İstifa müessesesi demokrasinin önemli bir parçasıdır. Seçilen veya atanan makam sahipleri başarısız olduklarında istifa edebilme erdemini göstermelidir. İstifa sadece lider dayattığında gönülsüzce yapılan bir eylem olmamalı, net başarısızlıklar karşısında makam sahiplerinin kendi inisiyatifleriyle almaları gelen bir tavır olmalıdır.
Ülkemizde çoğu şey “yanlış ve özüne aykırı” işlemektedir ve bunun en belirgin örneklerinden biri “istifa enstrümanının” yanlış kullanımıdır.
Sosyal medyada ve televizyonda yabancı ülkelerden haberler izlerken/okurken sıklıkla istifa haberleriyle karşılaşırız. Ülkemiz için sıradan, alışıldık sayılabilecek konularda koca bakanların istifa haberleri bizleri şaşırtır, hatta gülümsetir. Bir viyadük çöker, ulaştırma bakanı istifa eder. Restorana ödenen küçük bir yemek ücretinin devlet bütçesinden karşılandığı haber yapılır, ödeten bakan istifa eder. Bu durum Avrupa ülkeleri için geçerliyken benzer durumda kalan Japon bakanların intihar ettiği haberlerini duyarız (elbette intiharı onaylamayız ancak her birey toplumunun kültürüne göre hareket eder).
İnsanları istifaya götüren süreç kendi adalet duyguları, toplumsal edinimleri ve bireysel özellikleriyle bağlantılıdır. Ülkemizin kültürü özelinden baktığımızda farklı tavırlar önümüze serilir. Kurtuluş savaşında bir tepeyi alamadığı için intihar eden subay örneğimiz vardır. Dinsel geleneğimiz yöneticiye “Fırat kenarındaki bir kuzunun sorumluluğunu” yüklerken, “kendi işini yaparken devletin kandilini söndürüp kendi kandilini yakma” bilincini aşılar.
İşimize gelmediği için arkamızı döneriz!
Siyasi tarihimizde birkaç istifa/intihar (intiharı doğru bulmadığımın tekrar altını çizmek isterim ama sonuçta bir tavırdır) vakası vardır. Onlar dışında görevinin gereklerini yerine getiremeyenlerin koltuklarına yapışmasının tarihidir bizim siyasi tarihimiz. Tarikat yurtlarında onlarca çocuk taciz ve tecavüze uğrar ama ilgili bakan istifa etmez, üstüne de “bir kereden bir şey olmaz” der! “Hızlı tren” diye bildiğimiz normal trenlere hız yaptırıp onlarca insanın ölümüne neden olan bakanlar koltuklarını bırakmazlar. Şarbonlu hayvanlar ülkeye sokulup salgın başlar ama ilgili bakan o sıralarda istifayı aklının ucundan geçirmemektedir. En fazla birkaç günah keçisi alt düzey bürokrat bulunur, görevden alınırlar, sonra ruhumuz duymadan başka görevlere getirilirler. Bunları sadece iktidar partisini eleştirmek için söylemiyorum. Ülkemiz siyasi tarihinin gerçekleridir.
Yukarıda saydıklarımın daha beteri, iktidar partilerine dahil olmayıp, iktidara veya ortağına yakınlaşmak için istifa edenlerdir!
İşin adını koyalım ve gerçekleri kabul edelim. Kimse genel seçimlerde milletvekili adayı Ahmet’e, Mehmet’e, Ayşe’ye Fatma’ya oy falan vermez! Seçmenler partilerine ve parti liderlerine oy verirler. Bu dünyanın her yerinde böyledir. Almanya’da milletvekili adayına değil, Merkel’e oy verirler. Amerika’da senatörün kendisine değil Trump’a oy verilir. Bu yüzden kendisine hak ettiğinden fazla değer biçip partisinden istifa ederek diğer partilere geçen kimseye “iyi” gözle bakmadım. Hepsi benim için bir zamanların “Fırıldak Kubilay”ıdır! Kendi kişisel çıkarlarını gözetirler!
Kubilay ve benzerleri “fırıldak” gibi hoş olmayan kelimelerle itham edilmeye mahkumdur. Ve bu kendi seçimlerdir!
İstifaya seçimlerden ve adayların açıklanmasından önce başvuranları saygıyla karşılarım. İlkesel gerekçeleri olabilir. Ancak genel başkanları sırtından oy alıp, kendilerini seçilebilecek il ve sıralardan aday gösteren genel başkanlarını sırtından hançerleyenleri saygıyla falan karşılamam, kusura bakmasınlar! Hangi partiden olursa olsunlar!
Siyasi tarihimizin mezarlığı bu tür insanlarla doludur. Ya hiç hatırlanmazlar ya da “fırıldak” olarak anılırlar!