Günümüzden iki yıl kadar önceydi. Karacasu Belediyesi ile Karacasu Afrodisias Vakfı ve Uluslararası Aktivist Sanatçılar Birliği işbirliğinde Karacasu’da “Uluslararası Resim Çalıştayı” düzenlemiştim. On iki ressam arkadaş bol bol resim yapmıştık ve Karacasu’da güzel günler geçirmiştik. Göz açıp kapayıncaya kadar iki yıl geçti.
Karacasu Afrodisias Vakfı Başkanı Prof. Dr. Ali Küpelioğlu Karacasulu. Memleketine aşık değerli bir bilim adamı… Afrodisias ise Karacasu’ya on kilometre uzaklıkta harika bir ören yeri. Bir eski kent kalıntısı. En az Efes kadar önemli. Çünkü dünyanın ilk heykelcilik okullarından biri bu kentte imiş. O nedenle farklı bir önemi var. Bu kalıntıların gün yüzüne çıkarılmasında ünlü fotoğraf sanatçısı Ara Güler’in emeği olduğunu biliyoruz.
Dr. Ali Küpelioğlu Karacasu'da tarihi bir konağı restore ettirerek butik otele dönüştürmüş. Eşi Süreyya hanımın ise İzmir Hisarönü civarıda antika dükkânı var. Eşler ikisi de hem sanata, hem de antikaya meraklı. Profesyonel mimarlık desteğine kendi zevklerini de katmışlar ve konağı harika döşemiş, düzenlemişler.
Adını da bu yörenin adından ötürü “Dandalos Hotel-Küpelioğlu Konağı” koymuşlar. Şimdi burada yurt içi ve yurt dışı bağlantılı olarak konuklarını ağırlıyorlar...
E sanata da merakları var ya... Ve benim de böyle resim çalıştayları yaptığımı da biliyorlar ya... Bir gün Dr. Ali bey bana “Hülya Hanım! Dandalos’ta bir çalıştay düzenleyelim mi?” demesin mi? Muziplik olsun diye “Sizden hep bu teklifi bekledim” dedim.
Konağı restore edilirken görmüştüm, ancak bitmiş halini görmemiştim. “Biz iki günlüğüne gideceğiz. İsterseniz bizimle gelin bir görün. Çalıştayı nasıl yapabiliriz yerinde görüp konuşalım” dediğinde bu teklifi “baba” mıza götürdüm. Eşim Hikmet’den “Olur” alır almaz bana Karacasu’ya yol görünmüş oldu.
Burası iki katlı, 154 yıllık bir Osmanlı konağı. Konağın girişinde engelliler gelip geçebilsinler diye ahşap düzenek var ki, görenlerin takdirini topluyor. Konakta alt odalar da engellilere göre düzenlenmiş. Gerekli yerlerde engellilerin tutunacağı ayrıntılar, duvarlara toplanıp istenildiğinde açılan oturaklar yerleştirilmiş. Yaşlılara da uygun. Duvarlar taş. Taban ve tavanlar iste ahşap. Odaların her biri farklı büyüklükte. Bir oda balayına çıkmış çiftler için düşünülmüş. Odalarda banyo dairesi mevcut. Konsol, ayna, gardrop, karyola, camlı büfe ve ayna hepsi antika ceviz. Hepsi en azından geçen yüzyılın ortalarından kalma.
Odaları gezerken geçmişte, çocukluğumda yaşıyor gibi oldum. Elbet evimiz antikalarla dolu değildi ama kimi eşyamız epey değerliydi. Örneğin ceviz gardrop vardı evimizde. Konakta konuk edileceğim odadaki dolabın kapağını açtım… Şöyle bir bakındım… Sanki rahmetli annemin kadife elbisesiyle rahmetli babamın lacivert takımını görür gibi oldum. Gözlerim buğulandı, içim bir hoş oldu.. .
Bir gün rahmetli annem gelen eskiciye bedava verivermiş o dolabı. Öğrendiğimde çok üzülmüştüm de annem “Aman ne üzülüyorsun. Eski şeyi bir de attıracağım diye araba parası vermediğime ben seviniyorum.” demişti...
İkinci katta yer minderleri ve yün kilimlerle kaplı hayat denilen bölümde bir kömür sobası ve kuzine var. Aşağıda kuğu figürlü kollu oymalı koltuklar, duvarda sarkaçlı kurmalı saat, eski pikap, teyp ve geçmişten taş plaklar…
Baktığınızda her şey geçmişten izler taşıyor ve ille de kendinizden bir şeyler buluyorsunuz...
