Her geçen gün oyları biraz daha düşen AKP seçimlere yönelik hamlelerine devam ediyor.
Önce andımızı kaldırarak HDPlileri mutlu ettiler, sonra HDP'ye kapatma davası açarak Milliyetçileri memnun ettiler. Şimdi de İstanbul sözleşmesini kaldırarak İslamcı- yobaz kesimi sevindirdiler.
İstanbul sözleşmesiyle ilgili her kafadan bir ses çıkıyor. Kimi bu sözleşmenin aileyi yıktığını söylüyor, kimi ahlakımızı bozdu diyor, kimi ise eşcinselliğe özendirdiğini söylüyor.
Herkes sözleşme hakkında bir şeyler söylüyor ama bir araştırmaya göre sözleşmeyi okuyanların oranı sadece yüzde 5,2. Yani ülkede yaşayan her 20 kişiden 1'i sözleşmeyi okumuş.
İstanbul Ekonomi Araştırma şirketinin araştırmasına göre toplumun yüzde 51,7 si sözleşmenin ne olduğunu bile bilmiyor.
Anlayacağınız halkın yüzd 95'inin okumadığı, yüzde 50'nin ise içeriğini dahi bilmediği bir konuyu herkes tartışıyor.
Uğur Mumcu’nun söylediği gibi bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan bir milletiz ve yine bilmediğimiz bir konuda uzun uzun konuşuyoruz.
Aslında sözleşmeye hangi kesimin karşı çıktığına ve karşı çıkanların kadına bakışına bakarsanız bile bu sözleşme hakkında söylenenlerin uydurma olduğunu rahatlıkla anlayabilirsiniz.
Şimdi İstanbul sözleşmesi hakkındaki yalanları ve gerçekleri soru cevap şeklinde açıklamaya çalışacağım.
İstanbul sözleşmesi nedir?
Resmi adı "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi" olan İstanbul sözleşmesi kadına şiddeti önlemeyi amaçlayan ilk Uluslar arası sözleşmedir.
11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da düzenlenen Avrupa konseyi Bakanlar Kurulu toplantısında 46 ülke tarafından imzalanmıştır. Sözleşmeyi imzalayan ve onaylayan ilk ülke ise biziz. İstanbul sözleşmesi TBMM de 14 Mart 2012 tarihinde onaylanıp 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girdi.
Madem bu sözleşme ahlakımıza aykırıydı. Neden ilk onaylayan ülke olduk?
İstanbul Sözleşmesini Kim Yazdı?
İstanbul sözleşmesiyle alakalı toplumun genelinde ithal bir sözleşme olduğu düşüncesi var. Sanki Avrupa ülkeleri yazıp elimize vermiş, biz de onaylamışız gibi anlatılıyor.
Özellikle İslamcı kesim bu propagandayı yapıyor. Onlara göre İstanbul sözleşmesini Avrupa ülkeleri ahlakımızı bozmak için yazmış.
Bu propaganda tamamen yalan ve iftiradır. İstanbul sözleşmesinde en çok emeği ve payı olan ülke Türkiye’dir.
Türkiye’nin sözleşmenin yazımında etkin rol oynamasının nedenlerinden biri 2009 yılında AİHM in Nahide Opuz davasında verdiği karardır.
Nahide Opuz, Diyarbakır’da yaşayan ve eşinden defalarca şiddet, yaralama gören bir kadındır. Ancak her seferinde eşi ya az ceza almış ya da kanıt yetersizliğinden serbest bırakıldı. En son eşinin, annesini öldürmesi üzerine Türkiye’yi 2002 yılında AİHM e şikâyet etti.
AİHM, Nahide Opuz’u haklı bularak ‘’Şiddet gördüğü halde devletin kadına sahip çıkmadığına’’ hüküm vererek Türkiye’yi mahkûm etti. Böylece AİHM ilk kez bir devleti, vatandaşını koruyamadığı için mahkûm etti.
İstanbul sözleşmesinin yazılmasına neden olan dava Nahide Opuz davasıdır. İşte bu yüzden Türkiye, mahkûm edilmiş bir ülke olarak sözleşmenin yazımında çok etkin bir rol oynadı.
Sözleşmeyi yazanlar arasında AK Partili Nursuna Memecan, CHP’li Gülsün Bilgehan, kadın STK ları, ODTÜ Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yakın Ertürk vardı.
Ayrıca sözleşmenin koordinatörlüğünü yapan Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddete Karşı Eylem Uzman Grubu (GREVIO) nun o dönemki başkanı Feride Acar'dı. Feride Acar ayrıca GREVIO nun kurucu başkanıdır.
