İlahiyatçı ve Hukukçu dostum Tevfik Karabulut’un çok değerli araştırma kitabında yazdığı gibi "İslam’a Karşı İslam" stratejisi ta Hz. Peygamber döneminde başlamış bir projedir.
Medine Yahudi toplumundan olup Müslüman görünerek yaşayan münafıklar, Müslümanlar arasında fitne çıkarmak maksadıyla bir mescit (cami) inşa ederler. Maksatları camiye gidiyor görüntüsüyle şüphe çekmeden bir araya gelerek görüşmeler yapmak, kararlar almak ve Müslümanlar arasında fitne çıkarmaktır.
Hatta Hz. Peygamber’e haber göndererek "yağmurlu ve soğuk günlerde hasta ve özürlü Müslümanların rahatça ibadet edebilmesi için bir mescit yaptırdıklarını" söylediler. Hz. Peygamber’den "Mescitte namaz kıldırmak suretiyle hizmete açmasını" talep ettiler.
Fakat bu arada Tevbe Suresinin 107-110. Ayetleri indi ve Peygamber uyarıldı.
107. Ayet meali şöyle: "Bir de zararlı faaliyetlerde bulunmak, küfre yardım etmek, mü’minler arasına ayrılık sokmak için ve öteden beri Allah ve Resûlüne karşı savaşanlara üs olsun diye bir mescit yapanlar vardır. Bunlar, “Bizim iyilikten başka hiçbir kastımız yok” diye de mutlaka yemin ederler. Ama Allah şâhitlik eder ki bunlar mutlaka yalancıdırlar." (Diyanet İ.B. Meali)
Münafıkların zarar vermek, fitne çıkarmak gibi niyetleri açığa çıkınca Allah Resulünün emriyle mescit yıktırıldı.
Peygamber emriyle yıktırılan cami ‘Mescid-i Dırâr’ yani zararlı ve kötü niyetle yapılan cami olarak adlandırılmıştır.
Tevfik Karabulut’un bu olayı "İslam’a karşı İslam" stratejisinin ilk uygulaması olarak göstermesi çok isabetlidir.
* * *
04.08.2012’de bu olayı anlatan "Peygamberimiz neden cami yıktırdı?" başlıklı bir yazı yazmıştım. Maksadım "hayırlı görünüşlü bazı işlerin fitne sebebi olabileceğine" dair uyarı yapmaktı.
Çünkü "İlahi bir bilgi iletim tarzı olan Vahiy" bizler için söz konusu olamayacağına göre "beşerî bir bilgi edinme tarzı olan akla" başvurmak gerekiyordu. Ben de bizden görünümlü bölücü ve satılmışlara karşı "aklımızı kullanmak farzdır" mesajı veriyordum.
On sene önce bu yazımı okuyan rahmetli il müftümüz "İslam tarihinin bu tür konularını yazmasan iyi olur" tavsiyesi vermişti.
Oysaki günümüzde de alnı secdeye değenlerin, bozkurt işareti yapanların, Atatürk rozeti takanların örgütleri diye desteklediğimiz fitne kaynağı dernekler, vakıflar, partiler, şirketler yok mu? Bu ayetlerden ders çıkarmamız gerekmez mi?
Anlamını bilmeden bu ayetleri huşu ile dinlerken ağlayanlarımız oluyor.
Asıl ağlamamız gereken bu ayetlerle bizlere verilen ilahi mesajın öğrenilmesinin önüne engeller çıkarmamız değil midir?
* * *
BEN DESEM BANA KAFİR DERLER
Camilerimizde vaaz ve hutbelerin ana gövdesini çoğunlukla Hz. Peygamberden nakledilen hadisler oluşturur.
Hocalar bunları aktarırken rivayet edeni ve nakledilen sözü Arapça olarak okuduktan sonra Türkçesini açıklarlar. Rivayet edenler arasında en çok ismi geçen Ebu Hureyre’dir ve hocalar isminden sonra da mutlaka "Radıyallahu anh" yani "Allah O’ndan razı olsun" derler.
