Yıl 1942. İkinci Dünya Savaşı, bütün acımasızlığıyla devam etmektedir. Hitler komutasındaki Alman orduları, sınırlarımıza dayanmıştır. Bize vurup vurmayacağı, girip girmeyeceği belirsizdi.
Atatürk rahmetli olalı dört yıl olmuş, ülkenin ve milletin sorumluluğu İsmet Paşanın omuzlarındaydı.
Trakya’da gerekli önlemleri alan Türkiye, asıl önlemi Anadolu’da almalıydı. Ankara, gerekli savunma sistemiyle korunmalıydı.
Hitler Türkiye’ye vuracak olursa ilk yapacağı iş İstanbul’u havadan uçaklarla bombalamaktı.
Bu durumda ne yapılmalıydı? Hitler’in arkeoloji ve tarihi eserlere merakı da biliniyordu.
İki ayyaştan(!) diğeri olan İnönü, ilk iş olarak Kutsal Emanetleri menzil dışına, güvenli bir bölgeye taşımalıydı. İnönü gizli bir emir vererek bu işin yapılmasını emreder.
Haydarpaşa’da hazırlanan özel bir trene, özel hazırlanmış sandıklarla Dolmabahçe, Topkapı Sarayı, İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki kutsal emanetler, iki cihan Peygamberi Hz. Muhammed’in kılıcı, hırkası, mührü, oku, yayı, Hz. Osman’ın kanlı Kuran-ı Kerimi, Kabe’nin anahtarı, padişahların tahtları, hazine, silahları, porselen, tabak, paha biçilmez el yazmaları, tablolar kıymetli ve değerli ne varsa büyük bir gizlilik içinde sandıklara yerleştirilir.
400’e yakın sandık dolusu bu kıymetli ve kutsal emanetler, sessizce Niğde’ye taşınır.
Topkapı Sarayı Md. Yardımcısı Lütfü Turanbek emrinde 30 yetkili görevli, aileleriyle birlikte Niğde’ye gelirler. Ve bu kişiler gözetiminde ecdadımızın kutsal emanetleri, Akmedrese ve Sarı Han’a gizlice yerleştirilir. Neyi beklediklerini bilmeyen askeri bir birlik tarafından da özenle korumaya alınır.
Bu taşıma işinden Niğdeli yöneticilerin bile haberi olmaz, haber dahi edilmez.
Bir yıl sonra İnönü, Churchill’le görüşmek için Adana’ya gitmektedir. Tren Niğde’de durur. Bu binaları teftiş eder, güvenliklerinden emin olmak ister. Ne tuhaftır ki, kendisi binaların içine bile girmez. Sanırım gizliliğin öneminden olsa gerek.
Sadece Lütfi Turanbek ve askeri birliğin komutanlarından gerekli bilgileri almakla yetinir. Ayrılırken de: “ Çocuklar bize emanet, size emanettir. Sakın ola gözüm arkada kalmasın” der.
Ve dört yıl sonra sınırlarımızdan tehlike geçer.
Aynı gizlilik ve özenle aynı yoldan geçerek, kutsal emanetler İstanbul’a nakledilir. İtina ve titizlikle yerli yerlerine yerleştirilir.
Sevgili okurlarım! Sn. İnönü bu olayı hatıralarında anlatmamış, tuttuğu günlüklerde de yazmamıştır.
Ne garip değil mi?
O, ikinci ayyaş, bir şeyin farkındaydı: vatan, her şeyi ile ona emanet edilmişti. Bütün kutsallarıyla emanete gereği gibi bakmıştı o kadar.
Bir küçük not, Atatürk çalınmasın, kaybolmasın diye kutsal emanetleri kayıt altına aldırıp Topkapı Sarayı’nı müze yapmıştı. Hitler tehlikesine karşı da İnönü tarafından sahip çıkılarak kurtarılmış ve korunmuştu.
Günümüz yöneticileri böyle milli ve yerli bir iş yapsalardı, neler konuşurlardı neler? Neden gri bölgedeki Yunanistan tarafından işgal edilen 18 adaya bir ayyaşlıkta siz yapmıyorsunuz?
Esen kalınız. Nazım PEKER