Kadına şiddetle mücadelenin öncü isimlerinden Avukat Hülya Gülbahar Türkiye’nin sözleşmenin yazımındaki etkin rolünü şöyle anlatmıştır:
“Yasal düzeyde yapılması gereken her şeyi yaptık. Yasal mevzuatımız dünyaya örnek gösterilecek bir mevzuat. Her noktasında virgülünde hatta kelime arasındaki boşluklarda bile Türkiye kadın hareketinin emeği var. İstanbul Sözleşmesi’nin adı boşu boşuna İstanbul Sözleşmesi değil. Tıpkı Kopenhag Kriterleri gibi, Roma Anlaşması gibi tarihe geçecek bir Sözleşme hediye ettik dünya tarihine ve bunun her kelimesi sonuna kadar yerli ve millîdir. O metin yazılırken, AK Partili Nursuna Memecan, CHP’li Gülsün Bilgehan, bütün kadın dernekleri, Yakın Ertürk oradaydı. Grevio’da iki dönem başkanımız Feride Acar deli gibi emek harcadı. O sözleşme çeviri değildir, gayet yerli ve millîdir. 6284 sayılı yasanın örneği yok dünyada, kelime kelime biz yazdık. Sayın Fatma Şahin’in önderliğinde hepimiz yazdık.”
KADER eski başkanı ve Sosyal Dayanışma Ağı'ndan Çiğdem Aydın da İstanbul sözleşmesinin yerli ve milli olduğunu şöyle ifade etmiştir:
“Kadın örgütleri çok büyük emek verdik. Bize ait bir şey olduğu için adı İstanbul Sözleşmesi. Bunu BM’den ya da AB’den almadık. Bizzat Türkiye kendi verileri ile ve kadın örgütlerinin alandan gelen bilgileri ile hazırlandı. Dışarıdan gelen bir sözleşme değil. Asla ve kata vazgeçilmesi düşünülemez. Bundan geri dönemeyiz.”
Sadece bu kadar değil...
Sözleşmenin imzalandığı dönemde Avrupa konseyi dönem başkanı Ahmet Davutoğlu'ydu. Parlamenterler Meclisi Başkanı da Mevlüt Çavuşoğlu'ydu.
İstanbul Sözleşmesi Aile Kurumunu Yıkıyor mu?
Sözleşme aleyhinde yapılan propagandaların en önemli iddialarından biri sözleşmenin aile yıktığıdır.
Bu iddianın iki nedeni var.
Birincisi sözleşmenin 3. Maddesinin b fıkrasında orijinal metninde ‘’Domestic violent’’ olarak geçen ‘’ev içi şiddet’’ tanımıdır.
Sözleşmeye göre kadına şiddet olayı ev içinde yaşanıyorsa evlilik şartı aranmıyor. Yani bir kadın, sevgilisiyle aynı evde yaşayıp sevgilisinden şiddet görürse bu olay da kadına şiddet sayılır.
İslamcılara göre İstanbul sözleşmesi bu yüzden evlilik dışı ilişkiyi meşrulaştırıyormuş.
Bunu söyleyenlerin unuttuğu bir şey var. Türkiye’de evlilik dışı ilişki yasalara göre meşru zaten. Burası İran ya da Suudi Arabistan değil. Zinayı suç olmaktan çıkaran da AKP'dir.
İkincisi kanunlar, toplumun gerçeklerine ihtiyaç olarak yazılır. Bu ülkede evlilik dışı yaşayan milyonlarca insan varsa hukuken bu insanların da bir yasal güvencesi olmalıdır. Ne yapalım? Şiddet gören kadın evli değilse ‘’Evlen öyle gel sahip çıkalım’’ mı diyelim?
Sadece 2020 yılında Türkiye’de öldürülen kadın sayısı 300
Bu 300 kadının 181’i evinde öldürüldü. Hal böyleyken ev içi şiddet için evlilik konusunu tartışmak akılsızlık ve vicdansızlıktır. Evli olmadan öldürülen kadını insandan saymıyor musunuz?
İstanbul sözleşmesinin aileyi yıktığını savunanların ikinci argümanı sözleşmenin toplumsal cinsiyeti reddetmesidir.
Toplumsal cinsiyet tanımı ilk kez İngiliz Sosyolog Ann Oakley’in 1972 yılında yayımladığı Sex, Gender and Society isimli kitabında kullanılmıştır
Oakley’e göre toplumsal cinsiyet, doğumumuzdan ölümümüze kadar toplumun erkek ve kadın olmamızdan dolayı bizlere yüklediği görev ve davranışlardır.
Kısacası İstanbul sözleşmesi ‘’Kadın dediğin şöyle davranmalı’’ diye başlayan tüm cümleleri reddeder. Bu da kadını erkeğin malı olarak gören yobazları rahatsız ediyor.
İstanbul Sözleşmesi Eşcinselliğe mi özendiriyor?