En fazla hadis rivayet eden kişi olan Ebu Hureyre’ye "Peygamberden duymadığı sözleri rivayet ediyor" desek, bazı Müslümanlar bizi tövbeye davet edecektir. Oysa bu sözü Hz. Peygamberin eşi Hz. Aişe O’nun yüzüne söylemiş.
3848 veya 5374 adet kadar hadis rivayet ettiği söylenen Ebu Hureyre’ye benzeri uyarıları Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali de yapmış. Hz. Ömer’in Ebu Hureyre’yi atadığı valilikten hırsızlıkla suçlayarak geri çağırdığı bilinmektedir. Hz. Ali’nin“Yaşayanlar arasında Allah Resulüne en fazla yalan isnat eden Ebu Hureyre’dir” dediği ifade edilmektedir.
Ben Ebu Hureyre’ye bu sözleri söyleyemem. Ama gönülden "Allah O’ndan razı olsun" da diyemiyorum.
* * *
AKLA VE BİLİME AYKIRI HERŞEY VE HERKES ELEŞTİRİLEBİLİR
Hadislere neredeyse ayet derecesinde itibar edenler var. Hadis kitaplarını toplayan alimlerin senedi yani rivayet zinciri sağlam olan rivayetleri kitaplarına almaya çalıştıkları biliniyor.
Hz. Peygamber’in vefatı 632 yılı ve 6 büyük hadis kitabının yazarlarının doğum yılları şöyle: İmam Buhari 810, Müslim 821, Ebu Davud 818 ve diğerleri daha sonraki yıllar. Yani bunların en erken başlayanı peygamberin vefatından 200 yıl sonra hadis toplamaya başlamış olabilir.
Bu bakımdan rivayet zinciri gerçekten sağlam olsa da aynen nakil olma ihtimali çok zayıftır. Çeşitli sebeplerle bilinçli olarak hadis uydurma yoluna gidildiğini gösteren örnekler de çoktur.
Bu bakımdan "Kur’an’a aykırı hadis" konusu çok önemlidir. Buna ilk ciddi tepkiyi gösteren İmam-ı Azam Ebu Hanife’dir. (Son dönemde ülkemizde bu konuyu gündeme taşıyan Yaşar Nuri Öztürk’ü de rahmetle anıyorum.)
"Hadis" diye rivayet edilenlerin "Kur’an’a, akla ve bilime aykırı olanlarını" en sert şekilde eleştiren Ebu Hanife milletimizin çoğunluğunun mensup olduğu Hanefi mezhebini oluşturan fıkıh ekolünün kurucusu olarak bilinir. Çağdaşları arasında seçkin bir yere sahip olduğu için "Büyük imam" anlamına gelen İmâm-ı Âzam sıfatı verilmiştir. Hukukî düşünce ve içtihat metodunda çığır açan büyük bir alimdir.
"Kur’an’a aykırı olan hadislere" tepki gösteren Ebu Hanife bu tavrı yüzünden zamanında önemli şahsiyetlerin saldırısına uğramış. Bir kısım günümüz Müslümanlarının adeta kutsal insan saydığı bu zatlar bakın İmam-ı Azam’a nasıl saldırmışlar:
Bazıları O’nu küfürle yani Müslüman olmamakla suçlamış.
Mesela ünlü Hadisçi Buhari, Büyük İmam Ebu Hanife’yi "İslam’a zarar veren sapık mezheplerden birinin mensubu" olarak tanımlamış.
İmam-ı Azam "Hz. Peygamber dışında eleştiri üstü insan kabul etmediği" için Şii alimi Kuleyni Ebu Hanife’ye lanet okumuş.
İmam Malik "O İblis’ten daha zararlıdır" demiş, İmam Ahmed Bin Hanbel ise "Ondan bir şey nakletmeye değmez."
Devrin muktedirine boyun eğmediği için öldürülen İmam-ı Azam’ın Kur’an, akıl ve bilim esaslı fikirleri bugün yaşıyor.
Mezhebinin "Hanefi" olduğunu söyleyen Müslümanların çoğu O’nun fikirlerinden habersiz. hatta O’na ve fikirlerine düşman olanların yolundan gidiyor...