Efendim ben, ülkenin kaymağını yiyen Kadıköylüler'den biriyim. Kaymağı nasıl mideye indirdiğimi size ayrıntılarıyla anlatmak isterim. Eminim ki Bakırköy, Beşiktaş, Şişli vs. de benim gibi hunharca kaymak yiyenler vardır. Onlar nasıl yedi bilmem ama ben nasıl yediğimi anlatayım.
Annem, babam ve ablamla İstanbul’a gelmişiz. 4 yaşında olduğum için çok iyi hatırlamıyorum. Söğütlü Çeşme camiinin hemen 2 sokak arkasındaki bir evde büyüdüm. Gazi Mustafa Kemal Paşa ilköğretim okulunda okudum. Tarihi bir okuldur. Yeldeğirmeni’nde bulunan Kemal Atatürk Ortaokulu’nu bitirip Haydarpaşa Teknik Okulları’nda lise eğitimimi tamamladım.
Bu kadar kişisel bilgi vermemin nedeni “kaymak yiyen Kadıköylü” profilini tanımanızdır.
Babam iş yerini kurdu ve müşteri beklemeye başladı. Ender sanatkârlardan biriydi (keşke olmasaydı, yaşamını işi yüzünden yitirdi). 2 yıl “hazır yeme” denen şeyi yaşadık ki Allah'tan birikim varmış. Sonra işleri biraz açıldı, kiradan çıkıp ev almaya karar verdiler annemle. Bozdurulan altınlar, bilezikler, senet sepetle…
Boğaza kadar borçla.
Babam cam üzerine kumlama işi yapardı.
O zamanlar “silikozis” denen bir hastalık yoktu. Sanırım babam ilk kurbanı oldu.
Allah düşmanıma vermesin.
Oturduğum mahallede herkes orta halliydi. Harika bir komşuluk ilişkisi vardı. Sokakta herkes birbirini tanırdı. Hani “kapıları kilitlemezdik” söylemi vardır ya. Bu tam da Kadıköy için geçerliydi büyüdüğüm yıllarda. Herkes birbirini tanırdı, kilit bir yana, belki kapı bile gerekmezdi…
Mahallenin kızlarına kimse yan gözle bakamazdı, mahallenin “abileri” ve delikanlıları gereken zamanda gereken inisiyatifi alırlardı. Hırsızlık olayları yaşanmazdı.
Akşamlar evde aileden ibaret yaşanmazdı. Ya misafirliğe gidilir ya da evlere misafirler gelirdi.
Babamı yitirdikten sonra bendeniz “kaymak yiyen”, Salı Pazarı’nın eskiden bulunduğu yerde, pazarda su satarak evime katkıda bulundum. Annem ve ablam çalıştılar. Babamın hediyesi bisikletimi mahalle arkadaşlarıma kiraladım. Evime ekmek alayım diye…
Kaymak alamadım, ekmekle yetindim.
Okuduğum okulların, mahallemdeki insanların en büyük özellikleri birer Atatürk sevdalısı olmalarıydı.
Başta öğretmenlerim olmak üzere herkes beni Laik Türkiye Cumhuriyeti bireyi olarak yetiştirdiler.
Okuma alışkanlığını “kaymağını yediğim” Kadıköy’de, Aziz Berker Kütüphanesi sayesinde kazandım. Halen keskin kitap kokulu odalarında hizmet vermektedir. Günün birinde öldüğümde kitaplarımı (6.000 kadar oldular şimdilik) o kütüphaneye bağışlayacağım. Yeni Murat’lar okuma alışkanlığı kazansınlar diye…
Kadıköy, Beşiktaş, Bakırköy, Şişli nüfus oranına göre en az kahvehaneye sahip olan ilçelerdi. Bu ilçeler makarnayla, kömürle, rüşvetle elde edilemez. Aylağı az, düşünenleri çalışanları çoktur.
Bir “kaymak yiyen” olarak şunu da ifade etmek isterim…
“Kedi ulaşamadığı ciğere mundar der…”
“Kaymak” kelimesini telaffuz ederken rant ve gelirden bahsediyorlar.
Biz Kadıköylüler “kaymak” tan Pazar sabahları ailece yapılan kahvaltının keyfini anlarız. Dünyalarımız farklı…
O kaymak sana kısmet olmayacak!
Saygılarımla…