Dünya kadınlar günü kutlu olsun !
Bazı dostlarım “Dünya emekçi kadınlar günü” diye düzeltmeyi severler ama ben emekçi olmayan tek kadının var olduğunu düşünmüyorum:
Küresel şirket ceo’su da olsa, patron da olsa, varlıklı bir erkeğin eşi de olsa mücadele etmek ve emek harcamak zorundadır. Erkeklerin egemen olduğu dünyada var olma savaşı vermek başlı başına emektir.
Emek verirler, zaman zaman ideolojik amaçlarla toplumda öne çıkarılırlar (“Kadınlar” adlı makalemde örnekleri var, burada tekrara düşmek istemem. Detayları “Kadınlar” makalesinde okuyabilirsiniz.) ancak bu kısa süreli ve yine erkeklerin yönettiği dünyanın ideolojisine hizmet için olur.
Ülkemizde kadınların yerini gerçekten anlamak ve o yeri oluşturan faktörleri anlamak için biraz kronolojik gitmek zorundayız.
Orta Asya’daki Türk devletlerinde kadın yönetici (Melike) olabilir ve devleti erkekle birlikte yönetebilirdi. Hatta “anaerkil” tarafımızın kökenleri bu döneme dayanır.
Maveraünnehir üzerinden Mezopotamya’ya indiğimizde kadının durumu ve toplumdaki yeri zedelenmeye başlar. Çünkü bu bölgede o dönemde kadın hakları Orta Asya’da alışılan düzeyde değildir. Arap etkisi Türklere de sirayet etmeye başlar. (Özellikle “Arap etkisi” cümlesini kurdum. Zira Kuran’da devlet yöneticisi için cinsiyet ayrımı bulunmamakta. “yönetici erkek olur” diye bir cümle yok! İslam’la Araplığı karıştırmak onulmaz yaramız ve halen sürmekte. Çünkü erkeklerin işine yarıyor.)
Anadolu Selçukluları ile kadın hayatın içinde tekrar görünür olmaya başlıyor.
Osmanlıda Valide Sultanlar değerlerini hiç kaybetmiyor. Özellikle çocuk padişahların anneleri fiilen devleti yönetiyor.
Fakat saray dışında kadın yine görünür değil…
Cumhuriyetle birlikte kadın yeniden tanımlanıyor hatta devletin yeni ideolojisinin vitrinini kadınlar oluşturuyor.
Jimmy Carter’ın danışmanı Zbigniev Brzezinski’nin 1970’lerde geliştirdiği “Yeşil Kuşak” projesi ile Sovyetler Birliği ve doğu bloku çevresindeki ülkelerde komünizm karşıtlığı “İslam” öne çıkarılarak oluşturulmaya çalışılıyor. Özellikle 1980 darbesi sonrasında ortaya çıkan dinci oluşumlar ve tarikatlar rastlantı değil ! Ancak yine İslam’la Araplığı karıştırma hatasını yapıyoruz ve bunun kurbanı kadın oluyor. Toplumsal yaşamdan, iş hayatından uzaklaşmak durumunda kalıyor.
Kadını da erkeği de toplumsal paradigmalardan ve iklimden ayrı tutarak tanımlamak mümkün değil. Bizde erkekliğin kışkırtılıp kadının baskılanması yaklaşık bin yıllık bir geçmişe sahip. Bu geçmişin izlerini toplumsal bellekten söküp atmak da çok güç !
Oysa bilimsel açıdan baktığımızda kadının erkekten üstün yanları olduğunu görüyoruz.
Mikrobiyoloji sayesinde Mitokondriyal dna ile anne özelliklerinin çocuğa babaya oranla daha fazla geçişi olduğunu biliyoruz.
Y kromozomunun mutant olduğunu ve olumsuz değişime uğradığını öne süren bir anlayış var. Erkekler XY, kadınlar XX kromozomunu taşıyor ve XX’ten yeni bir insan üretmek (dişi) mümkünken erkekten (Y kromozomundan) yeni bir varlık üretmek mümkün değil. (YY taşıyan bir varlık yok)
Bir sosyal bilimci olarak hepsinin ötesinde, kadının toplumdaki yerinin daha doğru tespit edilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Kadın bereketin, doğurganlığın, yaşamı meydana getirmenin sembolüdür.
Aynı zamanda dizimize yara bandını yapıştıran abla, gönlümüzün kaydığı sevgili-eş, sırlarımızı paylaştığımız arkadaşımızdır.
Yaşam ve iş hayatında var ve görünür olmak erkeklerin ne kadar hakkıysa kadınların da bir o kadar –ve fazlası kadar- hakkıdır !
Keşke toplumsal yaşamda bu eşitlik net olsaydı da kadınlar günü kutlamaya ihtiyacımız olmasaydı diye düşünüyorum.