Bugünlerde işsiz kaldım. Daha doğrusu elimde iş kalmadı. Eski defterleri karıştırıyorum. Bir anlamda anılarımı kaleme alıyorum. Kaleme almak da tarihe karıştı. Yazıya geçiriyorum, diyelim. İki olay var ki, bunları okurlarımla paylaşmak istedim.
Birinci olay şöyle...
...
Çankırı’dan otobüse bindik. Ankara’ya geleceğiz. Otobüsün teypine bir bant koymuşlar... İki saati aşkın yol boyunca bir şarkıyı belki sekiz kez dinledik... Şarkı da şarkı olsa bari... Sinir küpüne döndük. Şarkıyı merak ettiniz mi? Sözleri şöyle:
“Eşeği yoldan çıkarır sıpanın oynaması...”
Ankara’nın girişinde Pursaklar denilen yerde otobüsten indik. Yolun sonrasını servis dolmuşuyla gideceğiz. Şimdilerde bu servisler yok. Şoför muavinine “Canımızı çıkardın, o şarkıyla” dedim. “Bir daha otobüsünün semtine uğramam.”
Edepli delikanlı... “Amca millet hoşlanıyor” dedi. Ayrıldık. Otobüs gitti. Biz dolmuştayız. Birden hatırladım ki, cep telefonumu otobüste unutmuşum. “Eyvah!” dedim. Telefon neyse ya, içindeki numaralar önemli... Ne yapabilirim?
Hemen bir taksiye atladık. AŞTİ dedikleri terminalde otobüsü yakalayacağız. Evet, otobüs garaja az önce girmiş. Yolcular dağıldı dağılıyor. Muavin son yolcuları gönderiyor. Uzaktan beni gördü. Alı al moru mor ona doğru geliyorum. Telaşla seslendi:
“Amca benim otobüsün semtine yaklaşma” dedi. “Telefonu sana getireyim.”
Gözünü sevdiğim aslan yavrusu... Biraz da pahalıca olan cep telefonumun üstüne yatmayı aklına bile getirmemişti. “Çankırılı olsun da çamurdan olsun” diye boşuna mı demişler? “İyi ki Çankırılıyım” diye bir kez daha sevindim.
...
İkinci olay da şöyle:
Bacanağım Mehmet’i severdim. O da bizim köydendi. Onu erken yitirdik. Bir ortak anımı aktaracağım. İstanbul’da oturuyordu. Ben Kopenhag’tan gelmiştim. Ankara’da görüştük. Hemen o gün İstanbul’a dönecek olunca “Hadi sen de gel” dedi.
Akşamın geç vakti. Toparlanıp AŞTİ’ye geldik.
Otobüslerde yer arıyoruz. Yan yana koltuk yok. Çaresiz iki bilet aldık ama bir koltuk ikinci sırada, diğer koltuk on yedinci sırada. Umudumuz yolcularda. Elbet birinden biri anlayış gösterir, biz yolda yan yana oturma olanağı buluruz.
Derken otobüs yola çıktı. İlkin on yedinci sırada oturan kişiye rica ettik. Rahatını bozamazmış. İkinci sırada oturan adama halimizi anlatacak olduk, dinlemedi bile. Bacanak “Ağabey, sen ön sıraya otur, sorun değil.” dedi.
Öylece ayran da içmedik ama bacanakla ayrı düşmüş olduk.
Bacanak ikinci sırada, ben onyedincide İstanbul yolundayız.
On dakika geçti geçmedi. Baktım omzuma biri dokunuyor. “Ağabey, hadi sen akrabanla yan yana otur” diyen biri. Bacanağın yanında oturan yolcu. Demek ki, insafa gelmişti. Teşekkür ederek hızla kalktım ve bacanağın yanına oturdum.
“Bak, görüyorsun ya...” dedim. “İnsanlık büsbütün ölmemiş demek ki.”
“Ne insanlığı ağabey,” dedi. “Beyinsizi ben kovaladım.”
Şaşırıverdim. Anlattığında şaşkınlığım daha da arttı.
Meğer, canım ciğerim Mehmet otobüs kalkar kalkmaz hemen uyuma numarasına yatmış. Bir yandan uyuyor, bir yandan da içi bulanıyormuş gibi öğürerek adamın üzerine eğiliyor ve sonra adamdan özür diliyormuş.
Bir böyle, iki böyle... Adam bakmış ki, sabaha kadar bu uykucu yolcu ille midesinde ne varsa üzerine boşaltacak “Bari yanından kaçayım” demiş ve bana koşmuş. Mehmet’imi o anda alnının ortasından öpmek içimden geldi.
İstanbul’a kadar söyleştik, hasret giderdik. Onu çok özlüyorum, çok.
....