İşte o açıklama;
“Değerli Basın mensupları,
12 Ağustos Pazar günü gerçekleşen 2. Olağanüstü Kurultayımızın ardından oluşturulan Başkanlık Divanı, ilk toplantısını bugün gerçekleştirdi... Toplantıda ülkemiz ve partimizle alakalı birçok konu ele alındı. Bu konularla ilgili görüşlerimizi, Partimiz adına, siz basın mensupları aracılığıyla kamuoyuyla paylaşmak istiyoruz:
30 Ağustos Zafer Bayramı ve 26 Ağustos Malazgirt Zaferi
Tüm vatandaşlarımızın 30 Ağustos Zafer Bayramı'nı kutluyoruz. Anadolu'nun ebedi vatanımız olarak kalması için hayatını feda eden şehitlerimizi minnetle anıyor, aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyoruz.
Türk Milleti olarak 1071 Malazgirt Zaferi ile Anadolu'ya bir daha dönmemek üzere gelmiş, bu coğrafyaya adalet ve düzen getirmiş köklü bir medeniyetin evlatlarıyız.
Bu büyük zaferleri bize yaşatan Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Sultan Alparslan'ın en önemli özellikleri; halkını kutuplaştırmayan, ayrıştırmayan, aksine kenetleyen ve bu kenetlenmeden doğan gücü doğru yöneten liderler olmalarıydı.
Malazgirt Zaferi binlerce yılık Türk medeniyetinin Anadolu ve Rumeli coğrafyasına yerleşmesinin ve kurduğu imparatorluklar ile dünya tarihine yön verir hale gelmesinin önünü açmıştır. 30 Ağustos Zaferi ise medeniyetimizin bu coğrafyadaki varlığının ebedi olduğunu, hiçbir gücün bunu değiştiremeyeceğini ve tekrar bu coğrafyadan yükseleceğini dünyaya göstermiştir. Son devletimiz olan Türkiye Cumhuriyeti'nin bu yükselişin taşıyıcısı olacağından eminiz. Yeter ki bir ve beraber olalım. Yeter ki, Türk medeniyetinin dünya tarihine damga vurmasını sağlayan özelliklerini yaşatalım; kendi beceriksizliklerini sürekli iç ve dış düşmanlar yaratarak saklamaya çalışanların toplumumuzu kutuplaştırmasına izin vermeyelim. Böylesi bir kutuplaşma, hele ki kendi gibi düşünmeyenleri vatan haini ilan eden ve milletin bekasını şahsi bekası ile eşitlemeye çalışan bir anlayış milletimizin karşı karşıya olduğu tek ve en büyük tehdittir.
Türkiye ekonomisi son derece kırılgan hale gelmiştir
Yanlış ekonomi politikaları nedeniyle ülkemiz ekonomisi son derece kırılgan bir hale gelmiştir. Bu gerçek artık saklanamamaktadır! Ekonomideki kırılganlığı sadece dış mihraklara bağlamak, sorunların kaynağına inmemek ve daha da büyümelerine sebep olmak demektir.
Türkiye, stratejik konumu nedeniyle her zaman önemli bir ülke olmuştur ve gelecekte de önemli bir ülke olmaya devam edecektir. Dış mihraklar da her zaman var olmuştur ve bundan sonra da olacaktır.
Tüketen değil üreten, israf eden değil tasarruf eden, betonlaşmayla değil sanayileşme ile büyüyen, insan kaynağını iyi eğiten ve liyakate göre değerlendiren, güçlü kurumlara sahip hiçbir ülke ekonomisi dışardan gelecek tehditlerden etkilenmez. Diğer taraftan borçlu, her anlamda dışa bağımlı, üretmeye değil tüketmeye alıştırılmış, tarımda bile kendine yetemeyen bir ekonomi ise dış mihrakların etkisiden kaçamaz.
Dış mihrakların, özellikle ekonomi alanında işini kolaylaştıran en elverişli yönetimler, tek adam yönetimleridir. Kuvvetler ayrılığının olmadığı, güçlü parlamentoya sahip olmayan ve kurumları işlevsiz hale getirilmiş ülkeler, dış etkilerden en çok etkilenen ülkelerdir.
24 Haziran itibariyle Türkiye'de sistem değişmiş, tüm yetkiler tek bir kişide toplanmış, Parlamento adeta etkisiz hale gelmiştir. Ekonomide şu anda yaşamakta olduğumuz sıkıntılar, her türlü sorunu çözeceği vaadiyle halkımıza kabul ettirilen bu yeni yönetim sistemin bir sonucudur.
Üzülerek görüyoruz ki, iktidarın tamamen dış mihraklara bağlayarak sorumluluğu üzerinden atmaya çalıştığı mevcut ekonomik durum, şayet acil ve radikal bazı tedbirler alınmazsa, ülkemiz tarihindeki en uzun süreli ve en derin ekonomik krizin yaşanmasına sebep olacaktır. Uzun zamandır uygulanan yanlış ekonomik politikalar sebebiyle özel sektörün sırtında birikmiş olan muazzam döviz borcu, korkarız ki, önce devlete yıkılacak, sonra da bu borcun tamamı artan fiyatlar, düşen gelirler, kaybedilen işler ve yükselen vergiler vasıtasıyla vatandaşımıza ödettirilecektir. Yanlış ekonomi politikaları ile bu borçların birikmesine sebep olanlar ise ne yazık ki hiçbir bedel ödemeyeceklerdir. Umuyoruz ki, daha dün 'IMF'ye borç verdik!' palavrasıyla övünenler, yakında ülkemizi yine IMF kapılarına düşürmezler ve IMF'nin yazdığı ağır reçeteleri uygulamaya koymazlar.
