *

Türkiye’de son dönemlerde Yargının siyasi iradeyle uyumlulaşma (daha doğrusu siyasi iradeye teslim olma) süreciniyaşıyoruz. Bu süreç bağımsız ve tarafsız yargının olmamasının ne türlü zararlar verdiğini hepimize gösterdi.

Fakat bir de Eski Yargıtay Birinci Başkanı ve Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sami Selçuk’un tespit ettiği bir yapısal sorunumuz daha var: 

Sami Selçuk "Ülkemizde hukuku dolanma bütün boyutları ve örnekleriyle sürmektedir" değerlendirmesinde bulunuyor. Selçuk "Türk hukuk uygulamasında yargılama süreci hukuku, olmazsa olmaz ilkeleri dolanan hilelerle (hukuku /yasayı dolanma ile, hile-i şer’iyye ile) yörüngesinden saptırılmış ve müzminleşmiştir" diyor.

Sami Selçuk alışkanlıklarımıza çok ters şeyler anlatıyor: Hâkimin duruşmada delil kaynaklarıyla doğrudan iletişim kurması esastır. Bu ilkenin zorunlu sonucu olan "duruşma hakiminin değişmezliği" alt ilkesi küresel bir ilkedir. Bu ilkeden vazgeçilemez, yasaya karşı hilelerle aşılamaz, dolanılamaz. Bu nedenle Batı hukukunun uygulandığı ülkelerde hemen hemen bütün duruşmalar tek oturumda bitirilir. Hâkim değişikliğine ihtiyaç bile kalmaz.

Oysaki bizde uzun yargılama süreçleri sebebiyle hâkim değişikliği olmayan dosya çok azdır. En basit davalar 2-3 senede sonuçlanmaktadır. 5-10 sene bir hâkimin baktığı dosyaya yeni gelen bir hâkim dosyadaki bir kısım evrakları okuyarak karar vermektedir.

Sami Selçuk bu durumun düzeltileceği yerde yine hile-i şer’iyye veya kuralların dolanılması hatta çiğnenmesi yolunun tercih edildiğini söylüyor. Tutanaklara geçen “Yargıç değişikliği nedeniyle eski tutanaklar okundu” cümlesi ile yargı erki kendini aldatmayı sürdürüp gitmektedir. 

Demek ki hukukun üstünlüğünden uzaklaşıldığında hemen akla HİLE gelmektedir. Bu hileye başvuranlar ise bazen suçlular bazen da yargının kendisi olmaktadır.

Bir de "tabii hâkim" ilkesinin çiğnenmesi örnekleri var. Mesela Cumhurbaşkanının Ana Muhalefet Partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu aleyhine açtığı davalarda derhal hâkim değişiklikleri yapıldı. Bazı kritik dosyalarda iktidara yakın aynı hakimler görevlendirilmekte ve bu hakimler daha sonra terfi ettirilmektedir. 

Bu hileden de öte, “kanuni hâkim güvencesini” kaldırmak için, hukuk kurallarının bilerek, isteyerek ve tasarlayarak çiğnenmesi demektir. Bu tür hukuk cinayetlerinin sonucu ise hepimizin refahından eksilme şeklinde ortaya çıkmaktadır.