"Baba niçin öğretmen oldun?", "Çocukları çok sevdiğim için.", "Peki, beni niye sevmiyorsun?” Hiç beklenmediğim bir anda, hiç beklemediğim bu soruyla sarsıldım. "Seni sevmez miyim? Sen benim ilk göz ağrımsın. Seni çok seviyorum" dedim.
Bu sorunun aklıma geldiği her an, daha şimdi yaşanmış gibi içim yanıyor. Büyük kızım Hilal dördüncü sınıftaydı o zaman. Çok pahalıya aldığım bu derste öğrendim ki, karşınızdaki hissetmiyorsa sevmek ya da önemsemek hiç bir anlam ifade etmiyor.
1999 yılının 23 Kasım’ıydı. Öğretmenlik mesleği ile ilgili okuduğum en güzel kitaplardan birini, SAVAŞÇI’yı yeni almış, okumak için kapağını açmıştım. "Bir anı ve sunuş" başlıklı giriş sayfasını okumaya başladım. Sayfa ortasına geldiğimde gözyaşlarımın sayfayı ıslatmasına engel olamıyordum.
"Ben yedi yaşında okula başladım. Okula gittiğim ilk gün, öğretmen Şükrü adında ufak tefek bir oğlan çocuğunu cetvelle dövdü. Korktum, ertesi gün okula gitmedim..." diye başlıyordu.
"... Ertesi yıl ağır aksak yürüyerek okula gittim. Öğretmen bizimle birlikte çocuk şarkıları söyledi. Başımızı okşadı. ‘Aferin çocuklar. Çok güzel söylüyorsunuz.’ dedi. O gün okuldan eve koşa koşa giderken, ‘Ben okulumu çok seviyorum, ben okulumu çok seviyorum’ diye bağırıyordum..."
Bu satırlar beni on yıl geriye götürdü. Derste geri bildirim almak için, "Sınıf öğretmeniniz hakkında ne düşünüyorsunuz? Dersleri nasıl işlememi istersiniz?” diye iki soru sormuş, çok güzel dönüşler almıştım. Bir öğrencim "Fen Bilgisi öğretmenimiz, sınıf öğretmenimiz anamız babamız dert ortağımız!" yazmıştı. Bu sıcak sözcükler çok hoşuma gitmiş, sevinmiştim. Ancak bir öğrencimin, "Sizin de diğer öğretmenlerden farkınız yok". Birkaç öğrencinin adını söyleyerek "Dersleri onlarla işliyorsunuz. Benim bir kez bile adımı söylemediniz. Bu çok zoruma gidiyor.”
Yukarıdaki satırları okurken gözyaşlarımın kitabı ıslatmasının asıl nedeni, zihnimde derin iz bırakan yaşanmış o olayı hatırlatmasıydı. "Birçoğunu adıyla çağırırken, bana ‘Sen’ diyorsun. Benim de bir adım var. Bunu neden bilmiyorsun? Tanı beni! Gör beni! Güneş gibi doğ üstüme, aydınlat ufkumu! Gör küçük başarılarımı, teşvik et. İnan kara çıkarmam yüzünü, inan bana öğretmenim!" diye mırıldanıyordum.
"Hayatta en büyük şans, ilkokulda iyi bir öğretmene rastlamaktır." Ben o şansı biraz geç yakalayanlardanım. İlkokul dördüncü sınıftaydım. Okulumuza müfettiş gelmişti. Derste bize iki soru sordu. Ben doğru cevap verdim. Ödül olarak bir bardak süt ve bir poğaça fazladan aldım. (Marshall Planı çerçevesinde okullarda süt poğaça dağıtılıyordu.)
Aynı yıl sınıfta kaldım…
(Devamı yarın)