İdlib'de neler oluyor?
İYİ Parti, İdlip'in ülkemiz açısından yarattığı riskler ve Astana sürecinin aksaklıkları konusunda iktidarı aylardan beri uyarmaktadır.
Suriye Ordusunun İdlib'i kuşatması ile Türkiye'nin maruz kaldığı tehdit en üst düzeye çıkmıştır. Esad rejimi, Astana mutabakatına aykırı şekilde İdlip dışındaki çatışmasızlık bölgelerine saldırmış, El Kaide bağlantılı ve benzeri gruplar da dahil tüm muhaliflerin İdlip'e göç etmesini sağlamıştır. Nüfusu 3,5 milyona ulaşan İdlip'e askeri harekat yapılması büyük bir insani faciaya yol açacak, yeni ve büyük bir göç dalgasının ülkemize yönelmesine sebep olacaktır.
Muhtemel askeri harekat, TSK'nın 12 ayrı noktada 'Gerginliği Azaltma Kontrol Gücü' olarak görev yaptığı bir bölgede gerçekleştirilecek ve Hatay vilayetimiz sınırlarına doğru, aralarında terör örgütü mensuplarının da bulunduğu, henüz çapı tam olarak kestirilemeyen büyük bir göç dalgasına yol açacaktır. Bu durumda sınırlarımızın güvenliği ağır tehdit altına girecektir. Bu çok ciddi bir ulusal güvenlik riskidir!
AKP iktidarının yanlış politikaları yeni bir felaket senaryosunu kapımızın önüne getirmiştir. İdlip operasyonunun sonuçları bunlarla da sınırlı kalmayacak, Türkiye'nin Suriye sahasında siyasi olarak çok zor duruma düşmesine de neden olacaktır.
Bütün bu sıkıntıların ve sınamaların yanında dış politikamız, ekonomik güçlüklerden de ziyadesiyle etkilenmektedir. Yılbaşından bu yana Dışişleri Bakanlığı’nın bütçesi, tasarruf tedbirleriyle iki kez törpülenmiş; Bakanlık, uzmanlık gerektiren toplantılara Ankara’dan temsilci gönderemez duruma düşmüştür. Tüm bu gelişmeler, Türkiye'yi dışarda sıkıntıya sokmakta ve yalnızlığa sürüklemektedir. Türkiye'nin böyle ağır bir tehdit altına girmesinin tek nedeni iktidarın başından beri uyguladığı yanlış Suriye politikası ve süreç boyunca göstermiş olduğu yetersizliktir.
Rahim Cevadbeyli ve Sait Baykal
Merhamet ve güçsüze yardım, Türk milletinin en önemli hasletlerinden biridir. Kim olursa olsun, hangi ırktan, hangi dinden olursa olsun, Türk milleti güçsüze yardım etmiş, kendine sığınanlara sahip çıkmıştır. Milyonlarca Suriyeli'ye kucak açan hükümetin, bir Türk milliyetçisi olan Rahim Cevadbeyli'ye ve Sait Baykal'a sahip çıkmaması, kabul edilebilir değildir. Mevcut iktidar, konu Türk milletine veya Türklüğe geldiğinde, nedense başını kuma gömmektedir. 2 Ağustos'ta gözaltına alınan ve ardından Van'daki mülteci kampına gönderilen Cevadbeyli, kesinlikle İran'a teslim edilmemelidir.
17 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararı “Hazine Tek Hesabı”
9 Ağustos 2018 tarihinde çıkarılan 17 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararı ile “Hazine Tek Hesabı”na birçok kamu kurum ve kuruluşu dahil edilmiştir. Bu kararla bütün Kamu Bankaları, Türkiye Varlık Fonu A.Ş., Kamu İktisadi Teşebbüsleri, İl Özel İdareleri, Belediyeler, Fonlar ve Döner Sermayeler gibi kamu kurum ve kuruluşlarının nakit akışları da tek merkezden (Hazine ve Maliye Bakanlığı) yönetilir hale getirilmiştir. Bu kararla,özellikle belediyeler ve KİT’lerin kapsama alınmış olması bu kurumların mali özerkliğini ortadan kaldırmakta ve ekonomi üzerindeki 'tek adam' baskısını daha da artırmaktadır. Mahalli İdareler Seçimlerine kısa bir süre kala yerel yönetim bütçelerinin Beştepe'nin kontrolüne bağlanması, yerel seçimlere gölge düşürecektir. Böyle bir karar, zaten adilce yapılamayan seçimleri, daha da antidemokratik hale getirecektir.
Katılımlarınız için teşekkür ediyorum…
Buğra Kavuncu
İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı, Parti Sözcüsü”