Bir önceki "İki Mustafa’yı anlamak" başlıklı yazımda Muhammed Mustafa, Türk Müslüman dünyasında nasıl tanınıyor? Anlatmaya çalışmıştım. Bu yazımda da Mustafa Kemal Atatürk nasıl tanınıyor, nasıl anlaşılıyor özetle anlatacağım.
Nasıl İslam dünyasında "Üç Muhammed" algısı varsa, Türkiye’de "Üç Atatürk" algısı var. Olmaya da devam etmektedir:
1- Aşırı yüceltilen Atatürk
2- İndirgenen Atatürk
3- Gerçek Atatürk.
1. Aşırı yüceltilen Atatürk: İnsanlar her devirde her toplumda sevdiklerini aşırı yüceltme, olağan üstü gösterme eğilimindedir. Bu yüceltme zamanla kişiye, topluma, kazandırdıkları değerlere fayda yerine büyük zararlar vermektedir. İnsanlar gerçek kişiliği öğrendikçe abartılı anlatanlara güvenmediği gibi anlatılana da güven azalmakta, bir zaman sonra O kişi hakkında anlatılanları dinlememekte, adını duyduğunda kulaklarını kapatmaktadır.
Mesela: İstanbul İngilizler tarafından işgal edildikten sonra, Samsun ve bölgedeki gayri Müslümlerle Müslümanlar arasında çıkan çatışmaları önlemek gayesiyle, Osmanlı son Padişahı Vahdettin tarafından "Müfettiş" olarak görevlendirilen Mustafa Kemal ve arkadaşları, zamanın en donanımlı gemisi olan Bandırma vapurunun; pusulasının bile olmadığı, dalgalara karşı dayanıksız olduğu, İngiliz Ordusu gemileri arasından ışıklarını söndürerek gizlice geçtiği, (gidiş, İngilizler'in onayı ile olmuştur). Beş aylık maaşlarını peşin aldıkları halde aç-susuz yola çıktıkları gibi abartılı acındırma yalanları, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının kurtuluş hareketini başlatma ülküsüne, o dönemin en rütbeli ve en iyi yetişmiş komutanların görevlendirilmiş olmasına rağmen, sanki gizlice gitmişler gibi gösterilmesi de Sultan Vahdettin’e haksızlık etmek ve "Atatürk’ü yücelteceğim" diye gerçekleri sapıtmaktır.
Büyük taarruz top atışlarıyla başladıktan sonra hemen hücuma geçilmesini isteyen Mareşal Fevzi Çakmak’a dürbünle Yunan mevzilerini gözetleyerek, aralıklı olarak üç defe "Abi bekle" demesi, Çakmak’ın O’na "Kemal..." diye hitap etmesi, askeri hiyerarşiye uymadan konuşulması, diğer komutanların bilmediği – Bubi tuzağını- sadece M. Kemal’in bilmesi aşırı yüceltmedir.
Yine Atatürk’ü aşırı yüceltme için yazılan çok sayıda şiir, efsane, yakıştırma, benzetme, tasavvur vardır. Kemalettin Kamu'nun yazmış olduğu şu dörtlük:
Burada erdi Musa, / Burada uçtu İsa;/ Bülbül burada varsa /Hürriyet için öter.
Ne örümcek ne yosun, / Ne mucize ne füsun; / Kâbe Arap’ın olsun / Çankaya bize yeter.
Yukarıdaki mısralarda Atatürk Peygamberlere eş yapılırken, uygunsuz bir şekilde Kâbe ile Çankaya Köşkü kıyaslaması yapılmış ki bu yaklaşım Atatürk’ü yücelterek sevdirme amaçlı olsa da tam tersi bir olgu yaratmıştır. Vatandaşları kutuplaştırmıştır. İnançlı kesim bu benzetmeye hoş bakmadığı gibi, tek ulus yaratma arzusunda olan Atatürk’ü yücelteyim derken, cumhuru cumhuriyetle sorunlu hale getirmiştir.
2. İndirgenen Atatürk: Genel indirgemede, aşağılama durumunda olan iki grup vardır. Birinci grup, "Atatürk’e söverek dindar olunacağını sananlar." İkinci grup da "Dine söverek Atatürkçü olduğunu sananlar".
