Müslümanların kutsal saydığı Kandil gecesinde, resmi açıklamalara göre 34 askerimiz İdlip’de şehit edildi.
‘Şehitlerimize rahmet, kederli ailelerine başsağlığı diliyoruz.’
Bu sözü, her daim söylüyoruz ama o kadar.
Bizim elimizden, dilimizden başka da bir şey gelmiyor.
Sebep ne olursa olsun…
Şu anda cephede Canlarımız, Mehmetçiklerimiz çarpışıyor.
Onlara destek olmamız, birlik ve beraberliğimizi dosta düşmana göstermemiz lazım.
Memnuniyetle görüyoruz ki, asil Türk Milleti, kendine yakışanı yapıyor, tek bilek, tek yürek olmuş Devletine sahip çıkıyor.
Mecliste dört parti ortak bildiri yayınladı.
İYİ Parti lideri Sayın Meral Akşener ve ekibi, yurt gezisini yarıda kesip Ankara’ya döndü.
Milletvekillerine ve teşkilatlarına; "Gün birlik günü politik çekişmelerden uzak durun" talimatı vermiş.
28 Şubat Cuma günü Ankara’da, Milli Düşünce Merkezi’nin organize ettiği "Bölgemizde Savaşın Ayak Sesleri" konulu bir açık oturum düzenlendi
Konuşmacılardan birisi de İYİ Parti Milletvekili Prof. Ümit Özdağ idi. Bu talimat gereğince açık oturuma Ümit Hoca katılamadı.
Ülke sevdalısı konuşmacılar, kafamızdaki birçok soruya cevap aradılar.
Keşke yetkililerimiz bu seslere kulak verseydi, Şehitler tepesinin dolmasına gerek kalmazdı.
Partiler taziye mesajları yayınladı.
Bunlar çok güzel hareketler.
Bu kadar mı?
Değil tabi…!
Halk vicdanında yer bulmayan eylemler de vardı…
Özellikle sorumluluk makamında olanların, daha dikkatli olmaları gerekmez mi?
Basın yayın organlarının bir kısmı. (Malum grup hariç...)
Sosyal medya adeta yıkılıyor. Tepkiler... Tepkiler... Tepkiler...
Mesele şu:
34 Vatan evladının cenazeleri henüz kalkmadan, Anayasa’ya göre Ordunun Başkomutanı Sayın Cumhurbaşkanı, İstanbul’da partili milletvekilleriyle bir toplantı yapıyor. -Keşke parti liderleriyle de yapsaydı-
Yapabilir elbet, ne de olsa aynı zamanda bir partinin genel başkanı.
Ama bu kritik günde ele alınan konular ile, yaşanan ortamın uygunluğu sorgulanıyor.
Onu da geçtik. Sayın Cumhurbaşkanı ABD Başkanı ‘Peluş kafalı!’ Trump ile arasında geçen bir konuşmayı naklediyor. Bu esnada hem kendileri hem önünde oturan Damat Berat ve milletvekilleri gülüyor ve alkışlıyorlar.
İşte bu hareket insanları derecesiz yaraladı...
Ülkede ocaklara ateş düşmüş.
Bir anne kapısında üniformalı subayı görünce, daha haberi almadan, saçını, başını, yüzünü, gözünü, yırtarak feryadı figan ediyor.
Bir baba, diz üstü çökmüş gözyaşlarını gizleyerek sadece "Yavrum..." diyebiliyor.
Dört aylık hamile bir şehit hanımı da, bir eli karnındaki yavrusunun, bir eli de eşinin tabutunun üstünde ayakta durmaya çalışıyor.
Yine bir şehit annesinin isyanına şahit oluyoruz: "Evinde şehit evladı için bizimki gibi helva pişmeyen yetkililerin ve diğerlerinin, benim acımı hissetmelerini beklemiyorum!" diyor...
Herkesin attığı adıma dikkat etmesi gerekiyor değil mi?
Biz biliyoruz ki, TÜRK ANASI; Kurtuluş Savaşı’nda, kağnı arabasıyla cepheye mermi taşırken, yağmurda, bebeğinin üzerinden aldığı örtüyü, zayi olmasın diye merminin üzerine örtüyor. Sivas Kongresi için gelen Mustafa Kemal Paşa’ya, asil Türk kızı çeyizinden örtüleri çıkarıp masaya seriyor. Ankara Müftüsü, Rıfat Börekçi eşinin ve kendinin kefen parasını Ata’ya veriyor.
Tarihimiz örneklerle dolu…
Hangi millette var şu asil davranış? İşte bir anekdot...
Bizde üç şeye kına yakılır: Kurbanlık koça kına yakılır, Allah’a kurban olsun diye... Düğün yapılan geline kına yakılır: Evine, ailesine kurban olsun diye... Askere giden Bala’ya kına yakılır, vatanına kurban olsun diye...
Hiç kimsenin Türk milletinin genleriyle oynamaya hakkı yoktur.
Ateş düştüğü yeri yakar, ama bizim görevimiz de, acılara ortak olarak onu bir nebze hafifletmek olmalı. Bazı kendini bilmez troller, yine şom ağızlarını açmış, muhalif gördüklerine veryansın ediyorlar.
Bre gafiller, siz yatağınızda rahat uyurken, şehit olan yavruların ve onların ana-babalarının siyasi eğilimlerini biliyor musunuz?
Susun gayri susun…! Susun…!
Geldiğimiz noktayı biz bugün sorgulamıyoruz.
Bugün, "Sınırlarımız ötesinde ne işimiz var, oradan niye şehitler geliyor?" demiyoruz...
Bugün "Ortadoğu bataklığından nasıl ve ne zaman çıkacağız?" demiyoruz...
Bugün "Dost sandığımız emperyal güçlerin oyununu anlayabildik mi?" demiyoruz...
Bugün "Dokuz yıldır ne kazandık, ne kaybettik?" demiyoruz...
Bugün "Sınır ötesindeki birtakım cihatçı militanlarla ne işimiz olabilir?" demiyoruz...
Bugün "Göndermeye çalıştığımız milyonlarca göçmeni niye kabul ettik?" de demiyoruz...
Bu ve buna benzer soruları bugün sormuyoruz ama, zamanı geldiğinde, demokratik yollardan bunların cevapları elbette istenecektir.
Yine diyoruz ki...
Gün, ayrılık günü değil, birlik zamanı...
Gün, kavga değil, kardeşlik zamanı...
Gün, topyekün, tesanüt içinde olma zamanı…
Gün devletimizin başarısı ve bekası için mücadele zamanı…
"İnsanı yaşat ki, Devlet yaşasın."
Ne mutlu Türk'üm diyene...