Özellikle kırk yaş üzeri anne babalarla aile büyüklerinin, ailenin çocuk ve gençleriyle anlaşamadığını görüyor, yaşıyoruz. Bunda aile içi dinamiklerin (yanlış yaklaşım, çatışmacı tutum, aşırı disiplin, aşırı tolerans) payı olduğu gibi yetişme ve bilişsel/duygusal gelişim farklılıklarının da etkisi var.
“Z kuşağı” kavramı reklamcıların hedef kitle belirlerken yaş grubu sınıflamalarının sonucu olarak ortaya atıldı ve öyle kaldı. 1-24 yaş aralığını kapsıyor. Bu kuşağın özelliklerini doğru anlamak için 40 yaş ve üzeri kuşakların özelliklerini gözden geçirmek gerekiyor.
Kırk yaş ve üzeri kuşakların eğitiminde temel prensip “itaat”, kontrol yöntemi de açık veya örtülü baskıydı. Bu düzen sadece aile içinde değil; okulda, devletle ilişkilerde, iş hayatında hâkimdi. Özellikle 1980 darbesi sonrası devletin sopası halkın üzerinden eksik olmadı. Bazı baskı yöntemleri devlet politikası haline getirilip pervasızca uygulandı.
BASKININ ENSTRUMANLARI VE YÖNTEMLERİ
40 Yaş ve üzeri kuşakların ilk televizyon deneyimi TRT 1 ile başladı. TRT 2 açılınca hayatımız değişecek sanmıştık. VHF antenlerin yerini sarı UHF antenler alınca ilerlediğimizi sanmıştık. Başka ülkelerde yüzlerce kanal olduğunu duyuyorduk ve bize masal gibi geliyordu. İkisi de o dönemde darbe iktidarının borazanıydı. İstanbul’da evlerin çatılarındaki antenler Çamlıca tv vericisine dönüktü. George Orwell’in “1984” kitabındaki BIG BROTHER henüz bizi izlemiyordu ama biz antenleri çevirip onun bize izletmek istediklerini izliyorduk.
Darbe yönetimi terörün nedenini siyaset olarak belirlemişti. Gençlerin apolitik (politikadan uzak) olarak yetiştirilmesi hedefleniyordu. Sağdan ve soldan birçok teorisyenin kitapları yasaktı. Özal iktidara gelince kitaplar yasaklı kalmaya devam etti ama açılan gümrük kapılarıyla Amerikan kot pantolonlarına, ithal arabalara, dolara sahip olduk. Kafamızın içini BIG BROTHER dizayn ederken giyeceklerimizi de kapitalizm küresel markalarla dizayn etmeye başlamıştı. İktidar “bilmemizi” değil, “giymemizi” istiyordu.
Evlerin içinde de durum farklı değildi. Devlet “baba” olunca baba da kendini “devlet” yerine koyuyordu. Evlerde kırılmaz ve sorgulanmaz bir hiyerarşi mevcuttu. Babanın oturduğu koltuk evin tahtıydı. O evdeyken herkes sessiz olmak durumundaydı. Mümkünse o gelmeden çocuklar yatırılır, rahat etmesi için ne gerekirse yapılırdı.
“Devlet baba” tanımını en düşük seviyedeki memurlar da üzerlerine alınmıştı, devlet dairelerine gelen vatandaşlara fırçalarını atıyorlardı. Devlet daireleri birçok insan için korkulan yerlere dönüşmüştü.
Bu sarmaldan nasıl çıkabilirdik?
İktidarın söylemlerini pompalayan TRT’nin televizyon ve radyo tekeli, evde baskı, devletin yaşamda kapladığı alan, yabancı kaynaklara ulaşamama, yasaklı yayınları okuyamama. Elinizin altında iki teknolojik alet var. Yazılınca 10 yılda bağlanan telefon ve hesap makinesi. Doğal olarak itaat etmek için yetiştirildik.
Oysa Z kuşağı bu şartlarda büyümedi ve doğal olarak farklı tepkiler veriyorlar.
Z KUŞAĞININ OLANAKLARI
İnternet, sosyal medya, telefon, çok kanallı televizyon, uydu teknolojileri… Diyeceğimi düşünüyorsunuz ama konu bunlardan ibaret değil ve daha karmaşık.
Bu çocuklar/gençler internet ortamına doğdular. Çoğunun ilk fotoğrafı olan ultrason görüntüleri anneleri tarafından sosyal medya hesaplarında paylaşıldı. Doğmadan önce internete düştüler. Küçük bir çocukken ellerine telefon ve tabletler tutuşturuldu. Teknolojiyi kullanmayı öğrendiler. Bizim kuşak “babam ne derse doğrudur” kalıbını benimserken onlar babalarının söylediklerini Google üzerinden kontrol eder hale geldiler. Bazıları babalarını es geçip merak ettiklerini internette aramaya başladılar. Bu yaklaşım berberinde “sorgulama” kültürünün gelişmesini sağladı. Bilgileri birden fazla kaynaktan okuma fırsatı yakaladılar.
Z kuşağı çocuk ve gençlerin hepsi aynı değil elbette. Kanal değiştirirken arada magazin programlarını görüyorum. Kitap okumayan, film izlemeyen, tiyatronun kapısından girmemiş, 17 yaşında botoks yaptırmış, estetik ameliyat geçirmiş gençleri gördükçe üzülüyorum. Diğer yanda o yaşlarda uluslararası yarışmalara katılan, ödüller kazanan, Marx, Atsız, Sartre, Foucault, Taylor kitapları okuyup kafa yoranlar var. Birbirlerinden çoğu noktada ayrılsalar da ortak noktaları sorgulama ve isyan kültürü. Bizim gibi itaat etmiyor, bize de itaat etmiyorlar.
Eski kuşakları rahatsız eden de bu. Bizler itaate alışığız, onlar sorgulamaya.
Kuşak farkı tanımaksızın insanın doğasında olan temel kavram “umut”. Herkes hayatını bir adım ileri taşımak ister. Çocuklarımız ve gençlerimizle umutlarımız hakkında konuşmaya başlayıp birbirimizi anlamaya çalışırsak hayata dair önemli adımlar atabiliriz. Bizim onların sorgulama ve isyan kültürüne, onların bizim tecrübelerimize ihtiyaçları var.