Birinci gruptakiler genelde, İstiklal Savaşı'nın kazanılması sonucu uyanan işgal altındaki Müslüman ülkelerin; Türkiye’yi örnek alarak İngilizler'e baş kaldırması sonucu bağımsızlığını kazanması, üzerinde güneş batmayan İngiliz İmparatorluğu'nun adaya çekilmesi sonucu İngilizler, Atatürk’e olan kinini işgal sırasında kurdukları İngiliz Muhipler Cemiyeti mensuplarının çocukları, torunları ve ele geçirdikleri dini tarikat ve cemaatler vasıtasıyla yapmışlardır. Yapmaya da devam etmektedirler.
Sanki saltanatın, halifeliğin, Arap alfabesinin, eski ölçü birimlerinin vs. kaldırılması, laikliğin getirilmesi, Devrim yasaları, Allah’ın emrine-dine aykırı algısı yaratılarak, Atatürk’e "dinsiz", "deccal", heykel ve resimlerinin devlet dairelerine yerleştirmelerinden dolayı da "Putçu-Beton Kemal" gibi aşağılayıcı yakıştırmalar yapmışlardır. Bu kesimler Atatürk’ün Kur’an meali ve tefsirini Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'a yazdırıp, kendi cebinden on binlerce baskı yaptırıp dağıttırdığından bahsetmezler.
İkinci gruptakiler de laikliği dinsizlik kabul ederek kendi inançsızlıklarına destek bulurlar. Her türlü manevi değerlere sövmeyi, aşağılamayı, her türlü aşırılığı çağdaşlık sayarak, Atatürkçü olduklarını sanırlar. Onlar için içki içmek, ortak değerlerin dışında giyinmek, dinin kabulleri dışında beraber yaşamak, itaatsizlik, çağdaş Atatürkçülüktür. Milli manevi değerler manzumesinde yaşamak ise çağ dışılık ve Atatürk’e karşı olmaktır. Başörtüsü zulmü, askeri baskılar, insan tabiatına uymayan rejim dayatmaları hep sahte, indirgemeci Atatürkçüler'in eserleridir. "Atatürk Milliyetçiliği" diye bir milliyetçilik uydurarak, Atatürk’ün "Türk Milliyetçisi" olduğunu unutturmak isterler.
3. Gerçek Atatürk: Her şeyden önce Atatürk sizin bizim gibi bir insandı. Her insanda bulunması gereken bazı özellikler onda fazlasıyla vardı. O inançlı, ahlaklı, özgüven sahibi, zora talip olan, eylem ortaya koyan, zamanı iyi seçen, ani ve doğru karar veren, iyi ve etkileyici bir hatipti. Azim ve iradesiyle korkuyu yenmiş, öfke ve umutsuzluğu en aza indirgemiş bir şahsiyetti. Çevresini ve kitleleri motive etmede çok yetenekliydi. O çevresindekileri, halkı yükselterek yanına çekmiştir. Kimseye yüksekten bakmamış, hakir görmemiştir. Mensup olduğu milletin her ferdini sevmiş, "Bir Türk dünyaya bedeldir" demiştir.
Atatürk kazandırdıklarıyla hep ilk olmuştur. Osmanlı yıkılırken yeni bir vatan kurmuştur. Hanedanlığı, cumhuriyete dönüştürmüştür. "Padişah'a" değil "vatana bağlılık" (vatandaşlık) esas alınmıştır. Konuşma dilini yazı diline dönüştürmüş, ilim-bilim sanat, tarih değer olarak ne varsa Türkçe olmuştur. Kadın, kadın olduğunu birey olduğunu Atatürk’le öğrenmiştir. Tarih ve dil bilinci Atatürk’le kazanılmıştır. Sanatın her dalı onunla kaim olmuştur.
Ne yazık ki dün olduğu gibi bugün de onu anlamayan, anlamak istemeyen yığınlar var. Bu yığınlar, Muhammed Mustafa’yı da anlamadılar. Her ikisi de emperyal güçlerle, bağnazlıkla, baskıcı düzenlemelere karşı mücadele ettiler. Dönemlerinin sosyal problemlerini hallederek kalıcı olarak gelecek nesillere aktardılar.
Her ikisi de askeri ve siyasi dahi idiler. Biri Allah’ın elçisi vahiy alarak bu düzenlemeleri ve iyileştirmeleri yaptı. Diğeri o elçiden ve milletinden aldığı feyzle başardı.
Bu iki "deha"yı anlamak Türk ve İslam dünyasının mutlu ve müreffeh yaşaması için elzem... Başka yolu yok...