Son yıllarda İslam dünyası çok olumsuz günler yaşamakta, Kur’an anlayışından ve yaşayışından hızla uzaklaşılmaktadır. İslam ülkeleri bırakın birbirleri arasındaki ruh birliği ve ittifakı, kendi içlerinde bile din birliği içinde değildir. Buradaki birlikten kendini İslam inancı dairesinde olanları kastediyorum.
Bunun sebebini ben ekonomi veya siyasi olarak göremiyorum. Öyle olsa farklı siyasi yapıya veya zengin ekonomiye sahip İslam ülkelerinden olumlu haberler alırdık. Halbuki; krallıktan sultanlığa, cumhuriyetten başkanlığa kadar hangi sistemle idare edilirse ediliyor olsun bütün İslam ülkeleri yerde sürünmektedir. Bu hal; Kur’an İslam'ından ve İslam'ın istediği "İslam ahlakından" uzaklaşmanın getirdiği neticedir. Bu ahlak İslam'ın özünü oluşturur. İlahi olan ahlaktır.
Zamanımızda İslam ahlakı yerine maddeci ve ahiret satıcı din bezirganlarının nefsini okşayan, ruhları zincire vuran, kaynağını İslam'dan almayan Allah yolcularının elinde başka bir seye dönüşmüştür. Her çeşit fitne; tarikat, cemaat, hatta mezhep adı altındaki gruplar da mübarek gösterilmekte, başka bir şerre ve fitneye dönüşmektedir.
İslam dünyası bu mezhep, tarikat, cemaat, mevlithan, mukabelecilik, gösteriş duacılığından kurtulmadığı sürece kurtuluşa ermesi mümkün değildir. Son yıllarda maalesef Türkiye Diyaneti de bu şer ve fitne yolculuğunu 'Allah yolculuğu' gibi anlatır oldu. İktidarın siyasi görüşü ve yanlışlarını din gibi anlatmaya başladı ki bu tehlike diğer dini grupların tehlikesine ve İslam'a verdiği zarar yanında kıyaslanamayacak kadar fazladır. İslam, insanla bütünleşme yerine insandan uzaklaştırılmıştır. Şeyhlerin, şıhların maddeci görüşleri din diye sunulmuş, dini grupları zenginleştirme ve holdingleşme uğruna vakıf müesseseleri, dini holdinglere sermaye birikim aracı yapılmıştır. Bu durum İslam ahlakı kaygısı olmayan siyasilerin de işine gelmekte, oy uğruna bunlara yardım da yapmaktadırlar. Dini grubun başını elde etmek, cemaatin bütün oyuna hakim olmak demektir.
Ayrıca; son dönem Fetullah Gülen Cemaati’nin devlette yaptığı tahribatları göz önüne aldığımızda itaat geleneğinin gözünün ne kadar kara olduğunu, devlet-toplum yapısını nasıl bozduğunu görmüş olduk. İtaat kültüründe akıl kullanma yoktur. Baş ne derse yapılır. Devlet için, kişiler için kâr-zarar hesabı yapılmaz. Ergenekon, Balyoz vs. davalarını normal bir hakime, savcıya olmayan suçu varmış gibi karar aldıramazsın. Siyasi görüşü senden olmayan iş adamlarını uydurma delillerle suçlayıp ödeyemeyeceği cezaları verdiremezsin. Normal müfettişlere beğenmediğin bürokratın ipini kestirtemezsin. Ama bir tarikat veya cemaat mensubuna şeyhinin emriyle her türlü yanlışlığı yaptırabilirsin.
Bu cemaat, tarikat mensuplarına 'dindar insan' diyemeyiz. Dindar insan sadece mabetlerde ibadet halinde değil, hayatın her safhasında ibadet halinde olan insandır. Bağlılığı, şeyhe, şıha, başa değil sadece Allah’adır. Aklını kullanır. Kin ve nefret O’nun nefsinde yoktur. Allah aşkı ve sevgisi vardır. İslam ahlakı ile ahlâklanmıştır. Kaynağı Kur’an ve peygamber olmayan değerler O’nun gözünde yok hükmündedir.
Özetle; İslam dünyasının kurtuluşu, dini kuruluşların tekrar dini ruha bürünmesine, istismarcı din adamlarının bu muesseselerden uzaklaştırılmasına bağlıdır.
NOT: Bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine ortakses.com internet sitesinde “dini konularda” Bismillah diyerek yazmaya başladım. İnşallah okuyanlara ve takipçilerime faydalı olurum.