Üç parçalı taş tuvalet aynasına ise bayıldım. “Saçımın arkası nasıl? Kıyafetim nasıl duruyor?” diye eğilip bükülmeye gerek kalmadan görebiliyorsunuz. Şimdilerde neden öyle yapmazlar ki aynaları?
Alt katta bir odada kaldım. Taş duvarlarının kalınlığı yetmiş beş santimetre imiş. Gece serin olur diye kaloriferi yaktılar. Sıcacık odamda Buldan el dokuması bezler üzerine etamin işli yorgan kılıfları, çarşaf ve yastıklar arasında mışıl mışıl uyumuşum.
Biyolojik saatim hiç şaşmaz… Sabahları en geç saat 6.30 da gözlerim açılır. Bakıyorum… etraf karanlık… Ortalık aydınlansın diye bekliyorum… Allah Allah!.. zaman geçmesine rağmen aydınlanmıyor. Yanı başımda komodin üzerinde duran tavus kuşu desenli antika kobalt porselen lambayı çarpıp düşürmeyeyim diye dikkatlice yaktım. Saatime baktım… Saat 7.30 olmuş. İyice şaşırdım. Meğer ben yattıktan sonra penceremin kepenklerini kapatmamışlar mı?.. Sabah olacak diye ben boşuna beklermişim...
Hemen giyindim avluya çıktım. Bir otel müşterisi keyifle kahvaltı yapıyordu.
Karacasu'nun doğal güzelliği Karadeniz yeşilliğini aratmıyor. Göle çıkan doğal yürüme parkurları ve kanyonları olan bir yer. Yakınında bulunan Afrodisias ören yeri ise ille de görülmesi gerekenlerden. Dandolos deseniz ev sıcaklığında, otantik, çok güzel bir otel.
Görmek, gezmek ve yaşamak için bütün şartlar mevcut. Fiyat derseniz o da uygun. Alt odalar oda kahvaltı 75.-TL, üst kat odaları ise 100.-TL. Yemekleri orada yiyebiliyorsunuz. Personel güler yüzlü, aşçı Hasan usta harikalar yaratıyor. İlk geldiğimizde ortada şömine yakılmış ve közünde pişen testi kebabından yemiştik. O testiyi yavaş yavaş tıklatarak kırma işlemi bile ayrı bir zevk. Ertesi akşam ise yakındaki alabalık çiftliğinden alınan nefis balıklar mangaldan soframıza gelmişti...
Karacasu’yu ortadan büyük bir dere ve vadi ikiye ayırıyor. Kaldığımız kısma “Çarşıyaka” köprünün diğer yanına ise “Karşıyaka” diyorlar. Karşıyaka'da Yazır köyünde taş değirmen var. Oraya buğday öğütmeye gittik. Çocukluğumda rahmetli dayımın Çankırı’nın Eldivan ilçesinde suyla çalışan taş değirmeni vardı.
Buğday una dönüşmek üzere iki koca taşın arasında öğütülürken ortaya mis gibi bir koku yayılırdı. Ve un oluktan çuvala akarken sıcacık olurdu. İşte gene geçmişe gitmiştim. Elimi uzattım... Akan sıcacık undan bir parça alıp çocukluğumdaki gibi ağzıma attım...
Biraz daha gezdikten sonra evimize… şey yani otelimize geldik. Görevli Ayşe Hanım taze unu da kullanarak bize saçta ısırgan otlu ve lor peynirli mis gibi gözleme yaptı. Haa ellerinden geldiğince doğal ve yöresel ürün kullanmaya çalışıyorlar. Ekmeklerini bile kendileri yapıyorlar. Akşama Ayşe hanım bir de ekmek yaptı kiiii katıksız ye!..
İşittiğime göre ekibe yeni katılan Dudu ustamız ise doğadan toplanan göbelek mantarından kavurma ve incir reçeli yapmış...
Taş avlunun kenarında, hayatın altı ahşap tavana kırlangıçlar yuva yapmış. Yumurtalarından yavruları da çıkmış. Ötüşüyor ve sürekli ortalıkta uçuşarak yavrularını kolluyor ve yiyecek taşıyorlardı. Bu bile içimizi ısıtacak ayrı bir görsel şölendi...
Kısmet olursa Temmuz ayı başında bu harika yerde 12 ressam arkadaşımla bir hafta süre ile resim çalıştayı yapacağız. Tarih, doğa, sanat, güzellikler ve dostluğu birlikte yaşayacağız. Oteli anlattım onlara bir bir... hepsi özendiler...
Şimdi heyecanla buluşacağımız günü bekliyoruz...
Haaa... başka özenenler için haksızlık yapmayayım şimdi. Ulaşabilecekleri internet ve facebook sayfaları da var, oradan bakıversinler... ;)
Hülya Sezgin/ hulyasezgin@hotmail.com