Sözleşmeyle alakalı en saçma iddia budur. 81 maddelik sözleşmede eşcinsellerle alakalı tek madde vardır. Sözleşmenin 4. Maddesinin 3. Fıkrası şöyledir:
“Taraflar bu Sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir.”
Tüm mevzu bu maddede ‘’cinsel yönelim’’ ifadesinin kullanılmasından kaynaklanıyor. Efendim bunu hukuken yazarsak eşcinsellik meşrulaşırmış.
Eşcinsellik meşru zaten. Yasalarımızda eşcinsel olmak suçtur diye bir madde var da ben mi bilmiyorum?
Bu ülkede eşcinsellerin de hepimiz gibi yasal hakları var. Bizim gibi bu ülkenin birer vatandaşları.
Sadece onlara özel kanunlarımız yok ama İstanbul sözleşmesinin içeriği bu değil zaten. İstanbul sözleşmesi bir insan cinsel yöneliminden dolayı şiddete maruz kalamaz diyor.
Buna karşı çıkanlar neyi savunuyor? Eşcinsellerin öldürülmesini mi?
2008-2018 yılları arasında Türkiye’de 51 eşcinsel öldürüldü. Bu konuda Avrupa birincisiyiz.
Durum böyleyken eşcinsellere karşı şiddeti savunmak nefret suçudur ve hukuken bunun cezası ağırdır.
Kadının beyanı esas kabul edilerek erkekler mağdur mu oluyor?
İstanbul sözleşmesinde böyle bir madde olmadığı halde bu konu sürekli konuşuluyor. Kadının beyanı esastır diye bir cümle İstanbul sözleşmesinde yok. 6284 sayılı kadına şiddetle mücadele kanununda var.
6284 sayılı kanundan önce de kadının beyanının esas kabul edilmesi Türk Yargısında yıllardır olan bir içtihattır. Yargının içtihadı şöyledir:
‘’Bir kadın ya da çocuk kendi şerefini ve namusunu da ortaya koyarak, kendisine cinsel istismarda bulunulduğuna dair bir iddiada bulunmaz. O nedenle somut olayın özelliklerine göre değerlendirme yapılır."
Yargı kararından da anlaşılacağı üzere cinsel suçlarda sadece kadının değil çocuğun da beyanı esastır.
O zaman şu soruyu soralım. Kadının beyanı esastır ne demektir?
Kadının beyanının esas kabul edilmesi cinsel suçlarda davanın başlaması için yeterlidir. Bunun anlamı kadının beyanı kesin doğru demek değildir. Kadının beyanı davanın açılması için esastır.
Yani kadının beyanıyla dava başlıyor ve her dava gibi davacı ve davalı savunmasını yapıyor ve bu savunma sonunda karar veriliyor.
Bugüne kadar görülen davaların %90 ında kadın haklı bulunmuştur. Bu da demek oluyor ki davaların %10 unda kadının beyanının yalan olduğu ispatlanmış.
İddia edildiği gibi kadının beyanıyla hemen hapis ya da kadının beyanını çürütememe gibi bir durum yok.
Ayrıca kadının beyanının esas kabul edilmesinin de şartları var. O şartlar şunlardır:
- Şikâyetin süresi. Tecavüz olaylarında 10 yıl sonra bile beyan esas alınırken, tacizde bu süre çok kısadır. Yani 1 yıl önce biri kalçamı elledi diye beyan esas kabul edilmez
- Sanık ve mağdurun birbirini tanıyıp tanımaması
- Sanık ve mağdur arasında geçmişte bir düşmanlık olup olmaması.
- Mağdurun anlatımının gerçekçi ve hayatın akışına uygun olması. Mesela Kabataş’ta deri pantolonlu 50 erkek üstüme işedi gibi bir beyan esas kabul edilmez.
- Mağdurun olayı somut bir şekilde net anlatması
- Mağdurun olayı yakınlarına anlatmış olması
Bu şartlar sağlanmışsa beyan esas kabul ediliyor.
Tüm bu maddelere rağmen mağdur olan erkek var mıdır? Elbette vardır. Mükemmel yargı diye bir şey yoktur.
Ancak bir olasılıktan yola çıkarak kadının beyanının esas kabul edilmesini itibarsızlaştırmak, tecavüze uğrayan her kadın sanki potansiyel iftiracıymış gibi algı yaratmak sadece tecavüzcülerin işine yarayan bir hareket olur.
Yargıda konuşulması gereken mükemmel adalet değildir, kanunun işlevselliğidir.
Kadının beyanının esas kabul edilmesi 10 kadından 9'unu kurtarıp 1 erkeği mağdur ediyorsa bu kanun işlevseldir ve tartışmak bile saçmadır.
İstanbul sözleşmesiyle alakalı yanlışları kısa kısa anlatmaya çalıştım. Lütfen algı operasyonlarına gelmeyin. Araştırın ve öğrenin…